Nurettin ABACIOĞLU
Ergenekon’un 12. veya bilmem kaçıncı dalgası, kıyılara vurdu...
Dalga, bir fizik terimi. Uzayzaman boyutunda yayılan ve enerjinin taşınmasına neden olan titreşimler dalga olarak tanımlanıyor. Dalga titreşimleri, periyodik veya periyodik olmayan salınımlarla bir yerden başka yere uzanabiliyor. Şiddet (genlik), sıklık (frekans) ve kat ettiği mesafe (dalga boyu) dalganın başlıca özellikleri arasında bulunuyor. Başka bir ilginç özellik olarak, iki dalganın birbirinin içinden geçerken etkilerinin birleşmesi olayıdır ki, buna da girişim deniyor.
Dalgaların bir hızı var. Bu hız, dalga titreşiminin sıklığı ile kat ettiği mesafe; yani dalga boyunun çarpımına eşit. Fizikte buna da, sabit dalga hızı deniyor. Ancak sıklık arttıkça, dalga boyu kısalıyor. Yani bu iki özellik birbiriyle ters orantılı sonuç veriyor.
Ergenekon dalgaları, memleket coğrafyasında, Türkiye toplumu içinde salınıyor. Dalganın yeni boyutu, kimi üniversite paydaşlarını içeriyor. Halen rektör olanlar, önceki dönem rektörleri ve kendisine “sivil toplum örgütü” diyen kurumlar, yöneticileriyle, unsurlarıyla, kayıtlarıyla derdest ediliyor.
Cumhuriyet Savcılarının savlarına göre, ortada bir terör ve darbe örgütü var. Bu örgüt, geçmişi neredeyse Cumhuriyet öncesine de giden ve Cumhuriyetle birlikte, Cunhuriyet adına yanlış olan ne varsa, ondan sorumlu bir örgüt olarak niteleniyor ve bunun soruşturması, duruşması süreci yaşanıyor...
Ergenekon, henüz tamamen ele geçirilmiş, çözülmüş, çökertilmiş bir nifak yapılanması değil. O nedenle dalgaların şiddeti arttırılıyor. Frekansı yükseltiliyor; dolayısıyla dalga boyu kısalıyor. Bir başka görüntü de, memleket coğrafyasında siyasetin her çalkalanması önünde, ya da ardında yeni bir dalga çıkıyor. Yani bir periyodisite sürüp gidiyor. Dalga üstüne dalga birbiri içinde girişiyor. Etkiler birleştikçe görüntü daha da kaotikleşiyor. Dalgaların çarptığı kıyılardan, yeni dalgalar türüyor. Bir yandan doğuyor, doğuruyor; bir yandan sönüyor, sönümlendiriyor.
Meseleyi aydınlatmaya yönelik çok şey yazılıp, çizildi... Geriye yazılıp, çizilecek belki çok şey daha var. Ne var ki toplumda salımlanan başka bir şey, korku ve yılgınlık; bu da yazılacak, çizilecekleri ve dahi yazacak, çizecekleri de yok hükmüne doğru ivmelendiriyor.
Mesele raydan, bir darbeciliği tasfiye çabası olmaktan, daha başladığı gün itibariyle çıkarılmıştır. Hesaplaşma, bu coğrafyanın sadece kendi iç hesaplaşması ise, hiç değildir. Çok bilindik laf gibi gelebilir. Ancak iş, “taşeron” bir memleket dönüştürme operasyonudur. Aklar, karalar; her türlü figür, usta işi “ortaya karışık” bir biçimde önümüze konulmuştur. Beğenen yer, beğenmeyen dalga sırasını bekler...
