REKABET KAVRAMI ve ECZACILIK
Uzm. Ecz. Osman TOSUN
Rekabet kavramı insanoğlunun yeryüzündeki varoluşu kadar eski bir kavram ve sosyal bir gerçekliktir. Her üç semavi dinin kutsal metin ve kaynaklarında anlatılan Habil ve Kabil öyküsünde kıskançlık duygusuyla birlikte şiddetli bir rekabet güdüsünün varlığını duyumsarız. Öykünün sonu ise bilindiği gibi insanoğlunun işlediği ilk cinayet ve insanın ilk kez insan kanı akıtmasıdır.
Rekabet kimi düşünürler tarafından sosyal hayatta kimin daha iyi olduğunun bilinmediği durumlarda, bunu belirleme yolu olarak görülmektedir. Sosyal yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi rekabet bize belirli bir durumda kimin başarılı olduğunu gösterirken , kişiler üzerinde de en iyi ikinci olandan daha başarılı olmak için gayret göstermek gibi bir etki yapar. Yine rekabet kişileri bilgi ve becerilerinin tümünü kullanmaya teşvik etme konusunda bilinen en iyi yol olarak görülmektedir. Kişilerin diğerlerinden daha başarılı olmak için tüm faydalı bilgi ve becerilerinden yararlanılması da önemli bir toplumsal kazançtır ve en iyinin tespiti usülü olan rekabet en fazla yeni toplumsal değerin ortaya çıkmasını sağlar.
Biz eczacılar için konunun önemli ve öncelikli yanı ise elbette iktisat bilimi açısından “rekabet” kavramının ne anlama geldiğini ve nasıl uygulanması gerektiğini irdelemektir.
Rekabet kavramı liberal ekonomik sistemlere ait bir kavramdır
Rekabet kavramı liberal ekonomik sistemlere ait bir kavramdır ve esasen liberal ekonomilerde bütün sistemin üzerine oturduğu ana zemini oluşturur. Liberal ekonominin kurucularından Adam Smith’e göre rekabet kendi çıkarlarını ençoklaştırmaya çalışan bireylerin anarşi ve kaos yerine iktisadi açıdan daha optimal, sosyal açıdan daha adil ve arzu edilebilir piyasa sonuçlarına ulaşmayı sağlayan; karar verme ve eyleme geçme özgürlüğünü korumada vazgeçilmez bir önkoşuldur. Rekabet kavramı, Adam Smith’in kurucusu olduğu, klasik iktisat okulu ve teorileri bakımından çok önemli ise de klasik ekonomi teorisi içinde rekabet kavramı üzerinde pek durulmamıştır. Buna göre rekabet kıt kaynakların sınırsız beşeri ihtiyaçlar karşısında paylaşılması gereği ortaya çıkan bir olaydır. Bu nedenle klasik iktisatta rekabetin anlamı aşırı arz olgusunun üstesinden gelmek için tek tek her firmanın talebi artırmak için fiyatları aşağı çekme yönündeki davranışını ifade eder. Neo-Klasik iktisat okulu ve Avusturya okulu ise fiyatların aşağı çekilmesine ilaveten rekabetçi davranışın diğer unsurları üzerinde durur. Rekabet fiyat indirimi, reklam, ar-ge yatırımında bulunma, mal ve hizmetlerin kalitesini artırma ve ürün ve üretim süreçlerinde farklılaşma yoluyla başka teşebbüslerin elde edebileceği kazançları içselleştirmek anlamına gelmektedir. Bu anlamda, piyasanın rekabet derecesi ile rekabetçi davranış tanımlamaları birbiriyle çelişmektedir. Başka bir anlatımla tam rekabet piyasasının tüm varsayımlarının söz konusu olduğu bir ortamda rekabetçi davranışa yer yoktur ya da rekabetçi davranış varsa tam rekabet koşulları yerine getirelemez. Rekabet kavramı sadece çok sayıda alıcı ve satıcının bulunması ve hiçbirinin tek başına piyasayı etkileme gücüne sahip olmaması durumuyla ilgilidir. Modern yaklaşıma (özellikle Neo- Avusturya okulu) göre günümüzdeki rekabet kalite (ürün) rekabetidir. Schumpeter’e göre uzun vadede başarılı olanı başarısızdan ayıran şey yenilik ve icatta bulunma yeteneğidir. Schumpeter yeni ürün ve teknolojilerin eskilerini daima ortadan kaldırdığı bir dinamik rekabet sürecinin (yaratıcı tahribat) söz konusu olduğunu ve bunun insanlığın maddi olarak ilerlemesinde büyük rolü olduğunu ileri sürer. Bu tür yenilik ve icat faaliyetlerinde bulunan firmalar geçici bir tekel durumu yaratır veya başkalarının sahip olduğu bu tip tekelleri sonlandırır.
