"TIBBİ ÜRÜN" NE DEMEK OLUYOR?

     2007 yılında Nairobi’de yapılacak olan Dünya Sosyal Forumu’nun ana teması ve sloganı “Sağlık Satılamaz” olarak belirlenmiş.

     Dünyada milyonlarca insanın tıbbi bakım ve tedavi ihtiyacı karşılanamıyor. Bu sorun her ülkede gündemin birinci sırasında. İlginç olan ise, küresel sermayenin en önemli örgütü olan DTÖ’nün sağlık hizmetini 1995’ten bu yana ticari bir faaliyet olarak tanımlamış olmasıdır. Üstelik sağlık hizmetinin serbest piyasa koşullarında arz talep dengesi içerisinde sunulması ve tüketici tarafından parası ödenerek satın alınması öngörülmüş. Son 15 yılda DTÖ’nün öngörüsü doğrultusundaki yaklaşım ve uygulamaları benimseyen ülkelerin sağlık sorunlarını çözemediği, aksine bu sorunların arttığı gözlenmekte. İşte milyarlarca insanın her ülkeden kopup gelen aktivistleri sağlık hakkını öne çıkarmak ve gidişata dur demek için dünyaya seslerini duyurmak umuduyla bir araya geliyorlar.

     Temel kaygı ticaret yapmak olunca; bir taraftan hizmet kâr etmek amacıyla sunulmakta diğer taraftan bu pahalı hizmet için talep yaratan yepyeni hastalık tanımları, ilaçlar ve tedavi yöntemleri oluşturulmakta. İçinden çıkılmaz bir paradoks yaratılmakta. Neredeyse yaşamın kendisi ölümcül bir hastalık sendromu olarak algılatılmaya çalışılıyor! Örneğin “metabolik sendrom” diye bir hastalık ve buna karşı önerilen tedavi yöntemleriyle bir sürü ilaç… Ülkemizde de pazarlanmaya başlayan fonksiyonel gıda ürünleri milyonlarca ciroya kolayca ulaşabiliyor.

     Bizim meslek birliğimizin sözcülerinin sağlık ve ilaçta gelişen sorunlara karşı buldukları tek çözüm “sağlık bütçesi arttırılmalıdır” söyleminden ibaret. Oysa kendileri de çok iyi biliyorlar ki, kişi başı sağlık harcaması beş bin dolar olan ABD sağlık sistemi en sorunlu ülkedir. ABD’de 40 milyon kişi sağlık güvencesinden yoksundur, bir o kadarı da yetersiz sağlık hizmeti alabilmektedir.

     Yeni bir sorun: İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Taslağı

     Bizler bir yandan 2007 kamu protokolünde eczacı haklarını savunurken, yani en başta geri ödeme ve geri ödemenin zamanı olmak üzere daha birçok maddesine olanca gücümüzle müdahale etmeye, düzeltmeye çalışırken, yepyeni sorunlar da gündeme gelmeye devam ediyor. Tasarı halinde tartışmaya sunulan bazı kanun ve yönetmelikler yeni kavgalar, uzlaşmazlıklar yaratmaya aday görünmektedir. En önemlisi ve en ciddi tartışmaya neden olacak tasarı “İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Taslağı” olacak gibi görünüyor.

     “İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Taslağı”nın başlığında ilaç sözcüğü olmasına karşın, hiçbir maddesinde ilaç lafı zikredilmiyor. İlaç sözcüğü yerine “tıbbi ürün” kavramı ifade ediliyor. İlaç sözcüğü bilinçli bir şekilde yok sayılıyor. Bunun nedeni sözcüğün kafalardaki psikolojik anlamını, ağırlığını, ciddiyetini sulandırmaktır. İlacı, tıbbi cihazlarla aynı kefeye koyan bir dil kullanılmış. Bilinçli bir yaklaşımla ilaç ve eczacı sözcüğü bu taslakta ifade edilmiyor ve yan yana getirilmiyor. Çok tartışma yaratacak olan bu taslak ilacın tanımını ve onun toplumsal niteliğini yok etmekte. Taslağın bütününe bakıldığında çıkarılmasındaki amaç kolayca anlaşılmaktadır. Tamamen yerli ve yabancı ilaç sermayesine hizmet eden ve özellikle onların işini kolaylaştırmaya yarayacak bir taslak.

