Ecz. Hakan GENÇOSMANOĞLU
Türkiye 29 Mart seçiminin sonuçlarını konuşuyor. Hiç kuşkusuz, günümüzün siyasi iktidarı sayısal ağırlığının yanında, moral ve siyasi ağırlığından çok şey yitirdi.
Diğer yandan, ülkenin aklı başında adamları, ülkede verilen oylarla çizilen sınırları konuşuyor ve bir büyük tehlikeye dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Görünen o ki; yapılan siyasi parti tercihlerinde dinsel ve mezhepsel görüş, etnik köken ile yaşama biçimi seçimi çok büyük rol oynamış. Adeta ülke yeni sınırlar edinmiş.
Kuşkusuz bu sonuç, yıllardır ülkemizde uygulanmakta olan bir genel politikanın sonucudur. Kaldı ki; bu politika yalnızca ülkemizde değil, dünyanın efendilerinin zapt etmek istedikleri her coğrafyada uygulanıyor. Bunu görmemek için ya kör ya da onların hizmetkarı olmak gerekir. Bu politika burada duracak mı? Hiç sanmıyorum... Bu sınırları yok etmek görevi ülke insanına düşüyor.
Herkesin etnik kökenine, her türden düşüncesine, inanışına saygı duymak temel anlayışımızdır. Ancak, farklılıkları "ayrışma" noktasına ya da "belletme" düzeyine taşımak ve taşıtmak, insanlarımızın kardeşlik bağlarını yok edeceği gibi, bir arada yaşama mutluluğunu da yok eder.
İnsanlarımızın kardeşliğini, barışı savunmak insanlarımızın doğumla gelen haklarını tanımazlıktan gelmek, onlara saygısızlık etmek anlamını taşımaz.
Kardeşin kardeşe sınır koyduğu bir coğrafyada, Türk olsan ne olacak?.. Kürt olsan ne olacak?.. Hangi dinden ya da mezhepten olduğunun ne önemi kalacak?..
Önümüzde duran tarihsel görevlerden biri, farklılıklara saygılı olmakla birlikte, bu topraklarda yaşayan insanların eşitliğini ve kardeşliğini savunmaktır. Bu yolda çaba göstermektir. Beyinlerde yaratılan sınırları ortadan kaldırmalıyız. Yarın çok geç olacak.
Ya kardeşliği savunup, "kardeş gibi" yaşayacağız, ya da dünya üzerinde yurdu için ağlayan insanların arasına katılacağız.
İkinci Görev...
Sömürgeci ve finans kapital destekli siyasi iktidar kan kaybediyor. Yani; "takke düşmek, kel görünmek" üzere...
Uygulanmakta olan genel politikalara denk olarak, ilaç ve sağlıkta da hızlı bir deformasyon yaşanıyor. Sosyal Devlet' den arta kalanlar hızla tasfiye ediliyor.
Şu anda sonuçları çok görünmemekle birlikte, insanlarımızın sağlığının "özel ellerin insafına" ve "cebinin gücüne" bırakılmakta olduğu çok açık görülüyor.
Üzerimize düşen öncelikli görevlerden biri de, uygulanmakta olan ilaç ve sağlık politikalarının en "çıplak yüzünü" halkımıza anlatmaktır.
Geçmişten çok daha etkin, çok daha güçlü bir sesle anlatmaktır.
Çok yakın bir gelecekte insanlarımızın daha da ağırlaştırılmış bir biçimde sağlık hizmetini gereğince alamadığına tanık olacağız.
Bu iki öncelikli görev konusunda ECZACININ SESİ üzerine düşeni yapacaktır.