Rekabet sürecinin arzu edilen sonuçlara ulaşabilmesi için bazı önkoşulların yerine getirilmesi gereklidir:
1. Piyasada çok sayıda alıcı ve satıcı olmalı; hiçbir alıcı ve satıcı tek başına piyasaya hakim olmamalı,
2. İlgili herkes piyasa hakkında tam bilgi sahibi olmalı
3. Ürünler homojen olmalı
4. Mallar bölünebilir niteliğe sahip olmalı
5. Piyasaya giriş-çıkış serbestliği olmalıdır.
Bunlara bir de piyasada etkin bir parasal sistemin var olma koşulunu ekleyen görüşler de vardır.
Rekabet yapısının sağlıklı olması için tüketiciler şeffaf piyasalar hakkında bilgi sahibi olmalı, kararlarında özgür olmalı, yeterli finansal kaynağa sahip olmalı, rekabetçi faaliyetlere hızla tepki vermeli, farklı malları ve tedarikçileri tercih edebilmeli ve kendi çıkarını ençoklaştırabilmeli ve üreticiler piyasalardaki fırsatları keşfedebilmeli, kararlarında serbest olmalı, karı ençoklaştırma veya zarar etme motifi ile hareket etmeli, teknik, ekonomik ve yaratıcı kaynaklara sahip olabilmeli, tüketici taleplerindeki ve rakiplerinin eylemlerindeki değişikliklere hızla tepki verebilmeli ve başarıyı, kısıtlayıcı ticaret uygulamaları yerine rekabette aramalıdır.
Karl Marx rekabet fikrini ve rekabet etme olgusunu reddeder
Büyük ölçüde Karl Marx ve Frederic Hegel’in görüşleriyle oluşmuş olan Marxist İktisat okulu ise rekabet kavramını tümden reddetmişlerdir. Karl Marx rekabet fikrini ve rekabet etme olgusunu, özgür insanın tüketim ve değiş tokuş aşamalarında artı değerlerinin sömürülmesine yol açtığı için reddeder. Ona göre rekabet iki farklı boyuta sahiptir:
1) Rekabet sermayeye dayalı üretim tarzının ortaya çıkma sürecinde önemli bir role sahip olan negatif bir güçtür. Bu süreç köylüyü ve zanaatkarları üretim araçları mülkiyetinden yoksun bırakarak onları emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olamaz hale getirir. Bu anlamdaki rekabet ulusal düzeyde loncalar ve yurtiçi tarifelerle, uluslararası düzeyde ise ambargolar ve diğer korumacı politikalarla engellenir.
2) Rekabet, emek üzerinde tam bir kontrole sahip olan sermayenin üretimin düzenlenmesinde belirleyici olduğu kapitalist üretim tarzının yeniden üretilmesi ve gelişmesine yol açan bir süreçtir.
Marx’a göre teknik ilerleme ortaya çıktığı tarihi bağlam içerisinde analiz edilmelidir. Zira teknoloji ekonomik sistem ile ulaşılan kalkınma aşamalarının bir sonucudur.
REKABETİN TEMEL FONKSİYONLARI ve REKABETTEN BEKLENEN YARARLAR
Rekabet, her şeyden önce iktisadi etkinliğin gerçekleştirilmesi için gerekli olan en önemli şarttır. Buna bağlı olarak ta birçok siyasal ve sosyal yararlar ortaya çıkmaktadır.
1. Kaynak dağılımı fonksiyonu: İktisadi birimlerin sahip oldukları kaynakları en karlı, en etkin biçimde ve üretim yöntemi içinde kullanmalarını sağlar.
2. Yenilik ve teknik gelişmeyi uyarma fonksiyonu: Yenilik ve icatlar pazarlanabilir bir ürüne dönüştüğünde firmalar bundan büyük bir yarar sağlayarak yatırımlarının getirisini artırırlar. Bir malın tek üreticisi olarak geçici bir süre tekel karı elde ederler. Yenilik ve icatlarla tekel karı elde etmek ya da mevcut tekelleri ortadan kaldırmak isteyen firmalar sürekli gelişmeyi sağlayan büyük bir toplumsal devinim de yaratmış olurlar. Şüphesiz ki tekel konumundaki firmaların yeni araştırmalara para harcaması rasyonel bir davranış değildir. Çünkü herhangi bir yenilik olmadan da tekel karını sürdürmektedir.
3. Gelir dağılımı fonksiyonu: Bir piyasa içerisinde rekabetin derecesi arttıkça gelirin birincil dağılımı daha adil bir hale gelir ve rekabet ya gelir dağılımının daha adil olması veya yaşam kalitesinin artması yoluyla gelir dağılımındaki eşitsizliklerle daha kolay başa çıkılmasına olanak sağlar.
4. Uyum esnekliği fonksiyonu: Rekabet işletmelerin üretim programlarının, üretim yöntem ve süreçlerinin iktisadi ve teknolojik değişikliklere ve iktisadi kriz ve dalgalanmalara uyum sağlama yeteneğini artırır.
5. Tüketici refahının artması: rekabet bir taraftan tüketicilerin talepleri doğrultusunda çok sayıda ve farklı mal ve hizmetlerin üretilmesine ve tüketicilerin bunlar arasında serbestçe tercih yapmasına olanak tanır; diğer taraftan üretimde verimliliği ve teknik gelişmeleri teşvik etmek ve firmaların kar hadlerine sınırlama teşkil etmek suretiyle tüketicilerin daha az para ödemesine neden olarak tüketici refahını artırır. Rekabetin ekonomik sonuçlarının tüketiciler üzerine bütün etkileri tüketiciler yararınadır.
6. Kontrol fonksiyonu: Rekabet belirli bir ekonomik gücün piyasayı tek başına kontrol etmesini önler. Ekonomik tercihlerin tüketiciler yerine tekelci firma ya da rekabeti kısıtlayan teşebbüsler tarafından yapılması ekonomik güce sahip olanların siyasi hayata da egemen olmasını doğurur. Etkin rekabetin sözkonusu olduğu bir ortamda devletin piyasaya müdahalesi de dayanaksız olacağından siyasal erklerin piyasaya müdahalelerde bulunarak piyasayı kontrol etmelerinin de önüne geçer.
Ancak gelişmekte olan ülkelerde kamu kesimi rekabeti engelleyici düzenlemelerle serbest rekabeti engelleyebilir. Bu ülkelerde temel gereksinimleri garanti altına alınmamış ve tek amacı hayatta kalmak olan nüfus kararlarını serbestçe alamaz ve piyasada tüketici egemenliği sağlanamaz. Ayrıca böyle piyasalarda bilgiye ulaşım ve eğitim son derece yüksek maliyetli olduğundan şeffaf bir piyasa yapısı oluşturulamadığı gibi eldeki kısıtlı bilginin işlenerek ekonomik değer yaratılması da çok güçtür. Diğer taraftan kredi olankalarının yetersizliği ve finansal sorunlar nedeniyle küçük ve orta ölçekli firmalar atılım yapamazlar. Sonuçta gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde piyasa çok güçlü ve tekelci ulusötesi firmaların hakimiyetine girer.
