BU TEBLİĞ UYGULANABİLİR Mİ?

Bakanlığımız her zamanki tavrıyla konuyu yeterince ölçüp biçmeden, danışıp fikir almadan bir tebliğ yayımladı ve olan oldu. Başta üniversite hastaneleri olmak üzere büyük ölçekli hastaneler bir anda kendilerini bir kaosun içinde buldu. Zaten konuyu bilenler için beklenen de buydu. Hemen belirtmek gerekir ki bu konu derhal çözülmez ve bakanlık bu tebliğde gerekli düzenlemeleri yapmazsa önümüzdeki süreçte bu kaos büyüyecek ve daha olumsuz sonuçlara varabilecektir.

Peki bu tebliğ neden bu kadar kaos yarattı ve neden uygulanamaz? Öncelikle kamu hastaneleri bu yeni tebliğe uygun tasarlanmış değildir. (Hatta bu tebliğ özellikle kaos yaratmak için tasarlanmış demek pek de haksızlık olmayacaktır.) Bünyelerindeki eczacı ve yardımcı personel bu tebliğden önce dahi son derece yetersizken bu yeni durumda nefes almadan çalışsalar bile bu iş yükünün altından kalkmaları mümkün değildir.

 

Bir başka engel de bu hastanelerimizin fiziki koşullarının bu kadar çok ve çeşitli ilacı sağlıklı şekilde saklamaya uygun olmayışıdır. Bu kadar çok ilacı bir hastanenin bulundurması hayalden başka bir şey değildir. İlaçların depolanmasını geçtik bugün devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde halk sağlığı için çok büyük bir özveriyle hizmet veren insanlar yani meslektaşlarımız bile kelimenin tam anlamında “izbe” yerlerde çalışmak zorunda bırakılırken bu kadar çok ilac nerelerde stoklanacak, stok hareketleri ve ilaç miadları nasıl kontrol edilecektir? Burada bir fikir oluşturması bakımından şu rakamı vermek yerinde olur: bugün 350-400 yataklı bir hastanenin sadece 1 haftalık serum fizyolojik 1000mL ihtiyacı 2000 şişedir yani yaklaşık 333 koli ve evet yalnızca 1 kalem ilaç. Sadece bu örnek dahi bu tebliği yayımlayanların bugüne kadar bir hastane eczanesinden adımlarını dahi atmadıkları ve bu kararları masa başında aldıklarının iyi bir göstergesidir.

 

Özellikle üniversite hastanelerini mağdur eden bir konu da ödenek yetersizliğidir. Hükümetlerimiz yıllardır üniversiteleri oldukça yıkıcı bir mali darboğazın içine atmış ve yaşam damarlarını kesmiştir. Bugün büyük bir pişkinlikle üniversitlerimizi bilim üretememekle suçlayan AKP hükümeti iktidarının daha ilk yıllarında araştırma fonu giderlerini artık kendilerinin karşılamayacağını üniversitelerin araştırmaları için gerekli kaynağın döner sermaye gelirlerinden karşılanacağını duyurmuş ve maliye bakanlığı, araştırma fonu kesintisi adı altında üniversitelerin döner sermaye gelirlerinin hemen tümüne el koymuştur. Bu kesintilerin başlamasıyla birlikte üniversiteler ilaç alamaz hatta mevcut borçlarını dahi ödeyemez duruma gelmiştir. Halen daha bir çok üniversitemiz borçları yüzünden ecza depolarıyla mahkemelik durumdadır. Üniversitelerin ihale ilanlarına ecza depoları yanıt bile vermemektedir.

 

Bütün bu yaşadığımız süreç ve AKP iktidarının bugüne kadar izlediği politikalar birlikte değerlendirildiğinde bu kötü uygulamarın bir tek amaca hizmet ettiğini görüyoruz. Devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerini büyük bir kaosun içine iterek iş göremez hale getirmek halkla bu kurumlarımızı karşı karşıya getirmek ve böylelikle hastalarımızı özel hastanelere yönlendirmek. Sadece ilaç ihtiyaçları dahi milyar dolarlarla ölçülen bu “iştah açıcı pasta”yı özel hastaneler arasında paylaştırmaktır. O hastanelerin önemli bir bölümünün AKP yandaşı kişi ve gruplara ait olduğu ve bu grupların toplam içindeki payının hızla artmakta olduğu da açık bir gerçektir. Diğer taraftan küresel sermayenin de ülkemizde sağlık alanına giderek daha fazla ilgi duymaya başladığı da dikkatlerden kaçmamalıdır.

 

ÇÖZÜM NE?

Peki tüm bu yaşananların çözümü ne?

Evet bu yaşananların çözümü aklın, vicdanın ve bilimin gereklerini yerine getirmektir. İlk iş bu kötü tebliğ derhal geri çekilmeli ve hasta mağduriyetine son verilmelidir. Sonrasında da öncelikle yer yer insanlık dışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılan sağlık çalışanlarının durumlarını iyileştirmeli tüm devlet ve üniversite hastanelerimizin personel eksikleri giderilmeli, fiziki koşulları yeterli hale getirilmelidir. Hastanelerimizin bünyesinde derhal Farmasötik Terapötik Komiteler oluşturularak tedavi protokolleri belirlenmeli ve bilimsel literatür ışığı altında her hastene kendi “Hastane Formüleri”ni oluşturmalıdır. Hastaneye ilaç alımı bu formüler çerçevesinde firma etkilerinden uzak bilimsel kriterlere göre yapılmalıdır.

Konunun en önemli noktalarından biri de klinik eczacılık uygulamalarının hastanelerimizde en kısa sürede başlatılması gerekliliğidir. Yoğun bakım, dahiliye, pediatri, genel cerrahi ve benzeri uygulama alanlarında yoğun staj programlarıyla deneyim kazanmış eczacılar bu servislerde görevlendirilmeli ve görev aldıkları servislerde hastaların ilaç tedavilerinin belirlenmesinde, ilaçların doğru şekilde uygulanmasında, servis ilaç ihtiyacı ve stokunun yönetilmesinde ve hastane eczanesiyle servis arasında eşgüdüm sağlanması, hasta eğitimi gibi konularda sorumluluk almalıdır.

Bunlar yapılmadan yayımlanacak her tebliğ acı bir deneyime dönüşecek ve yarardan çok zarar getirecektir.

 

Bugün ülkemizde hastanelerin ellerinde bulunması zorunlu olan ilaçlar listesi diye bir liste dahi yoktur. Hastanelerimizin ellerinde bulunması gereken hem kendilerini hem de hastalarımızı rahatlatacak gerçekçi ve akılcı olduğunu düşündüğümüz bir “çerçeve ilaç listesi” hazırlanmalıdır.

 

Tamamıyla nesnel ölçütlere göre hazırlanacak bu “çerçeve ilaç listesi” elbetteki tüm hastanelerimizin ihtiyaçlarına yeterli olmayabilir. Hastanelerimiz yukarıda da belirttiğimiz gibi kendi bilimsel gelenekleri, belirli alanlarda uzmanlaşıp uzmanlaşmadıkları gibi durumları gözeterek kendi bağımsız listelerini oluşturacaklardır. Bu “çerçeve ilaç listesi”  hastanelerimizde büyük özveriyle çalışan meslektaşlarımızın ne yapacakları konusunda bilgiçlik taslamak ve onlara ne yapmaları gerektiğini öğretmek amaçlı değil en fazla neyle sorumlu tutulabilecekleri konusunda ilgili makamlara ve kamuoyuna bilgi vermek amaçlıdır.

 

Uzm. Ecz. Osman TOSUN

o_tosun@yahoo.com

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat