İnsanın çocukluk sürecinde akrabalarından ve ailesinden kayıplar olunca yedisi, kırkı, elli ikisinin yapılması, kırk bir Yasin ya da mevlit okunması, ölümlerin sene-i devriyeleriyle birlikte nerdeyse Cuma namazı gibi en çok tekrar edilen ritüeller olunca ölümü ve getirdiği acıları unutmak pek de kolay olmuyor.
Her ölüm haberiyle birlikte yürekten ağza doğru yükselip boğazda takılan yumru size ben buradayım diye kendini hatırlatıyor…
Yaşanan bu büyük felaketin hemen ardından daha arama kurtarma çalışmaları bile doğru dürüst başlamamışken verilen selalar, kılınan gıyabi cenaze namazları, okunan mevlitler, Yasinler, ülke olarak kendimizi maalesef ilk görev konusunda değil de son görevler konusunda iyi hazırladığımızı gösteriyor.
Kuran okumayı ölülerimizin arkasından yapılması gereken bir görev olarak görmenin yanı sıra, falcılık ve gizli şifreleri arama ya da fal bakma amacıyla ve bir de ibadetlerde zorunluluktan yerine getiriyoruz. Ölenlerimize Arapçasından Yasin ve Tebareke okuyarak ruhlarına hediye etmek güzel bir şey mutlaka da Türkçe anlamında ne var, ne anlatılıyor? Mesela Yasin’i ve Tebareke’yi hiç merak edip açarak mealini ya da tefsirini okuduk mu?
Yasin’de Peygamberimize “Resul” yani peygamber manasına gelen kelimeyle değil de “Mürsel” kelimesiyle hitap ediliyor ve Medine’ye göç etmesine neden olan sıkıntılı süreçte yaşadıklarının daha önce kendisi gibi Mürsellerin (=önemli bir bilgiyle ya da görevle gönderilen kimselerin) de başına geldiğine atıfla onların yaşadıkları anlatılıyor özetle ilk iki sayfada.
Yorumcuların Antakya’da yaşamış Habib-i Neccar ve İsa peygamberin iki havarisi olduğu yönünde görüş belirttiği Mürsellerin görevinin ise “nezir etmek” yani insanları doğru yola sokmak için uyarmak olduğu da açıkça ifade ediliyor. Tebareke suresinde de peygamberimizin ben sadece “nezîr=uyarıcıyım” demesi gerektiği ifade ediliyor.
Yani önemli bir görev için gönderilmiş, o görev için bilgilendirilmiş, eğitilmiş bu kişilerin görevi insanları doğru yola sokmak için uyarmak. Başka asli bir görevleri yok. Bu kişilerin doğru kimseler olduğunun işareti olarak da sahip oldukları bilgiyle yaptıkları uyarı karşılığında herhangi bir ücret talep etmemeleri ve insanların yaptıkları bu uyarı sayesinde tehlikeyi görmesiyle maddi menfaatleri bozulacak olanların da onları yalanlamaları, “Bunlar da bizim gibi insan”, “Bizde olmayan bilgi bunlara niye verilmiş olsun ki” demeleri. Adeta bilgisayarı ve interneti var diye her şeyi bildiğini sanan günümüz klavye çokbilmişlerinin teknolojik olmayan versiyonu…
Konuyu özetlemek gerekirse; Mürsel ve Nezirler yani bu özel insanlar herkeste olmayan özel bir bilgiye sahip olup, bu bilgiyi ücretsiz olarak iletmeleri gereken kitleye ulaştırmaya çalışıyorlar ve para ya da makam mevki sahibi olmaktan başka hiçbir amacı ya da özelliği olmayan cahiller de Habib-i Neccar döneminden bu yana bu insanları susturmaya, sesini kısmaya ya da yok etmeye çalışıyorlar.
Bu yana dedim, zira Mürsel ve Nezir kelimelerinin ilginç tarafı peygamberler için kullanılsa da sırf peygamberlere özgü bir tanımlama olmaması.
Bizden hiçbir ücret talep etmeden fay hattına ev inşa etmeyin diyen profesörler, ormanları yok ederseniz ülkemiz çölleşir diyen orman mühendisleri, sağlam binaların nasıl inşa edilmesi gerektiğini söyleyen inşaat mühendisleri ve mimarlar, tarımın devamının sağlanması için çiftçileri uyaran ziraat mühendisleri, her bitkisel ürünün zararsız olmadığını ifade edip ilaç formunda olan içeriğinde ne olduğu belli olmayan ürünlerin ölümcül sonuçlara sebebiyet verdiğini söyleyerek halkı uyaran eczacılar, sağlıklı bir toplum ve bireylerin oluşması için uyarılarda bulunan alanında uzman akademisyenler…
Bunlar ve burada sayamayacağım kadar çok sayıda toplumun ve ülkenin yararına özel bilgilerle donatılmış olan ve insanlara bu bilgiyi aktarıp uyarmaya çalışan insanların hepsi Mürsel ve Nezir görevini yerine getirmeye çalışıyor…
Bunun yanı sıra “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” düsturunun hayata geçmiş canlı örneği olarak eczacılar deprem anında kimse çağırmadan bölgeye koşuyor, kendi kendine organize oluyor, eczane açıyor, ilaç oluyor, doktorlar sahra hastanesi kuruyor şifa oluyor…
Buna karşılık toplum olarak biz ne yapıyoruz peki?
“Bu tamamen bitkisel bir ürün, ne zararı olacak ki canım?” diyen şarlatanların halk sağlığını bozması için gereken her türlü teknolojik ve yasal zemini hazırlıyor, şişmanlık, saç dökülmesi gibi istismara açık alanlarda her aklına esenin çıkardığı sözüm ona doğal ve zararsız ilaç formunda hazırlanmış ürünlerin her türlü ortamda satılmasına serbest piyasanın kuralı bu diyerek yol veriyoruz…
Üstelik bu durumlara izin veren yetkililer de Mehmet Akif’in Çanakkale şiirinde bahsettiği “Asım’ın Nesli” olduğunu ya da o nesli yetiştirmeyi hedeflediğini iddia edenler…
Madem İstiklal Marşımızın yazarı Merhum Mehmet Akif’i referans alıyoruz, bırakalım da bu yazının son sözü de ona ait olsun:
İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de;
Bir ibret aranmaz mı ayetlerde?
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için
…
Ecz. Kadir Sedat Sofugil
basareczanesi@gmail.com