Sinemada hayranlıkla izlediğimiz Cüneyttt karşımızdaydı…

Doğup büyüdüğüm Keban'da, oraya buraya koşuyordu. Tıpkı filmlerindeki gibi… Sene 1981. O zamanlar gerçek bir doğa harikası olan zamanın Çırçır'ında yönetmen Çetin İnanç heybetli sudan korkan figüranlara kızıp, hiç bilmediği netameli suya girince, bizim meşhur girdap önce üç beş defa batırıp batırıp çıkardı… Hoşgeldin faslıydı bu. Ardından uğurlama faslı başladı… Keban Çayı'nın soğuk, şiddetli ve iri kayalarla dolu akarına kapıldı gitti.

Film mi çekiliyordu, film mi izliyorduk yoksa filmin içinde miydik anlamamıştık... Gerisini bir belgesel gibi izledik... Cüneyt, aşağıda hemen köprünün altında, karşıdan karşıya kalınca bir ip atmış ve şiddetle akan Çay’ın üstüne sıkı sıkıya germişti... İlk gençlik çağının merakıyla ne yapıyor diye iyice yanına yaklaştım. Gerçek miydi bu? Üstü çıplaktı Cüneyt’in... Doğal bahçe duvarı mormorik (böğürtlen) dikenleri eğilip geçerken sırtını verevine baştan sona yırttı, sırtı kan içinde kaldı. Filmlerdeki gibi boya filan değildi… Aldırmadı. Filmin sadece başrol oyuncusu değil figüranı, set işçisi, yönetmeni, senaristi, halka ilişkiler sorumlusu, kısaca her şeyiydi.

Gerçek bir sinema emekçisiydi... Yönetmen Çetin İnanç kontrolü iyice kaybetmiş biçimde, bata çıka köprüye doğru gelirken, “ipe tutun” diye bağırdı. Çetin İnanç ipe tutunup biraz altındaki kocaman kayaya çarpmaktan kıl payıyla kurtuldu... Cüneyt'in sayesinde ucuz atlatıldı. Gözlerimle gördüm, tanığıyım. Bu olayı, sonradan “jet yönetmen” nam Çetin İnanç bir röportajında keyifle anlatacaktır.

Daha sonra, filmin her şeyi olan Malkoçoğlu Cüneyt Arkın’ın hazırladığı film setinde; yani elleriyle gerdiği, önce tek taraflı sıkıca asıldığı, sonra karşılıklı bağladığı bu iple Çay’ın üstünde birkaç plan daha çekildi. Filmden görebilirsiniz. Figüranlar korku ve kramp bahanesiyle devre dışı kalınca, bu sahneler, aralarında benim bir büyüğüm olan Mustafa Abim de olmak üzere Keban’ın gençleriyle tamamlandı. Ama Cüneyt…yani hepimizin Kara Murat’ı, yani filmimizin mühendis Murat’ı hep oradaydı ve her sahneyi korkusuzca yönlendiriyordu.

Cüneyt Arkın'la filmleri dışında gerçek yaşamda yüz yüze böyle tanıştım. Meraklı bir yeniyetme olarak Keban'da, Su filminin çekimlerinde… O nereye gitse hepimiz oraya gidiyorduk. Bir film; çekilirken, çekenleriyle birlikte ancak böyle seyredilebilirdi. Sonra sadece seyretmekle kalmadık tabi hepimiz filmde oynamaya da başladık.

Her şeyiyle ve her haliyle tam tamına filmlerindekinin aynısı olan üst düzey yetenekli bir efsaneydi... Atlayan, zıplayan, dublör kullanmayan, hatta dublörün yerine de oynayan, hareketli, becerikli, sportif ve zeki adamı görünce istemsiz saygıyla kalakalmıştım. O gün bugündür nerede ve nasıl olursa olsun adı geçince hep manevi bir saygı duruşuna geçer ve övgüyle anlatmaya doyamam… İş ahlâkı nedir, insanın söyledikleriyle yaptıkları nasıl aynı olur, görüntüyle gerçek arasında farkın olmadığı kişilik nedir; bunun ilk örneği Cüneyt Arkın olarak hep zihnimde yer etti.

Filmin devamında benim de mezunu olduğum Atatürk İlkokulunun bahçesinde Cüneyt'i dövme sahnesinin genç figüranlarından biriydim. Müteahhit Orhan Günşiray’ın kışkırtmasıyla halk olarak idealist mühendis Murat’ı dövecektik. Orhan Abimiz arabasından inip bizi yararak Cüneyt’in yanına gider, konuşurlar, sonrasında iş bize düşer. Cüneyt’in sinemada nadiren dövüldüğü sahnelerden biridir, bana da nasip olduğu için hatırlatmadan geçmek olmaz. Dövme sahnesinde Orhan Günşiray ve Cüneyt Arkın dışındaki oyuncuların hepsi ilçeden güçlü kuvvetli, yakışıklı gençlerdi. Anlayacağınız figürasyona halk el koymuştu.

Sırf, -filmlerinde bile dövülmemiş- Cüneyt'i dövdük diyebilmek ve ileride bununla övünebilmek için gerçekten vuranlara iki üç tekrardan sonra "Arkadaşlar sizi çok iyi anlıyorum ama biz bir film çekiyoruz siz beni gerçekten dövüyorsunuz, yapmayın film çektiğinizi unutmayın” demişti ve zarafeti karşısında bir kere daha saygı duruşuna geçmiştim. E bizimkiler de haklıydı ama Kara Murat Cüneyt’i dövmek kaç faniye nasip olmuştu ki…

Komşumuz Seyfettin’i (Aydemir) daha önce hiç yapmadığı bir işte, oğlu rolünde aslanlar gibi oynatan da oydu, “film icabı” Keban Barajı yıkılırsa hem filmde hem film çekilirken halka “nasıl paniğe kapılması gerektiğini” öğreten de… Şimdi, bu filmi yeniden izlerken hem abimin gençliğini görüyorum hem çocukluğumu, hem mahalle arkadaşlarımı, hem Aliye Rona’ya koşmamak için direnen Zeynep teyzemi, hem de giderek köyleşen renkli ve hareketli bir ilçenin güzel geçmişini… Daha ne olsun! Bundan güzel bir iz bırakılır mı bu fani dünyada...

Cüneyt Arkın’ı belki bedenen yitirmiş olabiliriz...

Ancak sanatçı soluğu kuşaklar ötesine yetebilecek denli yetenekli; zeki, halkı anlayan, yazan, çizen, okuyan, emek veren gerçek bir sanatçının, bu plastik kahramanlar çağında sadece ülkemizin unutulmayanları arasına girmekle kalmadığını; yaşamımızın ve ilçemizin en güzel çağını renklendirerek kalbimizde teşekkürle yaşadığını yüksek sesle söylemeden geçmek olmazdı. Kişisel tarihimizde ayrı bir yeri var Cüneyt Arkın’ın. Her gördüğümüzde bizi güzel geçmişimize götüren apayrı bir yeri…

Çok üzüldük, hiç düşünmedik ölebileceğini, çünkü o Cüneyt Arkın'dı. Kurtarıcı, cesur ve halk kahramanıydı.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat