Ecz. ERDOĞAN ÇOLAK

 

TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ

MERKEZ HEYETİ BAŞKANI

ANKARA

 

 

Ülkemizde üniversite eğitimi görerek eczane açma ve işletme hakkı ve tekeli olan eczacılara karşı 2001 yılında ithal ilaçlarda %5’lik kâr indirimi, 2002 yılında yaptığımız 1,5 günlük kepenk indirme eylemine rağmen  %10’luk ilk bedelsiz kamulaştırma ve %3’lük ilaç firması ticari iskontosu  kaybı ile başlayan eczacının kâr kayıpları  MHP’li Sağlık Bakanı Durmuş’un katı ve tavizsiz tutumu ile bilinçsiz, yetersiz   ekonomi politik görüşünden  kaynaklanmıştır.

 

O herkesi imrendiren ve kıskandıran %100’e yakın oranda uygulanan kepenk indirme eylemimizi kıran o zamanın Birlik Başkanı Domaç bu tavrının hesabını vermeden İstanbul’un ihraç kararına rağmen sizler tarafından bağırlara basılmıştır.

 

İşte bu bağıra basma olayı eczacıların binlercesinin bundan sonraki tepe taklak gitme sürecine büyük katkılar yapmıştır.

 

Bir çok eczacı odası yaptıkları yanlış tercihten kurtulma cesaretini göstermek şöyle dursun bile bile bizleri uçurumun kenarına götüren kararlara imza atılmasına koltuk uğruna, makam uğruna yani kişisel ikbal uğruna seslerini hatta gıklarını çıkarmadıkları gibi kendilerine göre uzak görüşten yoksun gerekçelerle savunmuşlardır.

 

2004 ilaç alım protokolü binlerce eczacının idam fermanı hatta serv’i olmuştur.

 

*

 

Emperyalist ülkelerin sömürgeciliğinin ülkemizde ilk belirleyici göstergesi olan Tanzimat kafasının Osmanlı’dan beri değişmediği ve bunun da  sonuçta sermaye sahiplerini baz alan demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi ilk başta kimsenin red edemeyeceği kavramlarla süslendiği ülkemizde AB’ye girme projesi ile sömürgeciliğin kabulünde ki yeni bir versiyon 2002 yılında AKP iktidarı ile eski hükümetlere göre daha bir dolu dizgin yürürlüğe konulmuştur.

 

Tanzimat kafası emeğin değil de sermayenin özgürleşmesini, sermayenin haklarını, sermeye endeksli demokrasiyi, sermayederlerin insan haklarını savunan yapısına ayrılıkçı ve etnik grupların emperyalist sömürgecilerin güdümünde palazlanmasına destek vermeyi de ilave ederek aklınca kendini yenileyerek geliştirmiş ve buna da yeni dünya düzeni diyerek  emeği dışlayan, sömüren düzeni değiştirilemez kabul ederek çağdaş kabul etmiştir.

 

Adına ister 2.Cumhuriyetçiler, ister  neo-liberaller, ister küreselci sermayenin egemenliğini kabul eden neo-sosyalistler ve neo-islamcılar deyin, hepsi özünde emperyalistlerin sömürgeciliğini kabul etmiş neo-tanzimatçılardır.

 

İnsanların emekleri, hepimizin olan yer altı yer üstü kaynaklarımız  bir bir sömürgeciler tarafından yerli işbirlikçileri  marifetiyle talan edilmeye başlanmış ve son hızla hukuk tanımadan keyfice ve zorbaca halen devam etmektedir.

 

*

 

Süreçte, Türk Eczacıları Birliğini ve eczacı odalarını da bu neo-tanzimat kafasına sahip kişiler yönetmeye başlamıştır.

 

Kendilerine yandaş ve destekçi eczacılar bulmuşlardır. Bu gün SGK cirosunun yarısını eczacıların %10’u ellerinde tutuyorsa, işbirlikçiliğin boyutunu ve amacını anlamak çok kolaydır.