     Bir hilkat garibesi

     Daha olumsuz ve dehşet verici tarafı ise, İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Taslağı kanunlaştığı anda, 1262 sayılı ilaç yasamızın yürürlükten kalkacak olmasıdır. 1928 yılında çıkarılan ve o tarihten bu yana 72 yıl boyunca halk sağlığını, ilacı ve eczacılığı koruyan, güvenceye alan en temel sağlık yasalarından biri böylece iptal edilmiş olacak. Bu sonuca asla razı olunmamalıdır. Söz konusu taslak bizim 1262 sayılı ilaç yasamızla karşılaştırıldığında yönetmelik bile denilemeyecek nitelikte bir hilkat garibesi ile karşı karşıya olduğumuz kolayca anlaşılıyor.

     Ruhsatlandırma ile fiyatlandırma birbirinden ayrılmak isteniyor

     “İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Yasa Taslağı”nda tıbbi ürün olarak ifade edilen ilacın ruhsatının verilmesi gibi ilaçla ilgili her türlü işleminin yapılacağı makam olarak bu kurum gösteriliyor. Ancak ilaca fiyat biçilmesine sıra geldiğinde, işte orada büyük bir oyun oynanmakta. Söz konusu kurumun, ilacın fiyatının belirlenmesinde herhangi bir yetkisi yok. Sadece ilacın fiyatının belirlendiği kendi dışındaki Sağlık Bakanlığı Komisyonuna bir üye vererek katkıda bulunuyor. Böylece Türkiye’de ilaç ruhsatlandırma işlemi ile fiyatlandırma işlemi ayrılmış oluyor. İlaç sermayesinin yıllardan beri özlemle beklediği ve talep ettiği fiyatın ruhsatlandırma sürecinden bağımsız olması gerçekleşmiş olacak. Oysa bizim 1262 sayılı ilaç yasamızda, fiyatlandırma ilaç ruhsatlandırma sürecinin bir parçasıdır. Eğer ilaca talep edilen fiyat uygun değilse ruhsat işlemi tamamlanmamış kabul edilir. Uygar ülkelerin kullandığı ilaç fiyatlandırma sisteminde önemli olan farmakoekonomik analizler; fiyat-etkinlik, fiyat-yararlılık gibi parametrelere dayanır ve son derece önemlidir.

     1928 tarihinde çıkarılan “İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu”nun dili itibarıyla, bugün anlaşılabilme gibi bir sorunu vardır. Kolayca giderilebilecek bu sorunun dışında tüm maddeleriyle ilacı olması gereken ciddiyette tanımlayan, toplum sağlığını koruyucu nitelikte bir kanundur. İlacın sınırları açıkça belirtilmiş tanımlamalarla, gerçekten insan sağlığını güvenceye alması amaç edinilmiştir.

     İlaç ve eczacılık alanında son birkaç yıldır tüm değerlerin hızla alt üst oluşuna tanıklık etmekteyiz ve gücümüz el verdikçe bu değişiklikler daha taslak halindeyken karşı durmaya çalışıyoruz. Örneğin 6197 sayılı yasayı güvenceye alabilmek için son bir yıldır mücadele veriyoruz. Tüm bu yapılanlar anlamlıdır. Eczacı kamuoyunun hep birlikte sahip çıktığı zaman işe yaramaktadır. Şu sıralar 2007 protokolü gündemin birinci sırasındadır. Ancak onun dışında da gelecekte mesleğimizi olumsuz etkileyecek girişimlere ve yasa taslaklarına karşı çıkma mücadelesi kesintisiz olarak sürdürülecektir.



Saygılarımla…
Ecz. Zafer KAPLAN




Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat