Ecz. Erdal Kart
Mali Genel Kurullara Doğru: “Bolivar’ın Yükü Çok Ağır”
Bolivar, O. Henry takma adını kullanan William Sidney Porter'ın "Bolivar İki Kişiyi Çekemez" hikâyesinde geçen meşhur attır. Tren soygunu gerçekleştiren iki soyguncunun hikâyesini anlatır. Hikâyeye göre soygundan kaçış esnasında iki soyguncudan birinin atı yaralanır. Soyguncular mecburen bir süre tek atla yol giderler. Mola için durdukları sırada soygundan elde edilen ganimeti bölüşmeye başlarlar. Atı yaralanan soyguncu kendisini yarı yolda bırakmadığı için arkadaşına minnetle şöyle der: “Senin gibisi bulunmaz.” Tabii sözünü bitirmeden alnına dayanmış haldeki silahın soğukluğunu şakağında hisseder. Silahı dayayan soyguncu, perişan şekildeki atını gösterir: “Ben de senden iyisini bulamam ama görüyorsun ki atım Bolivar iki kişiyi çekemez!”
Bu hikâyeye tekrar değineceğiz ama şimdi asıl konumuza giriş yapalım. Bölge Eczacı Odaları ve Türk Eczacıları Birliği 6642 sayılı kanun gereği yılda bir defa olağan seçimsiz genel kurul, iki yılda bir de olağan seçimli genel kurul yapar. Bildiğiniz üzere Türk Eczacıları Birliği’nde geçen yılın Kasım ayında bir seçim gerçekleşti ve yönetim değişti (Kimileri, TEB yönetiminde sanıldığı gibi bir değişiklik yaşanmadığını ileri sürüyor ama yazımızın konusu bu değil). Eylül ayında yapılacak Eczacı Odası genel kurullarını, geçmiş yıllardan ayıran önemli konu ise bu dönem eylemlilik sürecine tanıklık ediyor oluşumuzdur. Hatta şu sıralar TEB Merkez Heyeti Üyeleri, Bölge Eczacı Odalarını ziyaret edip eylemlilik kararınını anlatıyor ve katılımcılara “Meslek İçin Ayakta Mıyız?” sorusunu soruyor. Toplantılara katılan meslektaşlarımın bu soruya ne yanıt verdiğini bilmiyorum. Ama ben de şu soruların cevabını merak ediyorum:
1-)Meslek örgütü yöneticilerimiz, eczacılar arasında konuşulan "Kepenk kapatacak mıyız? Büyük eczacı mitingine yeterli katılım olur mu? Eylem için geç kalmadık mı? Eylem planı bu haliyle işe yarar mı?" şeklindeki endişeleri dikkate alıyor mu?
2-)"Ben eczanemi kapatmam." diyenlerin sayısı sanıldığı gibi az değil. Meslek örgütü yöneticilerimizin böyle düşünen meslektaşlarımızı ikna etmek gibi bir planı var mı?
Popülerlik ve hamaset kokan yüzeysel siyaset yerine tüm ülkedeki eczacılarımızın katılımını sağlayacak örgütlenme aşmasına geçmek gerektiğine inanalardanım. Çünkü son dakikaya bırakılan örgütlenme çalışmaları başarılı olamaz. Mesleki örgütlülüğümüzle övünüp duruyoruz ama bazen gerçekleri görmek gerekir. Anayasal bir hak olan eylem yapmanın ağır bedellere mal olduğu bir dönemden geçiyoruz. İdarenin icraatlarına itiraz edenlerin vatan haini ilan edildiği bir hükümetle karşı karşıyayız.
Maillerinize gelen yol haritasını hepiniz görmüşsünüzdür. Geniş bir zamana yayılmış, katılımcıları ve muhatapları uzun bir bekleyişe sürükleyen, eylemsiz bir eylemlilik… Edebiyatla haşır neşir olan meslektaşlarımın gayet iyi bildiği Samuel Beckett tarafından kaleme alınan ünlü bir eser var: Godot'yu Beklerken. Eylemlilik sürecinin nihayete ermesini biz eczacılar da Godot'yu bekler gibi bekliyoruz… Bakalım bu bekleyiş neler getirecek?