 

Sermayesi kısıtlı ve emeği ile geçinen binlerce eczacı bu düzene ilk feda edilecekler arasındadır. Emeği ile geçinen küçük sermayeli cirolu eczanelerin içinde sistemi ve işleyişi sorgulayabilenleri yıllardır dayanışma  ve paylaşmadan söz ederek hep birlikte yaşamak, var olmak düşüncesinin  gücünden, kuvvetinden bahsederek meslek odalarında yönetici olmuşlardır.

 

Zaman,  bu tip eczacılar arasında erozyonların oluşmasına ve koltuk ve makam için özünü ve çıkış noktalarını terk etmelerine tanık olmak ve bunlarla mücadele etmekle geçmiştir.

 

Bu mücadele dışarıdan bakınca hiç de öyle kolay bir şey değildir. Kardeşin kardeşi tanımayacak hale gelerek 180 derece çark etmesi ve bunun anlatılmasında ki güçlükler, yaşanmışlıkların bir noktada herkesi bağlaması, dışarıdan çelişkili durumlar olarak görülmesine ve yine içlerimize sızmış bilinçsiz ve çıkarcı eczacıların dönenler tarafından çıkarcılıkları gıdıklanarak kullanılması karşısında dönenlerin görece sayısal üstünlüğünün demokrasi diye yutturulması karşısında verilen mücadele kayıkçı kavgası diye algılanmıştır.

 

Bu durum eczacıların hep birlikte var olması yerine sadece kuvvetli sermayeleri olanların kalmasını yeğleyenlerin ellerini ovuşturmalarına ve yönetimlerde boy göstermelerine neden olmuştur.

 

Tabii ki sistemin saldırısına karşı hala samimi, içten herkes için bir şeyler yapmak isteyenler sandık demokrasisine zaman zaman yenik düşmüşlerdir. Bunların bir kısmı koltuğa kavuşmak için ödünler vermiş ve verdikleri ödünlerle bir şey yapmaları mümkün olmadığından vaziyeti idare ederek zamanla yozlaşmışlardır.

 

Yapısı itibarıyla sermaye kuruluşları olan eczaneler küçük burjuva kültürlerinin de etkisiyle bireysel kurtuluşu tercih ederek, dayanışma ve paylaşma kültürsüzlüklerinin de etkisiyle bu gün içgüdüsel veya bilinçli olarak savuna geldikleri kapitalist sistemin yeni versiyonuna teslim olmak üzeredirler.

 

Ancak hala binlercesi olan bitenin tam anlamıyla  farkında değillerdir ve hala süregelen sistemi sorgulama konumunda değillerdir. Sistem küçük büyük demeden herkese tokatı vurmaktadır.

 

Bu durumda meslek örgütü yöneticilerine büyük işler ve zor görevler düşmektedir. Hele sol geçmişi olan yöneticilerin olan biteni net görebilmesi diğer muhafazakâr, esnaf ve tüccar zihniyetli yöneticilerden daha bir olanaklıyken, uygulanan yeni dünya düzeninin getireceklerini görerek makam ve koltuk uğruna aymazca hem sisteme hem de bu tip yöneticilere teslim olmalarını hala kabul edemiyorum.

 

Artık her şey o kadar netleşti ki, o muhafazakâr, esnaf, tüccar zihniyetli eczacıların ve yöneticilerin bir kısmı işin ciddiyetini gördüler. Kendi alıştıkları ve yıllardır savundukları sistemin kendi evlatlarını yiyen hayvanlar gibi kendilerini yeme niyetlerini gördüler.

 

Bu ortam ve gelinen bu bilinç düzeyi yöneticilerin hem işini hem de mücadeleyi daha bir kolaylaştırıyor.

 

*

 

Tüm bu gelişmeler ve dalgalanmalar olurken, yönetici olarak ülkemizi ve dünyayı iyi okumak ve algılamak durumunda olabilme kapasitesindeki kişiler teslimiyetle  bireysel kurtuluşun olamayacağını  kabul etmekte hala ayak diriyorlar.

 

22 temmuz 2007 genel seçimleri öncesinin, hak arama  mücadelesinin yapılacağı o çok müsait ortamında arkanda onca eczacı odası olmasına rağmen herkesin karşı çıktığı o protokole  imza attın. Heyetinde bulunan diğer üyelerin attığın imzaya resmi muhalefet şerhi koyduğunu bu güne kadar duymadım ve kimse de bu konuda resmi açıklama yapmadı.

 

Bu tavrının sebebini Neo-Tanzimat kafasını benimsemiş Domaç etkisi  olarak  gördüğümü belirtirken, yeni dönemde birkaç siyasi saptamanın dışında bu tavrından vazgeçeceğine dair kesin ipuçlarını hala göremedim.

 

14 Mart 2008 tarihi itibarıyla başlayan AKP’nin kapatılması ve 71 kişiye siyasi yasak konması istemli dava açılması talebi Anayasa Mahkemesince 31 Mart 2008 günü kabul edildi.

 

Erdoğan Çolak, yine yeni bir süreç başlıyor ülkemizde.

 

AKP can derdinde. Sömürgeci AB ülkeleri ve ABD destek çıkıyor tabii ki bir dediğini ikiletmeyenlere. İçeriden de taraftar desteği var. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak da. Çünkü dibe vurmalar başladı ve daha da başlayacak.

 

Eczacı da can derdinde.

 

SSGSS yasa taslağında gerçekten eylem yapanlar adlı adınca, korkmadan seslerini çıkaranlar  bir bir hükümete geri adım attırıyorlar.

 

Biz niye geri adımlar attırmayalım. Neyimiz eksik?

 

Bakın, eksiğimiz sadece sizlersiniz, yani  korkmayan gerçek yönetici eksikliğimiz var.

 

Eczacının sesi meclisimizin kararı üzerine birliğimize gelip sizinle görüşen arkadaşlarım sanırım onları  Domaç’tan farklı olarak üstten, tepeden bakmadan katılımcı ve paylaşmacı izler taşıyan bir şekilde samimice karşılama biçimine teşekkür etmişler.

 

Bu teşekkürün bu faslına katılmakla beraber esas teşekkürü hala hak etmediğine inanıyorum.

 

Eczacının uğradığı haksızlıkları gündem etmende sıkıntı var.

 

Emek platformuna katılışın ve eylemlere ortak oluşun iğreti görünüm veriyor.

 

Aynı iğreti görüntüyü bizim İstanbul eczacı odamızın yöneticileri de veriyor.

 

Eczacının yangınını dile getirmeyen yok. Sizlerde dile getiriyorsunuz, ancak gereğini bir türlü yapmıyorsunuz.

 

Bu tip eleştirileri  İstanbul’da eski oda başkanına söyleyince, “çok biliyorsan gel sen yap” derdi. Ama bir türlü de koltuğu bırakmazdı.

 

Sizlerde kolaysa gelin yapın derseniz;

 

Talibiz, gelir ve yaparız.

 

Kamuoyunda hiç kimse eczacının sıkıntılarını net olarak bilmiyor. Hep parasal geç ödeme gündeme getiriliyor. Bir de hala halk dahil toplum, dükkan sahipleri, vergi daireleri eczacılığı parasal zenginlik yaratıcı meslek sanıyorlar…

 

Eczane sahibi eczacı olarak biz mi tek tek anlatacağız yangınımızı yoksa seçtiklerimiz sizler mi?

 

5510 sayılı SSGSS yasasına karşı yapılan eylemlerde eczacının adı ve görüşleri gerçekte kamuoyunca bilinmiyor. Doktorlar, diş hekimleri, mühendisler iş yeri kapatma eylemi yapıyorlar. Başarısı nedir bilmiyorum ancak eczacıların tepe örgütü olarak eczanelerinde diğerleriyle aynı eş zamanlı kapatılacağına dair bir açıklamanızı görmedik.

 

Sanki onların hepsi kapattı mı?

 

Adamlar ortaya çıkıp kapatıyoruz diyorlar, örgütlerine talimatlar veriyorlar. Kolay mı demeyin yine. Samimice denersin, yüreklice çabalarsın, Yaptın yaptın, yapamadın gidersin.

