FAHRENHEİT 451
Sıkıldım…Daraldım… ve de öfkeliyim…
Sıkıldım, sürekli gündem değişiklikleri ile oyalanmaktan, avundurulmaktan!
Daraldım, bitmeyen bir oyunun ebelenmekten vazgeçemeyen bir öğesi, oyuncağı olmaktan!
Öfkeliyim, halkımın yoksulluğuna, eğitimsizliğine, mutsuzluğuna bir çare bulunamayışından!
Sürekli yazılıyor, çiziliyor, uyarılıyor olsalar da gerek yöneticilerin, gerekse de yönetici adaylarının ya “dediğim dedik, çaldığım düdük!” saplantısında; ya da “ ben düzenime, dönemime, dümenime bakarım, gerisi beni ilgilendirmez!” umursamazlığında davranmalarından sıkıldım.
Uyarıcı, yönlendirici görevi üstlenen kamuoyu oluşturucularının ise yazılı ve sözlü eylemlerinin sonuç vermemesi karşısında kendi kendilerini doyurmaktan öte geçemediklerini görmek ise umutsuzluğumuzu daha da arttırmaktadır.
Sürekli sahneye konan bir oyunun oyuncuları olarak ezilen halkın aldığı rol değişmiyor, ancak başrollerdeki oyuncular sürekli değişiyorlar. Değişseler de her gelen bir öncekini, gideni aratıyor ve baskı, zulüm arttırılarak sürdürülüyor.
Anayasamızda da yer aldığı halde; halkın barınma, okuma ve sağlık gibi en önemli, yaşamsal haklarının bile eşit, adil ve yaygın bir biçimde dağıtılamadığı, yararlandırılamadığı bir ortamda insanların mutlu olabilme olanakları bulunabilir mi?
Devlet ne için vardır?
Devlet nedir ve kimin içindir?
Devlet halkını, vatandaşlarını sağlıklı, eğitimli, üretken çağdaş ve uygar insanlar olarak yetiştirmek, yaşatmak görevini savsaklayabilir mi? Devleti halk için, halktan aldığı yetki ile yönetmek için iş başına gelenler öncelikli olarak bunları sağlamakla yükümlü değil midir?
Güvenlik, can ve mal güvenliği mutlaka önemli… Ancak, önce bir malının olması ve de mutlu ve huzurlu sürdüreceğin bir yaşamının olması gerek!
Ama insanlar bırakın üretmeyi, edinmeyi, kazanmayı yalnızca yaşamlarını sürdürebilmeyi amaçlar gibiler.
Yokluktan, yoksulluktan mutlanmaya çabalayan insanlar öyle bir açmaza gelmişler ki:
“ Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” dercesine bir duyarsızlık ve kayıtsızlık içindeler.
Son güvenlik soruşturmalarından sonra insanların sinmişlikleri giderek daha da artmıştır.
Artık, başkaldırı ve sorgulama adına özgürlük ve katılımcılığın gereği olarak toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili yasalara uygun biçimde gerekli izinleri alan düzenleme kurulu dışında katılımcı da bulunamayacak korkarım bundan sonraki gösteri ve yürüyüşlerde…
Eğitimsizliğin, fırsat eşitsizliğinin bu çağda azalacağına arttığı bu ortamda insanlar düşünme, yorumlama, değerlendirme yetilerini yitirmişler ya da olağanüstü bir duyarsızlık ve boş vermişlikle sinmiş, kabuğuna çekilmiş bir görünümdedirler.
Değil bir kişisel ya da örgüsel tepki koymak, herhangi bir konuda görüş bile ileri sürmekten çekinmeye başlamışlardır.
Bu durum, “ Fahrenheit 451” durumu olarak adlandırılabilir. Bu, toplumbilimcilerin tanımlandırabileceği bir durumsa da, biraz gözlem ve değerlendirme sonucu herkesin görebileceği, tanı koyabileceği bir gerçekliktir
George Orwell’in 1948 de yazıp, yayınladığı “ Big Brother is watching you!- Büyük Birader sizi gözetliyor!” savsözüyle simgelenen ve insanların sürekli gözaltında tutulduklarının anlatıldığı bir kurgu roman olan ünlü 1984 romanında olduğu gibi… İnsanların gözaltında tutulmalarını, gördükleri bu baskıyı ve acıyı duyumsamalarına ve bundan duydukları rahatsızlığa karşın ellerinden gelebilecek bir karşı çıkışa, tepkiye kalkışamamalarının ve duyarsızlaştırılmışlıklarının anlatıldığı, insanlığın özgürlüğe ve bağımsızlığa düşkünlüğünün arttığı bir çağda bile yapılabilecek olan baskıların anlatıldığı karabasan gibi bir ortam…
Ray Bradbury’nin 1951 yılında yayınladığı “ Fahrenheit 451 “ romanında da benzer bir durum söz konusudur. Bu roman da egemen ve baskıcı güçlerin hoşgörüsüz ve ödünsüz bir sertlikle yönettikleri bir ülkede geçen kurgusal olayları anlatmaktadır. Özgür düşünceye, gelişime, ilerlemeye karşı olan baskıcı bir yönetimin neler yapabileceğinin en üst düzey örneği olabilecek bir ortamda olaylar; kitapların, romanların itfaiyeciler tarafından yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı gösteriler izlediği ve kitap bulundurup düşünen insanların hapse atıldığı, sürüldüğü hatta yok edildiği bir gelecekte geçmektedir. Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit'ta tutuşması gerçeğinden almaktadır. Aynı zamanda ünlü Fransız sinemacı François Truffaut tarafından da sinemaya uyarlanmış olan bu romanın sonunda okuyan, düşünen ve baskılara karşı direnen ve başkaldıran insanlar, kentli yaşamdan kaçarak doğaya sığınmakta ve bambaşka bir ortamda yaşamlarını birbirlerinden aldıkları güç ve destekle sürdürmeye çabalamaktadırlar.
Bu ortamda kimsenin adı yoktur. Herkes bir romandır. Birbirlerine ezbere okudukları roman adlarıyla seslemektedirler…
Ne dersiniz, hepiniz birer roman olmaya hazır mısınız?
Ben kendi romanımı seçtim bile… Ne dersiniz?
Sizler de seçecek misiniz?
Var mısınız bir romanı ezbere okumaya, o romanla adlandırılmaya, çağırılmaya?