Eczacıların 4 Aralık eylemi geldi geçti. Şimdi, “Oda Kongreleri”nde yeni seçilen delegeler ve yöneticiler, Türk Eczacıları Birliği’nin Büyük Kongresine hazırlanıyorlar. Kongre çalışmaları, bu yazı portaldaki yerine asıldığında başlamış olacak. Kongre de 4 Aralığı kaldığı yerden görüşerek daha ileriye taşıyacak kararlara gebe…
Bu arada, konu buraya ait değil ama, değinmeden de geçmeyeyim. Portal, asılma gibi terimler internet dünyasının teknik lafları; ne var ki, bana hiç de sevimli gelmiyorlar. Portal için “ana kapı” demek kulağımı tırmalıyor; bir de “ yazının asılması” bende ceza ve itlaf anlamından başka bir şey çağrıştırmıyor. Hani söylemesem “kurdeşen” olurmuydum; değil ama, işte yazıp geçiyorum…
Eczacı eylemliliklerine ilişkin olarak da, şunları söyleyebilirim:
Bir meslek grubu olarak eczacılar, bu yıl ikinci büyük eylemlerini gerçekleştiriyorlar. İlki geçtiğimiz Şubat’ta yaptıkları Ankara mitingi idi. Hesap kitap verilerine göre, 32 bin kişi eyleme katıldı. Bu nicel olarak büyük bir sayıdır. Değme parti mitingleri, işçi eylemlilikleri için bile, iyi sayılan ve hatta üstünde bir katılım değeridir bu gösteri.
4 Aralık’ta yapılan ise, 23 bin eczanenin kepenk kapatmasıdır. Ufak tefek fireler olsa da, niceliği büyüktür; niteliğine de azımsamadan bakmak gerekir. …
Öncelikle, 4 Aralıkta kepenkler neden kapanmıştır?
Eczacılar, 18 Eylül 2009 tarihli “Beşeri İlaçların Fiyatlandırılmasına Dair Kararda Değişiklik Yapılması Hakkında Karar” ile getirilen “sağlıkta tasarruf tedbirleri”ne karşı çıkmışlardır.
Yeni düzenleme, ilaç sektöründe üretimden tüketime kadar her kesimi etkileyecek bir gündem getirmiştir.
Sosyal Güvenlik Kurumu aracılığıyla, ilaç satışında kamu kurum iskontosu ve referans-eş değer ilaç fiyatlarının oluşmasına ilişkin düzenlemeler yeniden belirlenmiştir.
Kararnameye göre, Türkiye’de ilaç fiyatlarında indirim sağlanması ve kamu ilaç harcamalarında tasarruf yapılması öngörülmüştür.
İlaç fiyatında indirim yapılması, her zaman kulağa çok hoş gelen bir yaklaşımdır. Eczacılık meslek tarihininin, yaklaşık son 40 yıllık geçmişi, Türkiye’de sağlık ve ilaç sömürüsüne karşı mücadele içinde geçmiştir. Kimi iniş, yokuşlu dalgalanmalar olduysa da, özellikle ilaç fiyatlarının halkın satın alma gücü ile orantılı, en düşük düzeyde olması yönündeki uğraştan hiçbir zaman ödün verilmemiştir.
Bu kez olan nedir ve eczacılar neden ilaç fiyatlarındaki bir azaltmaya karşı durmuşlardır diye sorulabilir.
Eczacılar, ilaç fiyatında tasarruf işinde, tasarrufun reel bir işlem olmadığı ve ceremenin kendileri ve yine halkın sırtına yıkıldığı ayırdındadırlar.
İlaç firmalarıyla, Sağlık Bakanlığı’nın yapmış olduğu görüşmeler, firma kârlılıklarındaki düşmeleri, “minimize etme””ye yönelik bir süreç ve önlemlerle ilgili düzenlemeleri içermiştir. Nitekim, firmalar ve devlet sonunda “mutabık” kalmıştır.
Devletin, kamu kullanımı için satın aldığı ilaçlar için, firmalardan yeni iskontolar sağlar görünmesi, kamu fonları bakımından yeni kaynak oluşturulduğu resmini vermekle birlikte, bu iskonto oranları, halkın tedavi gider ücretlerine yansıtılmadığından, hastalar iskontolu fiyattan değil, “cari fiyat”tan ödeme yapmaya devam etme açmazından çıkamamıştır.
Yeni ilaç fiyat düzenlemesi, eczanelerde çok ciddi stok maliyet zararlarına neden olmuştur. Şöyle ki; firma ve depolardan 4 Aralık öncesi satın alınan ilaçların fiyatları, uygulama sonrası otomatikman düşmüş sayılmış, oysa eczaneye eski alım fiyatından giren ilaçların vergilendirilmesinin eski satış fiyatından; oysa geri ödemesinin yeni satış fiyatı üzerinden yapılacak olması kutu bazında ortalama yüzde onaltı-yirmi oranında zarar oluşturmuştur.
Eczaneler bakımından gelir vergisi ödemeleri, ilacın eczaneye girdiği dönemdeki faturası üzerinden gerçekleştirildiğinden, zarar bu anlamda ikiye de katlanmış görünmektedir.
Kısacası eczaneler tam bir cendere içerisine sokulmuştur. Toplam kârlılığı işletme ve satın alma giderleri sonrası %9-13 arası olan eczaneler tam da devlet eliyle iflas eşiğindeki kurumlar haline dönüştürülmüştür. Zararlarının telafisine ilişkin görüşme çabalarına yanıt verilmeyen eczacılara da, kepenk kapatmaktan başka çare bırakılmamıştır.
Neden böyle bir senaryo gerçekleşmektedir:
Esasen “Sağlık ve Sosyal Güvenlik Reformu” başlığı alltında açılan sağlık hizmetlerinin metalaştırılması süreci ve hizmetin neredeyse her alanının “serbest rekabet ve özel sermaye”ye konu kılınması işlemi, bu sektörün tümüyle piyasalaştırılması ve paralı hale getirilmesi bakımından önemli bir adım oldu.
Sistem artık kendi ağırlığını çekememektedir.
8 aralık itibariyle, Sağlık Bakanlığı özel hastanelerin kârlılığı için bir girişimde bulunmuş ve tedavi giderinin %70 inin hastadan tahsil edilmesine olanak sağlayan bir düzenleme kabul etmiştir. Kısacası halka, parasını ödediğin taktirde hizmeti istediğin kurumdan al denmektedir. Popülist politikalar görüntüde de iflas etmiş ve hizmet maliyetinde meydana gelen köpükleşme, artık hasır altı edilemez düzeye dönüşmüştür.
Hizmetin ilaç tüketim bölümüyle ilgili görüntü de şöyledir: Daha önceleri defalarca yazıldığı üzere, Türkiye ilaç üretim, dağıtım sektöründe dünyanın gelişen, büyüyen 7 ülkesinden birisidir.
E7 (emerging 7) ülkelerinin (Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Meksika, Endonezya, Türkiye) gerçek Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH-GDP) sı 2020 de, ABD’nin 2004 değerlerini (5.1 trilyon $) üçe katlıyarak geçecektir (15.7 trilyon $). Aynı dönemde, G7 (group of 7) ülkelerinde (ABD, Japonya, Almanyo, UK, Fransa, İtalya, Kanada) büyüme % 40 olacak ve GSYH 25.8 trilyon $ dan, 36.1 trilyon $ a yükselecektir.
Yine bu dönemde E7 lerin, G7 lere relatif olarak zenginlikleri % 19.7 den % 43.4 e artış gösterecektir.
IMS verilerine göre, Türkiye’nin ilaç sektöründeki performansı, 2005-2010 tahmini projeksiyonu olarak 10-12 milyar $ tahmin edilmiş, 2006-2007 lerde 12 milyar $ lık pazar gerçekleşirken, günümüzde 18 milyar $’ı zorlayan bir piyasa gerçeği ortaya çıkmıştır.
Eczaneler aracılığıyla perakende ilaç dağıtım ağı, “meslek tekeli” olarak eczacılardadır. Genelde küçük-orta sermayeli işletmeler olan eczanlerin kapsadığı sağlık hizmet alanı, büyük ilaç üretim ve dağıtım sermayelerinin iştahını kabartmaktadır.
Hukuki düzenlemelerle eczacılıkmesleğinin göbeğini hızla kesme ve traşlama, siyaseten öngörülemez olduğundan, eczane sektörünü kendisine tasfiye ettirme senaryoları eczacıya oynattırılmaktadır. Yani düzenleme büyük ilaç üretim ve dağıtım sermayelerini bir biçimde kollarken, eczacıyı ve eczaneyi sonradan yutulmak üzere ve bilinçli olarak açıkta bırakmıştır.
Eczacılar, şimdilik direniyorlar…
Eczacı direnci, muhtemeldir ki kolayca kırılmaz. Zira aşına, işine göz diklen her çalışan, her emekçi, kapitalizmde direnmekten başka çare olmadığını yaşayarak öğrenmektedir.
Eczacı ve eczane, “özel sermaye” gibi görülmekle birlikte, sattığı malın fiyatı ve kendi payına düşen kârlılık oranı “kontrollü” olduğundan, kapitalizmin “serbest rekabet” retoriği ile uyumlu bir kurum değildir.
Eczacılar, 2009 da pekçok meslek ve emek örgütünden daha kitlesel, halkın sempati ve desteğini yitirmeyen eylemler gerçekleştirmiştir. Nicelikleri de çok önemli boyutlara erişmiştir.
Nitelik işine gelinirse; sağlık sistemi, piyasaya derinleşme koşullarında, en ciddi, “al aşağı” edilmiş kamu sektörüdür. Eczacıların sorunları, bu alandaki sağlık emekçilerinin ve genelde ülkenin sistemik sorunlarından kopuk değil, tersine çok da bağışıktır.
İlaç ve eczaneler konusunda ayağa kalkışın yeterince vurgulanamamış cephesi, işin, sağlık sisteminin çöküşü ve hizmetin piyasalaştırma bağlantısının yeterince açık edilmeyişi eksikliği ile malül olduğu izlenimini vermektedir.
Zira, ilaç fiyatlarına ilişkin maduriyetlerinin bugün giderilmesi, eczanelerin ve eczacıların sorunlarına kısmi çözüm olacak olsa da, son tahlilde kapitalizmin onları yutmasına engel oluşturmayacaktır.
Kaynak: sol.org.tr