 

Katıldığımız eylemlerde eczacının adı yok.

 

Onların kuyruğuna takılmış vaziyette göstermelik içi doldurulamamış eylemlilik yaparak, hala biz solcuyuz  aldatmacasının kime ne faydası var. Kağıt üzerinde solculuk, eylemlilik ve hak arama mücadelesi olmaz. Tarihten ve geçmişten, yapılanlardan ders almak hataları tekrarlamamak olgunluğuna geldik hepimiz.

 

Erdoğan bu şekilde olmaz. Bu şekilde kimse seni kaale almaz, ciddiye almaz.

 

Domaç ve TEB’e yerleştirdiği Neo-Tanzimat kafası anlayışından TEB’i temizlemeye niyetin yoksa açıkça söyle.

 

Eğer niyetin varda gücün yetersiz kalıyorsa onu da söyle, gerçekten samimice hiçbir beklenti içinde olmadan destek olalım.

 

SGK ile görüşmelerinde, kurduğunuz komisyonların hazırladığı SUT ve protokol taslağını savunuyormuşsun.

 

Eczacı  tabanı daha PROTOKOL  taslağının ne olduğunu bilmiyor. Kırmızı çizgilerinizi bilmiyor. Neden duyurmuyorsun?

 

Neden bu taslağın tüm eczacı odalarının tabanlarının görüşüne sunulup sunulmadığını sorgulamıyorsun?

 

İstanbul eczacı  odasının sol geçmişi olan Çağdaş odayız demesine ne kadar inanıyorsun da, 5.000 eczanenin hiçbirinin  haberdar olmadığı görüşleri nasıl İstanbulun görüşleri diye kabul edebiliyorsun?

 

Kağıt üzerinde iş yapma alışkanlığını bırakmadan, gerçek katılımcı ve dayanışmacı ve de paylaşmacı tavır göstermeden kurtuluşun olamayacağını binlercemiz  yok olduktan sonra mı anlayacaksınız?

 

SUT taslağı hazırlamak sizin işiniz mi?

 

SUT bir şartnamedir. SUT’un eczacıyı ilgilendirmesi için reçeteyi yazma hakkının ve teşhis ve tedavi hakkının eczacıya verilmesi gerekir. Yahut her eczacının kendisine bağlı olarak çalışan  doktorları olmalıdır. Tabii ki böyle bir şey olamaz.

 

Devletin istediği evsaf ve şartta ilacı bizim temin ederek hastalara sunmamızın önünde devletin kendisi engeldir.

 

İlaç alım ve satım anlaşması hukukta mal alım satım anlaşması statüsündedir. İstenen malı satıcı, alıcının istediği evsaf ve şartta kendisi temin eder ve sunar. Alıcı devlet kendisine sunulan malın istediği şartta olmadığını belgeli kanıtlı ispat ederse, satıcıya malı iade eder ve bedelini ödemez.

 

Bizde öyle mi?

 

Benim yerime devletin adına çalışan doktor evsaf ve şartı  belirliyor, ben doktoru denetliyorum  Peki eczacının  aldığı eğitimle doktorları denetlemesi ne kadar mümkündür?

 

SUT’a uygun ise ilacı veriyorum. Yanılırsam zarar ediyorum ve işin ilginç yanı devletin kurala uygun değil veremezsin (herhalde bilimsel verilerle karar vererek) dediği herhangi bir emtia değildir, ilaçtır ve hasta onu kullanıyor.

 

SUT’a uygun değil diyerek hastanın kullanmasına kağıt üzerinde izin vermediğin ilacın bedelini eczacıya ödemiyorsun ama hastanın, o ilacı pratikte yutmasına, uygulamasına  göz yumuyorsun.

 

Bu ne yaman çelişki. İnsan bunun neresinde sorarım hepinize.