Bu eylemlilik sürecinin yükü ağır çünkü Kamu eczacıları mağdur. Ek ödeme yönetmeliği şuanda eczacılar açısından kabul edilebilir bir noktada değil. Eczacılık fakültesi enflasyonu ülkenin gerçek enflasyon rakamına yaklaşıyor belki de geçecek. Taş binalar içerisinde öğrenciler var ama eczacı görmeden mezun olma yolunda gidecek bir sistem ve köhne düzen hâkim. Öğrenciler akademik ve teknik alt yapıdan yoksunlar. Diğer tarafta genç eczacıların işsizlik kaygısı her sene bir önceki seneye göre artıyor. Eczane eczacılar ise yıllardır düzelmeyen İlaç Fiyat Kararnamesi, artan eczane giderleri ödenmeyen Kamu Kurumu Iskontoları ve bir türlü tatmin edici kazanımın olmadığı SGK Protokolleri ile ayakta kalmaya eczanesini idare etmeye çalışıyor. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız kimi zaman sorunları /dertlerini anlatacak mecra bulamıyorlar. Daha neler neler…
Sorunlar birikiyor çözümler ise gıdım gıdım veriliyor. Baktığınız zaman da bizim dışımızdaki sağlık çalışanları almasını gereken hakkı pek de güzel alıyorlar. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki: “Hak verilmez alınır” ve bu düstur ile mücadelelerini veriyorlar. Bizdeki durum çok mu yavaş ilerliyor ben mi hüsnü kuruntu yapıyorum bil(e)miyorum. Yoksa yukarıda bahsettiğim konulardan dolayı yönetim kademesinde bulunanların da benim gibi kaygıları var mı? Temkinli davranmakta pek tabii yarar görüyorum. Hatta ben de bürokratik temastan vazgeçilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim ama yavaştan da hareketlenmenin zamanı gelmedi mi? Salt bürokratik temasla da bu işin çözülmeyeceğini 14 yılda anlamış olmalıyız. Çünkü bürokrasinin İFK’ ya dair çözümünü tüm eczacılar gördü. İFK güncellenmedi söylemimizi elimizden almak için devede kulak bir güncelleme yaptılar. Türkiye’deki ilaç yokluğuna asla çözüm olmayan İlaç zammı bu sene ikinci kez yapıldı. Sonuç hastalar hala eczane eczane gezip ilaç arıyor ve dahi ilaç fiyat farklarının altında günden güne eziliyorlar. Eczacı mağdur, eczane çalışanı mağdur, ecza depoları mağdur ve en önemlisi bir halk olarak hepimiz mağduruz. İşte bu süreçte kendimizi iyi anlatmalıyız.
Eczacılar neden eyleme gidiyor? Sorusunun cevabını halka iyi anlatmak gerekir. Bana göre bu sorunun cevabı şu olmalıdır.
Eczacılar; İlaç yokluğu çözülsün halk ilaç sıkıntısı çekmesin, halkın cebinden ilaca çıkan harcama azalsın, eczacılık mesleğinin geleceği kararmasın yarınlara taşınsın ve daha iyi bir sağlık ve ilaç hizmeti verebilmek için eyleme gidiyor.
İşte bu atmosferde eylül ayında gerçekleşecek olan mali genel kurullar çok büyük önem arz ediyor. Çünkü bir yandan oda yönetimleri bizlere 1 yıllık değerlendirme raporunu ve yaptıklarını sunacak öte yandan bir sonraki yıla dair de fikirleri duyacağız. Bu mali genel kurulların hem eczacıların eylem sürecine nasıl daha çok katılabileceğinin, hem demokratik kamuoyuna ve halka derdimizin ne olduğunu iyi anlatarak halkı yanımıza almanın bu sürece dâhil etmenin yollarının konuşulduğu bir zemin olması gerektiğini düşünüyorum. Bir sonraki dönemlerde ise bazı şeylerin artık değişmesi ve bunun adımlarının da atılması gereken toplantılar olmalıdır. Özellikle seçim sathına girilmeden demokratik bir zeminde tartışmamız ve hayata geçirmemiz gerekenler var. Bu yazacaklarımın artık vakti geldi de geçiyor bile. Bir; genç, kadın ve kamu temsiliyetini yönetimlere yansıtacak adımlar atılmalıdır. İki; seçimi kazanmaya değil belirli bir plan-program ve ilkeler doğrultusunda bir araya gelmiş isimlerden oluşan yönetim listeleri belirlenmelidir. Üç; yönetim kademesinin hangi alanında olursa olsun artık meslek örgütü geleneğimize 3 dönem kuralı oturtulmalıdır.
Değerli meslektaşlarım işin özü sadece kişilerin değişmesine endeksli, her ne olursa olsun iktidara gelmek için oluşturulan birliklerin/birlikteliklerin eczacılık mesleğinin sorunlarını çözemeyeceğini, meselenin bir paylaşım kavgasına dönüşeceğini defalarca yaşayarak gördük. Sorunların çözümü için karnından konuşan/guruldayan değil gürül gürül konuşacak ve gürüldeyen yönetimlere/yöneticilere ihtiyacımız vardır. Bunu kabul etmeli ve kararlarımızı bundan sonra buna göre vermeliyiz.
Bu eylemlilik sürecinin ve mesleki örgütlülüğün yükü çok ağır çünkü eczacılık mesleği bir çıkmazın içinde kalmıştır. Yazımın başlığında belirttiğim gibi “Bolivar’ın Yükü Çok Ağır”. Okuduğunuz üzere hikâyede Bolivar’ın sahibi onu bu yükten kurtarıyor bakalım “değişen” TEB yönetimi bizi bu yükten kurtarabilecek mi? Yoksa Bolivar yükün altında mı kalacak. Hep birlikte göreceğiz.