Zülfü Livaneli
İnsan kendi hayatı üzerine pek yoğunlaşmaz, yaşadıklarını düşünmez
ama ben uzun bir süredir anı kitabım üzerinde çalıştığım için ister istemez başımdan geçenlere odaklandım.
Aklımın ermeye başladığı 1950’lerden itibaren kendimi, çevremi ve Türkiye’yi anlattığım “Sevdalım Hayat”
***
Arkasından terör ve anarşi dolu bir dönem başladı. Sokaklara egemen olan kör şiddet, arkadaşlarımızı birer birer öldürürken namluların hedefinde yaşıyor olmanın ürpertisi kaplamıştı içimizi.
Milliyetçi Cepheler,
o güzel, sevgili ülkemiz, hasta bakışlı genç katillerle dolmuştu.
Hem hükümete muhaliftik hem de bu şiddet gruplarına.
***
Bu süreç 1980 darbesine götürdü Türkiye’yi.
Beethoven’in
5. Senfonisi’yle basın toplantısı yapan darbeciler, bu eserin hemen arkasından bir cehennem senfonisi icra etmeye başladılar.
Ne insan hakkı kaldı,
ne onur, ne incelik, ne hukuk, ne yaratı!
Onca güçlüğe rağmen hayatta kalmaya çalıştık.
Muhaliftik!
***
Sonra birbiri ardından hükümetler geldi gitti, hepsine muhalif olduk.
CHP’den milletvekili seçildik ama bütün uyarılarımıza rağmen parti yönetiminin çağdışı, şoven tavrı bizi muhalefete zorladı.
İstifa etmek zorunda kaldık.
Muhaliftik.
***
Şimdi Türkiye, İslâmi bir düzene kaydırılmak isteniyor.
Bazı aydınlar, sırf ordu ve totaliter yönetim karşıtı diye bu harekete destek veriyor.
Ben yine muhalifim!
Çünkü siyasallaşmış dinin, kutsal inanç olmaktan çıkıp,
bir baskı rejimine dönüşeceğini çok iyi biliyorum.
Liderleri istese bile,
dini esaslara dayalı bir yönetimin “
***
Galiba ben muhalif doğdum, muhalif öleceğim.
Ama bu durum benim ille de muhalif olma ısrarımdan değil, Türkiye’nin yaşadığı çalkantılardan ve kötü yönetimlerden kaynaklanıyor.
Keşke bu ülkeye sağduyulu, vicdanlı, hukuka saygılı, yolsuzluklara karşı, insan haklarını savunan aklı başında yönetimler gelseydi de sürekli dalgaya karşı yüzmenin yorgunluğu yerine biz de kendimizi tembel bir sonbahar yaprağı gibi serin akıntılara bırakabilseydik.
Kaynak--- Vatan Gazetesi