 

Ayrıca devletin (sağlık hizmeti satın alınan özel sağlık  kurumunun adına da çalışan aynı kategoridedir) adına çalışan doktoru denetlemek  eczacılar arasında ciddi yolsuzluk sebebi oluşturuyor.Bir eczacının incelediği reçeteyi öteki hiç bakmadan kabul ediyor ve sonra ilişkilerle düzelttiriyor ve dürüst davranan, kurallara uyan  eczacılar reçete ve ciro kaybederek deontoloji tüzüğümüze göre haksız rekabete uğruyorlar. Eczaneler arasında reçete dağılım adaletsizliği bir gerçek olarak bu durumu  ispatlıyor.

 

Yapılan öğütler  ise sizde her reçeteyi karşılayın sonra doktorla ilişkiye geçip düzelttirin gibisinden, yanlışı kabul edin öğütleri ve yozlaşmanın resmileştirilmesi önerileri oluyor.

 

Hekim-Eczacı-İlaç firması anlaşmaları ve yapılan yolsuzlukların boyutu milyar dolarlarla ifade ediliyor.

 

2004 yılından beri aynı şeyleri hepinize söylemekten bıktım, ama hayat sona erene kadar söylemeye, kavgaya devam.

 

Yani işin özünde İNSAN yok. Sadece PARA var.

 

İlaç toplumsal bir üründür ve her şeyden önemli olan sağlığımızla ilgilidir.

 

Bizim anlaşmamız ülkemizde geçerli olan hukuki durum ile  çözülemiyorsa hangi hukuka göre yapılıyor. Hukuk dışı ise ve karşılıklı iyiniyete dayanan bir anlaşma ise bu açıklansın.

 

Bu bağlamda ve hukukumuzda ve de insan sağlığı önemli ise sosyal devlet isek SUT eczacıyı kesinlikle ilgilendirmez.

 

SUT Sorumluluğu tamamıyla hekime ait olmalıdır.

 

Olayı bu boyutundan ele almadan yapacağınız protokolün hiçbir anlamı yoktur.

 

Kırmızı çizgilerimiz olarak;

 

Eczacının kârlılığı hemen düzeltilmelidir.

 

Bedelsiz kamulaştırmaya derhal son verilmelidir.

 

SUT sorumluluğu doktora yani devlete ait olacak şekilde provizyon sistemi sorumlu tutulmalıdır.

 

Eczanelerin tamamının yaşaması gerçekten isteniyorsa ve önerilerimizin gerçekçi ve kalıcı olması isteniyorsa bunca yaşanmışlıklardan sonra mutlaka eczanelerin kamu cirolarına göre hakkaniyetle ve adaletle bir eczacının adam gibi yaşaması için gerekecek asgari kamu cirosu tespit edilerek üst yani azami ciro belirlenmeli ve  bulunacak limitlerle her eczaneye farklı kotalar konarak tüm reçeteler paylaştırılarak dağıtılmalıdır.

 

Bunlar  olmazsa olmaz şarttır ve kırmızı çizgilerdir.

 

Bunlar sağlanınca geri ödeme, iskonto yapmamak  gibi diğer sorunlarımıza ait önerilerimizin kabul edilmesi  çorap söküğü gibi arkasından gelir.

 

Lütfen havanda su dövmeyin artık.

 

Hiçbirimizin buna ekonomik olarak, sağlık olarak gücü kalmadı.

 

Ya doğru dürüst yapmak için samimiyetle ve katarak, paylaşarak çalışın ya da o koltuklardan bir an evvel çekip gidin.

 

Erdoğan Çolak şahsında tüm yöneticilere de aynı şeyleri söylüyorum.

 

Eleştirilerimin hepsi bağcıyı dövmek  amaçlı değildir, koltuk kapmak değildir, tüm koltuklar, makamlar  ömrünüzün sonuna kadar  sizlerin olsun, yeter ki üzüm yiyelim.

 

İnan isteklerimiz imkansız değildir.

 

Şartlar lehimizdedir.

 

İmkansız  görüneni başarma yetenekleriniz olmasa bu kadar çok şeyi yazarak ne kendi vaktimi harcardım ne de sizleri muhatap alırdım.

 

Saygı ve sevgilerimle.

 

 

Ecz. Can Yetişen



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat