Tam bir yılı oynayanları izleyerek geçirdim. Bu arada aldığım bir briç kitabını da okuyor ve edindiğim kuramsal bilgileri gözlemlerimle pekiştirerek oyunu çözmeye, tam anlamıyla öğrenmeye çalışıyordum. Üniversite ortamının getirdiği görece özgürlükle derslerden ve seçtiğim meslek nedeniyle deneysel çalışmalardan bulduğum boşluklarda, öncelikli ilgi alanlarım olan kitap okuma ve sinema dışında briçle de ilgilenme olanağını yaratıyordum. O yıllarda gözde olan yöntem, aynı zamanda aldığım Bridge adlı kitabın yazarı olan Charles H.Goren’in uyguladığı alıcı el sağlayan güçlü kağıtlara büyüklüklerine göre verdiği sayılara dayanan oyun yöntemiydi. Bir yılın sonunda oynamaya başladığımda, 68 olaylarının getirdiği eylemler sırasında kitap okumanın, film izlemenin dışında en iyi vakit geçirme yollarından birini bulmuştum.
Yıllar boyu sıkı bir Goren’ci olarak briç oynadım. Cumhuriyet Gazetesi’nin Briç sayfasını izler, çözümü sorulan oyunları çözmeye, doğru oyunu bulmaya çabalardım. 40 yıllık arkadaşlarımla yaklaşık iki yıldan beri her hafta sonu bir araya gelip, yine briç oynuyoruz. Şimdi geçerli olan ve son yıllarda gelişen, briç oyununda devrim olarak nitelenen, eşler arasındaki uyuşmayı, anlaşmayı en kısa yoldan gerçekleştirmesiyle genç kuşaklarda büyük ilgi uyandıran 5’li Majör yöntemidir. Aramızda Briç Kulübü’nde ders alarak briç oynamaya başlayan bir arkadaşımız olduğu halde 5’li Majör yöntemine bir türlü geçemedik. Bunun nedeni tutuculuğumuz değil, aksine ilerici olduğumuz ve kararlaştırdığımız halde; gerek 5’li Majör notlarını değerlendirecek zaman bulamamamız ve gerekse verdiğimiz kararı hep birlikte uygulamaya koyamayışımızdır. Bu durum karşısında işi öne almak adına, geçen hafta sonu tartışmasız briç eşim olan arkadaşımla gösterdiğimiz uyum sonucunda + 79 durumunda olmamıza karşın ve en az benim kadar ateşli bir Goren'ci olan sevgili arkadaşım Zekeriya'nın yokluğunda, kesinlikle ve asla birlikte yapamayacağımız ihaneti yapmaya, yani Charles H. Goren'i terk etmeye ve tüm dünyanın uyguladığı 5'li Majör düzenine geçmeyi gerçekleştirmeye, geçmemizin bu çağda bizlere daha yakışacağına olan inancımla tüm arkadaşlarıma 5’li Majör notlarımı ilettim. Bakalım, ilerdeki haftalarda durumu göreceğiz!
* * *
Briç oyunundan konuyu açmamın nedeni, geçtiğimiz yıl aldığım bir e-posta iletisindeki,
“Briç, Poker ve bizim Pişti” başlıklı bir yazıyı anımsamamdır. Bu yazıda, 3 hekim arkadaşın, Ankara’ya trenle giderken briç oynamak için yolcular arasında aradıkları ve birlikte oynadıkları dördüncünün, bir emekli yargıcın iskambil oyunları ile ülkelerin, ulusların hukuk düzenleri arasındaki bağıntıyı ortaya koyan açıklamaları anlatılıyordu.
Anlatılanlara göre; iskambil kağıtlarının sayısal değerlerinin yanında, üzerlerindeki imgeler de toplumlardaki güçleri simgeliyordu. Kupa, Kraliyeti, aristokrasiyi; Maça(Pik) asker-sivil bürokrasiyi; Karo( Avrupa Ticarethanelerinin damlarındaki kiremitleri) ticaret ve sanayi kentsoyluluğunu; Trefl (Sinek - üç yapraklı yonca ) ise tarım kesimini yani köylüleri, işçileri simgeliyordu.
İngilizlerin en gözde oyunu Poker’di ve Kraliyeti simgeleyen Kupa en değerlisiydi(Floş Ruayal)… Fransızların ise Briç idi ve 1789 devrimine dek en değerli kağıt olan kupa yerini Maça( Pik ) e bırakmıştı. Bu bağlamda bu iki ülkenin toplumsal düzenleri de bunlara uygun olarak biçimleniyordu. Poker’in, dolayısıyla blöf geleneğinin geçerli olduğu İngiltere’de
Kraliyet son söz sahibi iken, Fransa’da ise geçerli olan briç oyununun kurallarına bağlı olarak karşılıklı konuşmalarla asker-sivil bürokrasi hukuk çerçevesinde ellerindeki güce göre toplumda söz sahibi oluyorlardı.
Bizde ise topluma egemen olan düzen “ Pişti” düzeniydi! Bu oyunda kağıtların sıralanmış bir gücü yoktu, her kağıt yerine ve zamanına göre değerlenebiliyordu. Ancak, bazı kağıtlara özel görev veriliyor, bu kağıtları simgeleyen güçler de ara, sıra devreye girip ortalığı temizliyordu!
Herkesin, her şey olabildiği bir toplum düzeni…!
Bizi, bizleri, Türkiye’yi bundan daha iyi anlatabilecek, açıklayabilecek bir örnek düşünemiyorum. Bir çoban, bir külhanbeyi, herhangi biri bu ülkede bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı olabilir. Zaman ve yere göre suç kavramı değiştirilebilir, yenilenebilir, yinelenebilir ve bir zaman suçlanan bir kişi başka bir zaman ve zeminde aklanabilir. Değişik kağıtlara verilen özel görevler, kendiliğinden de olabilir, dışarıdan da sağlanabilir.
Dünyaya yön veren A.B.D.’de ise durum İngiltere’den ve Fransa’dan daha değişiktir. Orada joker kavramı vardır. Joker bazı oyunlarda kullanılır, bazılarında ise jokersiz ama özel görevli kağıtlarla oyunlar düzenlenir. A.B.D.de en gözde oyun olan “ Kanasta “ jokerli veya jokersiz oynanabiliyor. Jokerli Kanasta’ya Siyah Kanasta, Jokersiz olanına da Kırmızı Kanasta deniyor.
Ancak, tüketim örnekleriyle çılgıncasına öykündüğümüz, “Küçük Amerika!” olmak üzere koşullandırıldığımız A.B.D.’de de yaklaşık olarak bizdekine benzer bir düzen vardır. Bu düzen bazen bir emekli askeri ( Dwight-İke- Eisenhower), bazen bir fıstık tüccarını ( Jimmy Carter ), bazen de ayyaş- alkolizm sağaltımı gören- bir sığır çobanını ( George W. Bush) başkan olarak seçtirebiliyor. Genel olarak baskın olan WASP ( Beyaz Anglo-Sakson Protestan) çoğunluğun istekleri dışında, örneğin Katolik inançlı (John Fitzgerald Kennedy) biri bu genellemeyi bozarsa da gereği yapılıyor, joker kullanımı devreye sokuluyor. Bu kez de aynı yöntem devreye sokulabilir. Eğer, bu yılın sonunda yapılacak olan başkanlık seçimlerinde ilk kez siyah derili bir başkan ( Barak Obama ) seçilirse, umarım sonu Kennedy gibi olmaz!
Bu karmaşık düzenini başka ülkelere, özellikle etkisi altına aldığı ve dolaylı olarak bağımlılaştırdığı ülkelere de dayatmak isteyen A.B.D. bunun için bazen dolaylı olarak, bazen de doğrudan girişimlerde bulunur.
Nedense, Türkiye’de iktidar olmak isteyen siyasetçiler seçimlerden önce görüşmeler yapmak üzere gittiği A.B.D.’nin etkisi altına girmekte bir sakınca görmemektedirler. O kadar ki, A.B.D.’nin elinin altındaki uluslararası siyaset ve ekonomik örgütlerinin( B.M., I.M.F. ve Dünya Bankası ) de katkısıyla desteklediği ve iş başına getirdiklerinden bazılarıyla değişen koşullar nedeniyle çıkar çatışmasına girdiklerinde joker olarak kullandıkları ve özel görevler yükledikleri kağıtlarla devirdiği bilindiği halde, yine aynı oyuna gelmekte bir sakınca görmemektedirler.
Çünkü Türkiye’de “Pişti” düzeni egemendir. Ve herkes zamanı ve zemini kollayıp, pişti yapacak bir kağıt olmak ya da verilecek özel bir görevle “ Bacak” ( yani ayak! ) olup, ortalığı temizlemek istemektedirler. İlginçtir, şimdilerde bu “ demokrasi” adına yapılmak istenmektedir!
Ve hiç kimse, hiçbir siyasetçi, kendini laik, demokratik, çağdaş, ilerici, aydınlanmacı, vatansever, cumhuriyetçi, ulusalcı sayan, ya da sanan hiç kimse; “ Pişti!’nin en güzel kağıtları olan “ güzel ikili” ve “ güzel onlu” olmak, kağıtları bir araya getirmek ve sayıların çoğunu toplamak istememektedir. Bunun için gerekli adımları atmamaktadır. Bir araya gelmek ve umutsuzca ve umarsızca bekleşen çoğunluğu kendilerine inandırarak, bir araya getirerek, bir güç birliğine gitmeyi düşünmemektedir.
Bu düzende, bu durumda umarım ülkemizin hukuksal, toplumsal bütünlüğü, düzeni ve vatanın bütünlüğü iskambil desteleri gibi devrilmez, devrilebilir görüntüsü vermez!
Umarım Türkiye, iskambil destelerinin, kağıtlarının devrildiği gibi bir durumla hiçbir zaman karşı, karşıya kalmaz! Umarım herkes aklını başına toplar. Amaçladığımız çağdaş toplumlar gibi bir düzen istiyorsak, oyunu, ama doğru oyunu ve de tüm kurallarıyla oynamalıyız. Bu da pişti gibi basit kuralların olduğu ya da kuralsızlığın kural olduğu bir oyunda değil, Briç gibi güç dengelerinin ve güçler ayrılığı ilkelerinin egemen olduğu ve kollandığı, birbirine saygı duyan güçlerin ve oyuncuların kural dışı davranışlara giremeyeceği denli düzenli bir oyunda, ortamda olanaklıdır.