REKABET HUKUKU
Adam Smith’in serbest piyasa ekonomisi tezi dayanağını doğal düzen düşüncesinden almaktadır. Smith’e göre doğada insanların müdahalesi olmadan mükemmel bir düzen vardır. Ekonomi de bu tabii hayatın bir parçasıdır; çünkü ekonomik sistemin kurucusu olan insanda rekabet duygusu doğal bir içgüdü olarak bulunmaktadır. Ekonomik yaşam kendi akışına bırakılırsa ferdi çıkarını izleyen rasyonel bireyler piyasa sistemini en iyiye götürecektir. Oysa bu düzene yapılan her türlü müdahale özellikle devlet müdahalesi bu sistemin dengesini bozarak mükemmellikten uzaklaştıracaktır.
Adam Smith’in 18. yy’da ileri sürdüğü görünmez el kuramının makro ve mikro düzeyde her zaman sağlıklı ilerlemediği sonraki yıllarda ortaya çıkmıştır. Makro düzeyde ekonominin karşılaştığı sorunlar 1929 buhranını ortaya çıkarmış mikro düzeyde kaşılaşılan problemler ise rekabet yasalarının çıkarılmasına dayanak oluşturmuştur. Gerçekten de insanlar bazen doğal rekabet içgüdüsüyle hareket etmemekte ve rakip birimler işbirliği içine girerek piyasanın tabii işleyişini bizzat kendileri bozmaktadır. Smith böyle bir olasılıktan söz etmesine rağmen buna karşı bir çözüm geliştirmemiştir. Bu çözüm biraz da siyasal nedenlerle bir asır sonra ABD’de geliştirilmiştir. Senatör John Sherman’ın teklifiyle modern anlamda ilk rekabet yasası yürürlüğe girmiştir. Bu gereklilik zamanla diğer ülkeler tarafından da fark edilmiştir. Bugün bir çok ülkede rekabet yasaları ve otoriteleri vardır. Ancak günümüzde küreselleşme olgusunun etkisiyle ulusal ölçekteki yasa ve düzenlemeler yetersiz kalmış ve uluslar arası düzenlemeler gündeme gelmiştir.
Devletin iktisadi politika araçlarıyla makro ekonomik süreçlere müdahale etmesi ve yön vermeye çalışmasının yanısıra çeşitli kanun ve düzenleyici kurumlar aracılığıyla aksayan mikro ekonomik süreçlere ve tek tek piyasalara müdahale etmesi tökezlemeye neden olan engelleri ortadan kaldırarak piyasaların performansını iyileştirmeye çalışması ekonomik verimliliği ve toplumsal refahı ençoklaştırmanın olmazsa olmaz koşullarından kabul edilmektedir. Rekabetin engellenmesi yönünde anlaşmalar, ticari birliktelik yoluyla yoğunlaşma ve tekelleşme eğilimleri, ölçeğe göre artan getirinin yol açtığı doğal tekellerin bulunduğu piyasalar rekabeti ve ekonomik etkinliği bozan sonuçlar yaratır. Piyasadaki üretimin suni olarak azaltılması yoluyla, fiyatların ve firma karlarının artırılması, bir taraftan tüketiciden üreticiye refah transferi ve net toplumsal refah transferi net bir toplumsal refah kaybına neden olacaktır. Diğer taraftan o sektördeki istihdam ve kaynak kullanımını azaltacaktır. Daha uzun dönemde ise rekabet eksikliği atalet, teknolojik verimsizlik, rant arama, rantı koruma için yapılan israfçı, ekonomik değeri olmayan lobicilik, rüşvet gibi faaliyetlere yol açacaktır. Rekabet ve düzenleme otoriteleri genellikle karşımıza rekabet eksikliği olarak çıkan piyasa tökezlemelesi problemlerini çözmek üzere oluşturulmaktadır. Klasik bir şema ile bakıldığında devletin müdahalesi piyasaların yapısını bir uçta tekelden diğer uçta tam rekabet idealine uzanan spektrum üzerinde firma davranışlarının yoğunlaşma, yüksek fiyat ve aşırı karlara yönelmesi yerine rekabete uygun bir seyir içinde olmasını sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Piyasaların tökezlediği ve dolayısıyla devletin rekabet yasaları ve otoriteleri ile müdahale etmesinin gerektiği durumlar şunlardır:
Tekelci Piyasalar: Piyasaya bir firmanın tek başına hakim olması durumudur. Satıcı piyasada suni bir ürün darlığı yaratır. Eksik üretim sonucu ortaya çıkan yüksek fiyatlar satıcının karını artırırken sosyal bir refah kaybına yol açar. Çoğu durumda elde edilen karların önemli bir bölümü tekel rantları elde etmek veya o rantları korumak için verimsiz ve israfçı biçimde harcanır. Rekabet baskısının eksikliği üretimde de verimsizliğe ve yüksek maliyetlere yol açar.
Oligopol Piyasalar: Az sayıda firmanın piyasaya hakim olması durumudur. Satıcılar tekelci piyasa benzeri durumları kendi aralarında açık veya zımni anlaşmalarla yaratabilir. Sonuç piyasada ürün darlığı, yüksek fiyatlar ve sosyal refah kaybıdır.
Doğal Tekel Halindeki Piyasalar: Kuruluş maliyetinin çok yüksek, marjinal maliyetin düşük olduğu bu yüzden maliyeti çıkarmanın çok miktarlarda üretime bağlı olduğu endüstrilerdir. Bu firmaların tekelci fiyatlar uygulamaması için yasal düzenlemeler gerekir.
Liberal iktisadi ekolün temel argümanı olan serbest rekabetin yerini günümüzde “etkin rekabet” almıştır.
Liberal iktisadi ekolün temel argümanı olan serbest rekabetin yerini günümüzde “etkin rekabet” almıştır. Bu kavramın geçirdiği evrimde rekabet hukuku kilit rolü oynamıştır. Başka bir deyişle serbest rekabetin toplumsal amaçlar doğrultusunda rafine edilmesinde rekabet hukuku çok önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Rekabet otoritelerinin fonksiyonu yarışılabilir piyasaların oluşturulması ve serbest piyasa ekonomisinin sürdürülebilir bir model olarak çalışmasına yönelik bir zemin mühendisliğidir.
Rekabet kurallarının ve otoritelerinin hedef aldığı rekabet kısıtlamaları başlıca üç şekilde oluşur:
1.Rekabeti kısıtlayıcı anlaşmalar
2.Tekel gücünün kötüye kullanılması
3.Şirket evlilikleri
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de rekabetin korunması konusu, AB’ne uyum perspektifi içinde anayasal bir zorunluluk olarak düzenlenmiştir. Anayasamızın 167. Maddesi şöyledir:
“Devlet para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.”
Bu anayasal hüküm ancak 1994 yılında çıkarılan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile uygulama alanına girmiştir.
4054 sayılı yasanın 1. maddesinde yasanın amacı “mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici , bozucu veya kısıtlayıcı karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak” şeklinde belirtilmiştir. Burada esas korunmak istenen şey ekonomik verimlilik olduğu anlaşılmaktadır. Bu kanunla kamu teşebbüslerine de bir ayrıcalık tanınmamış; onlar da yasa hükümlerine tabi kılınmıştır.
Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 27. maddesi kanunun uygulanması görevini Rekabet Kuruluna vermiştir. Bu maddeye göre rekabet kurulunun görevleri şöyle sıralanabilir:
I) Türkiye’de her türlü tekelleşmenin önlenmesi;
II) Mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaların, piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarının önlenmesi
III) rekabetin korunmasını sağlamak üzere gerekli düzenlemelerin ve denetimlerin yapılarak öngörülen yaptırımların uygulanması;
IV) Türkiye’de etkin bir rekabet düzeninin sağlanması.
Rekabet kurulu bir çeşit mahkeme gibi çalışmaktadır. Kanunda yasaklanan faaliyetler ve hukuksal işlemler hakkında başvuru üzerine ya da kendiliğinden inceleme, araştırma ve soruşturma yapma ve sonuçta yasa ihlali saptanırsa bu ihlallere son verilmesi için gerekli önlemleri alarak sorumlulara idari para cezaları uygulama hakkına sahiptir.
REKABET KAVRAMI AÇISINDAN TÜRKİYE’DE ECZACILIK ALANININ DURUMU
Rekabet kavramı çerçevesinden baktığımızda ülkemizde;
a) 24-25000 eczane sayısıyla eczacılık alanının tam rekabet koşullarını sağladığını, piyasada hiçbir oyuncunun tek başına hakim olamadığı ve olamayacağını buna karşılık son derece büyük bir gelir dağılımı sorunu bulunduğunu
b) piyasaya girişte bir engelin var olmadığını
c) eczaneler arasında, hakim durum yaratmaya yönelik, anlaşma, ortaklık, evlilik gibi uygulamaların hukuken engellenmiş olduğunu,
d) eczacılık hizmetlerinde bir yandan toplam kaliteyi dolayısıyla halk sağlığını olumsuz etkileyecek olan öte yandan orta ve uzun vadede eczacılık alanının tekellerin eline geçmesiyle sonuçlanacak olan fiyat rekabetinin hukuken engellendiğini; eczacıların hizmet rekabetine teşvik edildiğini,
e) kar oranı ve satış fiyatları devlet tarafından belirlenmekte olan ilacın, eczacı tarafından alınması sırasında mal fazlası, ek iskonto ve vade uygulamaları gibi etkenlerle haksız rekabete yol açan bir durum oluştuğunu,
f) piyasa kurallarının ana belirleyicisi olan devletin aynı zamanda ilacın da tek alıcısı olduğunu görüyoruz.
Rekabet Kurulunun eczacılık alanıyla ilgili görüş ve önerilerini ise dört başlıkta toplamak mümkündür:
1.Eczaneler arasında fiyat rekabeti olmalı; devlet kurumlarının aldığı eczacılık hizmetlerinde tek tip sözleşme yapılmamalı, eczaneler yarıştırılmalı,
2. Eczane açılması kısıtlanmamalı; alan veya nüfus ölçütüne göre eczane sayısı belirlenmesi düşüncesinden vazgeçilmeli,
3. İlaç dışı ürünler ve hatta bazı beşeri ilaçlar (OTC) eczane dışında da satılabilmeli.
4. Meslek örgütleri aracılığıyla reçete dağıtım uygulamalarına son verilmelidir.
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Ülkemizde tekelleşmenin önüne geçilmesi ve piyasanın daha sağlıklı işlemesi amacıyla kurulmuş olan Rekabet Kurumu ve onun uygulamadan sorumlu olan Rekabet Kurulu ne yazık ki eczacılık alanını (en iyimser yorumla) yeterince tanımadan ve bilgi sahibi olmadan siyasi erke belirli görüş ve öneriler iletmektedir.Daha da kötüsü, ilacı sıradan bir "mal" gibi görmekte ve değerlendirmektedir. Rekabet Kurulunun yukarıda sıraladığımız görüş ve önerileri siyasal erkin yaşama geçirmeye çalışması halinde hiç de uzun sayılamayacak bir gelecekte eczacılık alanında küçük ve orta ölçekteki binlerce eczane iflas edecek hemen bunun sonrasında da eczacılık alanı tümüyle tekellerin eline geçecektir. Konuyla ilgili tüm kesimlerin ve Rekabet Kurulunun bilmesi gereken hususlar vardır:
1. Türkiye’de ilacın fiyatının oluşumunda eczacının hiçbir rolü olmadığı gibi eczacılar dünyanın çok çok altındaki ortalama kar oranlarıyla çalışmak zorundadırlar.
2. Fiyat rekabeti yeni eczanelerin piyasaya girişini güçleştirecek hatta var olanların çoğunun da piyasadan çekilmesine yol açarak mevcut durumu bozarak , birkaç büyük grubun hakim olduğu bir olgipol piyasasına dönüştürecektir. Bu olası büyük şirketler ise eczanelerin bugünkü karlılık oranından çok daha yüksek bir karlılıkla çalışacaklar; devletin ve halkın bütçesine çok ciddi bir yük getireceklerdir. Sağlık alanında fiyat rekabetinin olamayacağı rekabet teorileri açısından da son derece nettir.
3. Devletin ve halkın ilaçtan tasarruf etmesi isteniyorsa fiyat ayarlamaları ilaç firmaları düzeyinde yapılmalıdır. Ayrıca Eczacılık Fakültelerinde ve Sağlık Bakanlığı bünyesinde farmakoekonomi çalışmaları derhal başlatılmalıdır. Eczacıları her fırsatta işletmeciliği bilmemekle suçlayan kişi ve kurumlar ülkemizde hala gerçek anlamda farmakoekonomi çalışması yapılmadığını hatta bir ulusal ilaç politikası dahi olmadığını görmelidir. Firmaların aşırı rekabetinden dolayı neredeyse hergün piyasaya yeni yeni orijinal ve jenerik ilaçların çıktığını bunun ise eczane raflarında aşırı bir şişkinlik yarattığı, miadı dolduğu için çöpe atılan ilaç sayısının her geçen gün katlandığı gerçeği bize rekabetin derecesinin çok iyi ayarlanması gerektiğini göstermektedir.
4. Fiyat rekabeti gibi hem eczacılık alanı, hem halk sağlığı ve hem de ulusal ekonomi açısından çok ciddi sorunlar yaratacak olan uygulamalar engellenmeli, farmasötik bakım, klinik eczacılık ve iyi eczacılık uygulamaları gibi alanlarda nitelikli bir hizmet rekabeti özendirilmeli, eczaneler arasındaki çarpık gelir dağılımını düzeltmeye yönelik reçete dağıtım uygulamaları gibi projeler üretilmeli, kooperatifler teşvik edilmeli ve buna uygun bir alt yapı bir an önce oluşturulmalıdır.
5. Yeni eczane açılışında belirli kriterlere (nüfus yoğunluğu, eczaneler arası mesafe v.b.) göre kısıtlamaya gidilerek aşırı rekabetin önüne geçilmelidir.Kriteleri iyi belirlenmiş kısıtlamalar halkın istediği eczaneyi özgürce seçebilmesine engel yaratmaz; ancak olabildiğince çok eczanenin piyasada kalabilmesine ve bunlar arasında yüksek nitelikli bir hizmet rekabeti sağlar.
6. Meslek örgütlerinin devre dışı bırakılması çabalarına son verilerek güçlü ve demokratik bir yapıya kavuşturulmaları sağlanmalıdır.
En önemlisi de ilacın toplumsal, sağlıklı yaşama hakkının gereğince kullanılması için "olmazsa olmaz" bir ürün olduğu asla unutulmamalıdır.
Ne insanların sağlığı ne de ilaç, acımasız piyasa koşullarına terk edilemez.
www.eczacininsesi.com