Bu gidişat, çok kaygu vericidir. Gidişatın adı bu sütunlarda “Türkiye: Felaketin Eşiğinde” diye pekçokları tarafından telafuz edilmiştir. Felaket eşiği, “Cumhuriyet Değerleri”nin yerle yeksan edilmesidir. “Cumhuriyet Değerleri”, Cumhuriyetçiliktir; Bağımsızlıktır; Ulusal Egemenliktir; Laikliktir; Aydınlanmacılıktır; Kamuculuktur. Ve bunlar; emperyalizmin, piyasacılığı ve gericiliğiyle yok edilmek eşiğinde durdurulmuştur. Yani hesaplaşma, sınıfsal bir iş bitirme kertesine iyice yaslanmış vaziyettedir. Yoksa bunun adı darbelere son; demokrasi ve özgür toplum yaratma falan değildir. Hukukun üstünlüğü, piyasacılığın sınıfsal hukukuna üstünlük kuramı uyarına, ikna olunmaya araç kılınmıştır. Cumhuriyet değerlerinden bir tek yere gidilir. Emeğin ve emekçilerin sömürülmediği, eşitlik ve kardeşliğin özgür insan temelinde kök saldığı yeni bir Cumhuriyet’e. Olan biten, bu gidişat ihtimalini bu coğrafyada kökten yok etmektir.
O nedenle ülke, bir sabah “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” ne uyandırılmaktadır. O nedenle ülke, emperyalizmin bölgesel çıkarlarına “Eşbaşkan” kılınmaktadır. O nedenle ülke, elinde avucunda biriktirdiği ne var ise, piyasacılığa, satıcılığa, har vurup, harman gibi savrulmaktadır. O nedenle ülke, halkın kardeşçe ortaklaşma ve imecesine kol, kolan vuracak her türlü karanlığa yuvarlanmaktadır. O nedenle, “Yeni Osmanlıcılık” efendiye azametli bir uşaklığın aracı gibi sunulmaktadır. O nedenle, bu genel manzara gözden ırak tutulsun diye, mahkeme manzaralarına mecbur kılınmaktadır...
Akıl tutulması, gözlere kara perdelerin inmesi öyle boyutlara varmıştır ki, futbol derbisinin aslanları ana, avrat, birbirine dalmaktadır. Cinnetin ötesine uçmuş “taraftar”, tahrik edildik zarfında, bu çirkinliğe baş ortakçı olup, tribünleri kendi başına yıkacak cehalet ve insan dışılık mazrufuna yuvarlanmaktadır.
Türkan Hoca kemoterapi almak üzere bugün hastaneye yatmış. Türkel Hoca göçtü gitti. Filiz, sınıf arkadaşım, üniversitesinden alındı; içerde kefaret ödemek için sıra bekliyor. Hocalar, darbeci oldular; vatan hainliğine soyundular...Dışarda hava boğucu...
Bir yanda, “Üniversiteler”... sessiz;.. Kimimiz dim dik;.. Kimimiz oturmuş, uzak yoldan Godot bekleniyor...
Diğer tarafta, bizim demokrat AB’cilerimiz “Kırpınar” kıspetlerinde vıcık, vıcık yağa bulanmışlar...oysa, demokrasi ve özgürlük havarisi komiserlerinden çıt yok..
Ve yani benim bu AB havalarından beklediğim de birşey yok ya;.. yazmamın derdi, hani muhiplerin kulağına kar suyu kaçar mı diyedir.
Sonra bırakıyorum hepsini,.. belleğimin bir yerlerinde bir şiir dolanıyor... Melih Cevdet bir yerlerden sesleniyor...Önce Telgrafhane Şiirini açıyorum...
Anday; Uyumayacaksın/ Memleketinin hali/ Seni seslerle uyandıracak/ Oturup yazacaksın/ Çünkü sen artık o sen değilsin/ Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin/ Durmadan sesler alacak/ Sesler vereceksin/ Uyuyamayacaksın/ Düzelmeden memleketin hali/ Düzelmeden dünyanın hali/ Gözüne uyku giremez ki.../ Uyumayacaksın/ Bir sis çanı gibi gecenin içinde/ Ta gün ışıyıncaya kadar/ Vakur metin sade/ Çalacaksın... diyor
Dönüp ardından Fizik kitabını karıştırıyorum... Dalga bahsi şöyle sonlanıyor...
“Doğadaki her şey bir maddedir. Her madde, dalgalar ile sürtünerek enerji ortaya çıkarır.”
Ne demeli,.. diyalektik işte..
Bu felaket gidişatının dalgaları, sürtünerek mutlaka bir enerji ortaya çıkaracaktır...
Kaynak--- sol.org.tr