Prof. Dr. Süleyman KAYNAK Dokuz Eylül Üniversitesi
Dünyada, nüfusun yaşlanması nedeni ile sağlık ve sosyal güvenlik hakkı tüm ülkelerde bir yandan en önemli haklardan birisi olmaya devam ederken, öte yandan da hükümetler açısından daha iyi programlanması zorunlu kalemlerden birisi haline gelmektedir. Ülkemizde de bu konu uzun zamandır sürekli ortaya konan mevzuat değişiklikleri ile gündemdedir. Ancak bu mevzuat değişikliklerine biraz yakından bakıldığında, ülkemizde bu değişikliklerin, gerçekten halkımızın sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla yapılmış teknik çalışmalar değil, bir yandan onların oyunu almaya yönelik popülist çalışmalar, bir yandan da ülkemizdeki önemli hizmet sektörlerinden birisinin daha uluslararası sermayeye devredilme süreci olduğu anlaşılmaktadır.
Bunların son örneği de 1 Ekim 2008 itibarıyla uygulamaya konmuş olan SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) adı ile yapılan mevzuat değişikliğidir. Bu değişikliğe, bir fiyatlandırma listesinin ötesinde daha geniş bir perspektifte bakmak ve bunun bir tekelleşme evrakı olduğunu görmek gerekir.
Bugün görevdeki hükümet, özelleştirme sürecinde, artık sadece kurumsal bazda değil, sektörel tarzda satışlara yönelmiştir. Bunun en dramatik örneği de yabancı sermaye çekme önceliği ile yapılan, uluslararası sermayeye dönük özelleştirme ve satışlardır. Örneğin finans sektöründe yapılan uygulamalar ile Türk bankacılık ve sigorta sisteminin 2/3’lük bir bölümü, uluslararası şirketler tarafından satın alınmıştır.
Bunun anlamı, küçük mevduat sahibinin 110 milyar doları aşan banka borcu ile şimdilik yıllık 800 milyon YTL’yi bulan sağlık sigortasından da bir şekilde bu şirketlerin pay alma sürecinin başlatılmış olmasıdır. Ancak bu sistemin sigorta ayağı açısından ülkemiz hâlâ bakir bir coğrafyadır ve uluslararası sermaye, hem özel hayat ve sağlık sigortaları, hem de yaklaşık net 30 milyar YTL olarak öngörülen devletin resmi sağlık harcamasından pay almak istemektedir.
Bir devlet eğer bir sistemi özelleştirmekte ise orada aslında fiyat oluşumunu piyasa koşullarına göre serbest bırakmak durumundadır. Hem özel girişim olsun, hem de fiyatları her gün ben yeniden belirleyeyim denildiğinde, olgu, artık özelleştirme yerine devletçi ve hatta totaliter devletçi bir yaklaşım halini alacaktır. Böyle hilkat garibesi uygulamalarda da genellikle görünmeyen ya da gizlenmeye çalışılan başka amaçlar güdülür.
SUT tam da buna uymaktadır. Burada fiyatlar maliyetlerin çok altına çekilmiştir. O kadar ki pek çok tetkik ve tedavi gideri ya hiç ödenmemektedir ya da sadece “ödüyoruz” demek için sembolik rakamlara çekilmiştir. Gerçekten de SUT bir tekelleşme evrakıdır. Küçükler yok olsun; birkaç büyük şirket ülkenin tüm sağlık sistemine hâkim olsun planının duyurusudur.
Çünkü, buradaki son derece sembolik fiyatlandırma listesinin yanı sıra hem hastalara her sağlık kurumuna başvurabilirsin denmiştir, hem de aile hekiminden sevk almadan gidersen “muayene olma cezasına” tabi olursun denmiştir. Hem aile hekimine her yüz hastadan ancak 15’ini sevkedebilirsin denmiştir; hem de bu sınırı aşarsan, hastane masrafını senden alırım denmiştir. Sağlık sisteminde bir şekilde muayene ve tetkik olmuş hastalar eğer eczaneye gidecek olursa 4 ile 10 YTL arasında da “muayene olma cezası” ödemeye mahkûm edilmişlerdir.
Eczaneler bu sağlık vergisinin tahsildarı haline getirilmişlerdir. Üstelik örneğin brüt 21.60 YTL sosyal güvenlik ödemesi ile muayene olmuş hasta için devletin ödediği bu paranın yaklaşık 9.00 lirası muayene eden kurumdan gelir vergisi ve KDV olarak ve 10 YTL’si de hastadan “muayene olma vergisi” olarak geri alınmaktadır ve toplam işlem, yani hastanın toplam muayene tetkikleri ve tıbbi tedavisi hükümete sadece 2.60 liraya mal olmaktadır. Bu da aldığı ilacın katkı payına gittiği için hükümet bu hastanın sağlığı için harcama yapmamış, bazı durumlarda para kazanmış olacaktır. Hem de vergi tahsildarı olarak eczaneleri kullanarak... Sonuç sadece oy apartma açısından başarılır; bir yandan yıllarca adaletsiz bir şekilde alınmış sağlık kesintileri hastaların sağlık giderleri için geri dönmemekte, bu amaçla kullanılmamaktadır, masraf edilmeden oyları alınmaktadır; bir yandan da tekelleşme uğruna, hizmet alınan kurumlar ister özel olsun ister kamu, iflasa itilmektedir. Hiçbir emekli de kalkıp, yıllardır kesilen sağlık kesintilerime ne oldu diyemeyecektir, benim vergilerimle kurulan hastanelere ne oldu diyemeyecektir.
Gerçekten de buna sadece özel kurumlar değil, üniversite hastaneleri ve devlet hastaneleri de dahildir. Sağlık hizmetlerinin kalitesi süratle daha da kötüye gidecek, eğitim büyük oranda aksayacak, hekimlik mesleği de hızla gençlerin gözünde düşecektir. Bu ise kısa vadede satılabilir kamu mallarına üniversite ve devlet hastanelerinin de eklenmesini, uzun vadede ise hekimliğin tercih edilmeyen bir meslek haline gelerek kalitesinin kaybolmasına yol açacaktır.
İşte asıl o zaman çok geç olacaktır. Çünkü bir ülkenin en zor işlerinden birisi kaliteli hekim kadrosu oluşturup devamlılığını sağlamaktır. Bunun getireceği yeni adım ise sistemin satış kolaylığıdır.
SUT’ta bazı paketlerden söz edilmektedir ama.. aslında Türkiye’nin sağlık sistemi paketlenmektedir ve paket halinde satılmaya hazırlanılmaktadır. Sağlık sistemimiz hastanesi ile, teknolojisi ile, hekimi ve yardımcı sağlık personeli ile ve sigorta sistemi ile bir bütün olarak, uluslararası sermayenin eline geçtikten sonra, bu fiyatlandırmaların hiçbiri kalmayacaktır. Onlar ne derse o olacaktır. Bu gidişin bu kadar net ve berrak olarak ortaya çıkmasını sağlayan SUT evrakı hem hekim ve eczacıların, hem de yüce Türk halkının yavaş yavaş doğrulup, “Durun bakalım.. kimi kime, kimin malını kime satıyorsunuz” diyeceği günlerin daha da yaklaşmasına yarayacaktır.
Cumhuriyet