4.GÜN TRİNİDAT ŞEHRİ'NDEYİZ....

Kahvaltıdan sonra Trinidat Şehri'ne hareket ediyoruz.1515 yılında kurulmuş bir şehir.Bozulmamış tarihi dokusuyla Trinidat sokaklarında dolaşırken kendinizi zaman tünelinde hissediyorsunuz.Unesco'nun Dünya Kültür Mirası Listesinde

yer alıyor.Bu kapsamda evler,resmi binalar restore ediliyor.Restorasyonu bitmiş olanlar sıcak,sempatik ve rengarenk görünüyor.

Düşünün caddeler boyunca bitişik nizamda yapılmış sıra sıra evler ve herbiri ayrı bir renkte boyanmış.Sokakları gezerken heran

karşınıza bir başka güzel detay çıkıveriyor.Trinidat okyanus ve dağ arasında kaldığı için çok sıcak bir şehir.Bu yüzden evlerin pencereleri ve kapıları çok büyük ve daima açık.Gezerken evlerin içlerini ister istemez görüyorsunuz.Hemen tüm evlerde antika

mobilyalar var,olmazsa olmaz mobilya ise sallanan koltuklar.

Bu tarihi dokunun tamamlayıcısı ise,cadde ve sokakların tümünün Arnavut kaldırımından yapılmış olması.Bu

taşlar gemilerle getirilmiş yada nehir yataklarından taşınmış.Enteresan olan ise caddelerin denize parelel değil,dik olması.Tarih

boyunca pekçok korsan saldırısına uğrayan şehirde insanlar korsanlardan kaçıp,kaybolmak için en uygun yöntem olarak bunu bulmuşlar.

Trinidat Şehri'nin tarihi üç döneme ayrılıyor.1).Dönem:Şehrin kurulduğu ve korsan saldırılarından korunulmaya çalışıldığı dönem.2).Dönem:Korsanlarla ticaret yapılmaya başlanan,korsanlardan köle alıp,karşılığında şeker sattıkları ve çok zengin oldukları dönem.3).Dönem ise:İspanyollarla savaştan sonra şeker eski önemini yitirince insanların bu şehri ya terk edip yada fakirleştikleri dönem.

Şehrin merkezinde ki Cantero Sarayı'nı geziyoruz.Trinidat'ın tüm tarihine tanıklık etmiş ve evlerden toparlanan

eşyalardan oluşmuş bir müze.Müzenin girişinde çocuklar öğretmenleri eşliğinde ders yapıyorlar.Bütün ülkede ki öğrenciler gibi tertemiz,bakımlı ve çok güzeller.Turistlere de öyle alışmışlar ki bizim ilgimizden ve fotoğraf çekimlerimizden hiç etkilenmeden derse

devam ediyorlar.Aynı meydan da mimari müze,üç kapılı bir kilise ve arkeoloji(kolonyal dönem öncesi yerlilerin yaşam alıntılarından oluşuyor) var.

Öğleye doğru sıcağın bastırmaya başladığı saatlerde bizi Afro-Küba müziğinden ve danslarından örneklerden

oluşan bir gösteriye götürüyorlar.Mojitolarımızı yudumlayarak seyrediyoruz.Bizim Nermin'i kaldırıyorlar eşlik etsin diye,ne de güzel ayak uyduruyor hızlı ritimlere.

Gösteriden çıkınca Trinidat'ın pazarını geziyoruz.Tümü kendi el emekleri olan örtüler,elbiseler,biblolar,takılar,

resimler vs.Hangisine bakacağımızı,hangisini alacağımızı şaşırıyoruz.Bizim paramızla kıyaslayınca öyle ucuza satıyorlar ki herşeyi.

Fakir ama onurlu insanlar demiştim ya,kimin elinden ne gelirse yapmış ve paraya çevirmek üzere satmaya getirmiş.Tezgahlara yaklaşınca teklif var ama asla ısrar yok.

Rehberimiz" hediyelik purolarınızı Trinidat'tan alırsanız uygun olur" diyor.Pazarda dolanırken yanımıza yaklaşıp "puro ister misiniz?"diyen gençlere rastlıyoruz.Bizi evlerine götürüyorlar.Gizli,saklı getirip,pazarlıkla satıyorlar.Bu puro ülkesinde,puronun çok kolay alınıp,satılan birşey olmadığına hayretle tanık oluyoruz.Çünkü yasal olarak almaya kalktığınızda

250-300 CUC(Euro)'u gözden çıkarmanız gerekiyor.Bu arada purolardan Chiba(tütünü burundan çekmeye verilen admış)

markasını Fidel Castro'nun,Romeo Juliette'i Che'nin içtiğini öğreniyoruz.

Öğle yemeğinde,menüsü deniz mahsullerinden oluşan nefis şeyler yiyiyoruz.Bu arada Reyhan restaurantta ki müzik grubu eşliğinde bize muhteşem bir konser veriyor.(Reyhan birara opera eğitimi almış,aslen çevre mühendisi ama Karıncalarla turizm ve rehberlik işi yapıyor.)Müzisyenler zevkle eşlik ediyorlar kendisine.

Şimdi akşamüstüne kadar serbest zamanımız var.Gruplara bölünüp,Trinidat sokaklarına atıyoruz kendimizi.

Bu kent dokusu içinde kaybolana dek gezmek geliyor insanın içinden.Hatta bir ara Sevil'le ikimiz niyetlenmiyor değiliz, pazar yerini arama bahanesi ile ama grup disiplinini de bozmamak için çok uzaklaşamıyoruz.(Biliyorsunuz bu tip gezilerde grup disiplini çok önemlidir.)Rehberimizle anlaştığımız saatte canlı müzik dinlenebilen bir kafeye atıyoruz kendimizi.Sıcaktan ve dolaşmaktan bunalmış bir halde.İmdadımıza kankançara kokteyli yetişiyor,müzikle birlikte ne de iyi gidiyor.Kafenin bir köşesinde gözüme Che

posterleri ve kartpostalları ilişiyor.Hepsini satınalmama imkan yok ama en beğendiklerimi seçiyorum içlerinden.Bütün fotoğraflarının ortak noktası o devrimci ve asi tavrını,etkileyici bakışlarla yansıtması.

Akşam yemeğinden sonra geceyi kendimizi Küba müziği ve danslarının ritmine bıraktığımız Casa de la Travo

da ve oradan da Casa de la Musica denilen dans gösterileri izlediğimiz açık havada ki alanda tamamlayıp otelimize dönüyoruz.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat