İzmir Eczacı Odası Başkanı
Ecz. Tuncay SAYILKAN
Mayıs ayı sonunda başlayan ve hızla ülkenin her yanına yayılan gezi parkı protestolarının çıkış nedenini sadece birkaç ağacın kesilmesine tepki veya çevreye duyarlı yurttaşların refleksi olarak göstermeye çalışmak en hafif deyimiyle gerçeklerden bihaber hayalci bir yaklaşımdır.
Bir sabah Taksim Gezi Parkı’ndaki çadırların yakılması ve oradaki insanlara orantısız güç kullanılmasına tepki olarak başlayan ,ülkenin hemen her yerinden destek bulan ve hiçbir siyasi oluşumun ya da örgütün kontrolünde olmayan bu bağımsız demokratik tepki ve yaşananlar aslında;
yaşam biçimine, yediğine, içtiğine hatta kaç çocuk yapılacağına kadar varan müdahaleye, ulusal bayramlarımızın süreç içinde değersizleştirilmeye çalışılmasına, bizim olmayan bir savaşa neden itildiğimize, düşünce ve ifade özgürlüğünün lafta kalışına, her geçen gün daha fazla hissedilen ya bendensin ya da karşıtsın yaklaşımına ve korku imparatorluğunu oluşturan benzeri dayatmalara karşı açık bir karşı duruştur. Ya da Edirne’de bakanın cebine para koymaya çalıştığı kanser hastası üniversite öğrencisi o kızın onurlu tavrının toplumsal yansımasıdır. Kısacası, uzunca bir zamandır sabırla bekletilmiş birikimin dışa vurumu olarak da değerlendirilmelidir.
Apolitik olarak değerlendirilen hatta bu yüzden suçlanan gençlerin öne çıktığı ve herhangi bir siyasi kurum veya kuruluş tarafından sahiplenmesine özellikle izin verilmeyen bu toplumsal hareket sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Fikrini yüksek sesle söylemeye çekinen insanlar kendi gibi düşünen insanlarla bir araya gelmiş, aslında yalnız olmadığının farkına varmış ve demokratik tepkisini dile getirmeye çalışmıştır. Bir ezber daha bozulmuş yani uzunca bir süredir susan ve sadece izlemekle yetinen insanlar fikirlerini rahatça paylaşır hale gelmişlerdir.
Bu açıdan yani sosyolojik boyutu ile bakıldığında ise gezi parkı protestoları ile başlayan ve dalga dalga büyüyen bu hareket Laik –Demokratik Cumhuriyetimizin önemli bir kilometre taşı olmaya adaydır. Bu nedenle de, yaşamını, gözünü ve sağlığını kaybeden vatandaşlarımız isimleri ile birlikte anılacak olan bu süreç tarihin sayfalarındaki yerini almıştır.
Gezi parkı sürecinde bir kaçı hariç yazılı ve görsel basının pek de iyi bir sınav verdiğini söylemek mümkün değildir. Yaşananları doğru aktarmak ve gerçeklerin peşine düşmek yerine yan yollara sapılmış, yaşananları doğru ve tarafsız olarak aktarmaktan uzak durulmuş, bir anlamda 2013 Türkiye’sine yakışmayan bir anlamda kısmi sansür uygulanmaya çalışılmıştır.
Olup bitenden ders çıkarılması veya alınması gereken mesajların olgunlukla değerlendirilmesi gerekirken oldukça sert bir tavırla tepki gösterilmiş, gerginlik her gün biraz daha tırmandırılmış ve ülke insanımız ayrıştırılmıştır. Önce olayların dış güçlerin işi olduğu savunulmuş, devamında ise, farklı şehirlerde olaylara karıştığı gerekçesiyle çok sayıda insan gözaltı ve tutuklamalar ile tanışmıştır.
Meslek örgütümüz de bu süreçte kendi içinde çok sesli bir dönem yaşamış, üst birliğimiz mahcup bir ifade ile gezi parkı protestoları ile ilgili fikrini (!) beyan ederken , eczacı odaları ve yöneticileri ise çok daha net ve anlaşılır mesajlar vermişler, devamında ise Zonguldak’ta gerçekleşen bölgelerarası toplantıda bu tablo daha da netleşmiştir.
Ama örgütteki asıl değişim protestolara katılanları cezalandırma amaçlı olduğu izlenimi veren bir hamle ile torba yasanın içerisine TMMOB’un yetkilerini kısıtlayan, mesleki konulardaki uzmanlık görüşü ve onayını şehircilik bakanlığına devreden düzenlemelerin eklenmesi sürecinde yaşanmıştır.
TEB seçimlerinde çeşitli nedenlerle farklı cephelerde yer almış 32 eczacı odası başkanı yaşananlar karşısında ortak bir deklarasyon ile net ve kararlı bir tavır koyarak TMMOB’a yapılan müdahaleye karşı durmuşlardır. Daha doğrusu demokratik ülkelerde sivil toplumun ve meslek örgütlerinin yok sayılmasına, susturulmasına ve baskı altına alınmasını kabul etmediklerini birlikte haykırmışlardır.
Bu gelişme açıkça göstermiştir ki meslek örgütümüzde seçim süreçlerinde yaşanan ayrışma siyasal veya ilkesel farklılıklara dayanmıyor. Yani genel anlamda yaşama bakışımızda, demokrasi anlayışımızda ve dünya görüşlerimizde büyük farklılıklar yok. Hatta ciddi ilkesel benzerlikler mevcut. Üstelik sağlık alanında yaşananlardan hak kayıplarından da hiç birimiz hoşnut değiliz.
Geçtiğimiz dönem örgüt tarihinde belki de ilk defa siyasi otoriteye yakın isimlerin görev alması ile artarak devam eden sorunların çözümleneceğine dair beklentinin yanlış ve boş olduğu ortaya çıkmıştır. İktidara yakın olduğu düşünülen meslektaşlarımızın üst birlikte etkin görevler alması sağlık ve eczacılık alanında yaşanan sorunları çözmediği gibi, meslek örgütümüz değişime uğramış; etliye sütlüye karışmayan, sessiz ve pasif bir görüntüye bürünmüştür.
Adeta genleriyle oynanmış gibi, geçmişte herkese örnek olan örgütlü yapının yerine, ürkek ve silik bir yapı oluşmuştur. İşte bu değişim yaşanan tüm sorunlardan çok daha önemlidir. Geleceğe umutla bakabilmek, üyeleri ile güven bağını güçlendirmek ve örgütlü yapıyı sürdürebilmek hepimiz için vazgeçilmezdir. 32 eczacı odası başkanının refleksi bu açıdan da değerlendirilmek zorundadır.
Bu dönemde açıkça görülmüştür ki; susarak, görmezden gelerek, bürokrasi ile uyumlu görünmeye çalışarak,-mış gibi yaparak ve yaşadığımız ülkedeki diğer sorunları yok sayarak, sadece kendimizi kurtarma çabası ile başarıya ulaşma, geleceğimizi şekillendirme şansımız yoktur.
Ülkede yaşananlara duyarlı, toplumsal olaylara ilgili söyleyecek sözü olan ve sağlık hizmetlerinde yaşanan olumsuzluklara karşı durabilen, vatandaşın ve meslektaşlarının kayıplarının telafisi için hak arama mücadelesinden çekinmeyen, her koşulda üyelerinin sesine kulak veren bir meslek grubu olduğumuzu hatırlamalı ve herkese yeniden hatırlatmalıyız.
Aydınlık bir gelecek dileklerimle…