Yazıma bir süre ara vermek zorunda kaldım.Malumunuz geçtiğimiz haftayı kurumlarla,reçetelerle,faturalarla uğraşarak geçirdik.Bugün Küba gezimizle ilgili yazıma devam etmeden önce dilerseniz sizlere Küba'nın tarihinden özet bilgiler vereyim.Çünkü gezimizle ilgili anlatacaklarımın böylece daha yerli yerine oturacağını düşünüyorum;
" 1492'de Kristof Kolomb Küba Adasını keşfediyor ve bu tarihten itibaren Küba İspanyollar'ın sömürgesine giriyor.
Aslında Küba'nın sömürgeciliğe karşı mücadele tarihi de adadaki yerlilerin 1492'de Kristof Kolomb'a karşı oklarıyla ve mızraklarıyla
direnmeleriyle başlıyor.Yerli Kızılderililer'in katledilmesiyle(200 bin olan Kızılderili yerli nüfus 50yılda katliamlarla 5bine düşer.)başlayan İspanyol sömürgeciliği ve direniş Küba devrim sürecine kadar devam eder.İspanyollar yerli halkı katlettikten sonra hizmet
lerinde çalıştırmak için adaya Afrika'dan köleler getiriyorlar.1750'lerde tüm nüfus ancak 150 bin kadarken getirilen kölelerle bu rakam yüzyıl içinde 1,250 milyona tırmanmış.1850'lerden itibaren ABD'nin Küba'yı ele geçirme faaliyetleri başlar.Bu dönem de
(1860-1890) Jose Marti'nin efsaneleşen önderliği ile başlayan ulusal direnişi İspanyollar önleyemez.Jose Marti,19yy.Latin Amerika
sı'nda sömürgeciliğe karşı çıkışın ve dünyanın ilk anti-emperyalist savaşcılarından biridir.O dönem Küba da 100 bin kişi bu direnişler sırasında öldürülür.Jose Marti de 1895'te savaş alanında öldürülür. 1898'de ABD'nin devreye girerek, İspanya'ya savaş açmasıyla
Küba ABD denetimine geçer.ABD 1902'de "Paris Antlaşması" ile Guantanamo'da 100 yıllığına bir üs kiralayıp,işbirlikçisi Palma
yönetimine adayı devredip çekilir.1933'te yine ABD desteğiyle iktidara gelen Batista döneminde Küba ekonomisi turizm adı altında
fuhuş,kumarhane işletmeciliği ve her tür kaçakçılığın kara para merkezi oluyor.Bu dönemde tarım alanlarının %75'i,hizmet sektörünün%90'ı ve şeker üretiminin %50'si ABD'li ve diğer yabancı sermayeli şirketlerin elindedir.
Küba Devrimi'nin Fidel'le başlayan süreci ise,1953 Moncado Kışlası baskınıyla başlar.Bu baskınla ilk silahlı mücadele çıkışını yapan Castro önce hapsedilir,sonra Meksika'ya sürülür.2-Aralık-1956'da Fidel ve Che'nin de aralarında bulunduğu 82 devrimcinin Küba'nın doğu sahillerine çıkmasıyla başlayan mücadelenin ikinci dönemi 1959 Ocak'ta zafere ulaşır."
Tırnak içinde,çok da sizleri sıkmadan rehberimiz Abel'in zaman zaman anlattığı tarih bilgilerini ön fikir olsun diye
aktardıktan sonra gezi yazıma kaldığımız yerden devam ediyorum.Geziyi yazarken yeri geldikçe yine Küba tarihi ile ilgili bilgiler aktarmaya çalışacağım.
Hotel Deuville indiğimizde hava kararmaya başlamıştı.Herkesin odası belliydi,anahtarlarımızı aldık,yarım saat sonra lobide buluşup,yemeğe gitmeye sözleştik.Lüks olmayan ancak temiz bir odaya çıktım.Hemen camı açtım.Önümde günün batışının kızıllığını taşıyan gökyüzü ve uçsuzbucaksız uzayıp giden harika bir deniz manzarası vardı.Sıcak bir okyanus rüzgarıda
yüzüme tatlı bir serinlik verdi.
Hazırlanıp indiğimde herkes hazırdı lobide.Kimse yorgunluk ve uykusuzluktan bahsetmiyordu.Rehberimizde
aslında daha önceki turlarda otele çok geç vakit giriş yapılabildiğinden,bu yüzden bu ilk gece ki yemek programının yapılamadığından bahsediyordu.Biz Havana'nın bir gecesini fazladan yaşayabilecek olmanın heyecanı ile yemek yiyeceğimiz resta
uranta doğru yola koyulduk.İzmir'in kordon boyu gibi bir yolda yürüyorduk.Yol boyunca gezinen,okyanusla şehri ayıran duvarın üzerinde oturan insanlara rastladık.Restauranttan çok hoş bir müzik sesi geliyordu.Hemen bize gösterilen yere oturduk ve bir yandan müziği dinleyip,bir yandan siparişlerimizi vermeye başladık.Gözleri ışıl ışıl parlayan genç bir kız mikrofonsuz olarak söylüyordu parçaları.Erkeklerse bir yandan enstrüman çalıp,bir yandan vokal yapıyorlardı.Çok hoş birşey oldu bu arada;Grupta ki birkaç arkadaşımızın ismini sorup,nakaratlarında bu isimlerin geçtiği parçalar söylediler.İlk geceden bu sıcak karşılama çok keyiflendirdi bizi.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Havana şehir turu için yola çıktık.İlk olarak Eski Havana adı verilen bölgeye gideceğiz. Akşam genel olarak karanlık olan şehir(sırası gelince anlatacağım ülke genelinde elektrik enerjisi sıkıntısı var) gün ışığında bambaşka göründü gözüme.Yine akşam yürüdüğümüz yol boyunca yürüyorduk.Bu yolu ve duvarları devrimden önce Amerikalılar yapmışlar,20km uzunluğunda güzel bir yol.İlk karşımıza çıkanlar El Morro,El Punto ve Royal Fors Kaleleri.Bir üçgeni
tamamlıyorlar aşağı yukarı.İspanyollar döneminde şehre girmek isteyen korsanlara karşı yapılmış bu kaleler.Az ileride mitolojiden
diye tahmin ettiğimiz heykel için Poseidon'un Heykeli diyor rehberimiz.Karşıdan El Punto Kalesi'nin içinde kolonyal dönemde tepeye yapılmış oldukça büyük bir İsa Heykeli görünüyor,buradan şehri koruduğu düşünülüyormuş.
Artık sahil yolundan karşıya geçip şehre doğru giriyoruz.İspanyollar'ın şehre ilk giriş anıtını ve kolonyal dönemde
yapılmış,bahçesinde Afrikalı kölelerin kutsal saydığı asırlık ağaçları olan ve tropikal bölgede olmanın sembolü olan ananas heykelleri ile süslü küçük bir kilise görüyoruz.Biraz ilerleyince Küba'nın Babası diye anılan Carlos Cespodes'in heykeliyle karşılaşıyoruz.Aslında çok zengin ve toprak sahibi bir adam.Ancak İspanyollar'a karşı bağımsızlık savaşı sırasında emrinde ki köleleri bağımsızlıkları için savaşmaları konusunda teşvik ediyor.İspanyollar oğlunu kaçırıp isyan çıkarmasından vazgeçirmeye çalışıyorlar ama o"Küba'da benim oğlum"diyerek geri adım atmıyor.İspanyollar da oğlunu öldürüyor.
Aslında Küba bu anlamda çok şanslı bana göre.Tamam yüzyıllar boyunca bağımsızlıkları için çok mücadele vermişler.Ama her dönemde önlerine düşüp yol gösterecek,bu uğurda canını bile feda etmekten kaçınmayacak,dürüst liderleri olmuş.Carlos Cespodes,Jose Marti,Fidel Castro,Che,.Camilio Cienfuegos,Maximo Gomez vb... Bundan sonra ki durağımız Belediye Müzesi.19.yy da tipik İspanyol mimarisi ile yapılmış.Kare bir avlusu var ki,bu
tropikal iklimde evlerin daha serin olmasını sağlıyor.Üst katında Küba'da yaşayan İspanyol generallere ve ailelerine ait kıyafetler,eşyalar,resimler,eyaletlerin bayrakları,eski kiliseden aktarılan İsa Heykeli ve çeşitli eşyalar,savaş döneminde kullanılan silahlar vb.Alt katında da kolonyal döneme ait eski arabalar var.Bir camında da vitraydan yapılmış çok güzel İspanyol ve Küba armaları vardı.1959 Devrimine kadar ABD konsolosluğu olarak kullanılan bina bu tarihten sonra konsolosluğun kapanmasıyla
müze olarak kullanılıyor.Müzenin önünde ki yol çok enteresandı.Bir İspanyol valisi bu yolu siestada olduğu saatlerde gürültüden rahatsız olmasın diye,Afrika ağacından ahşap parke şeklinde yaptırmış.Öyle sağlam bir ağaç ki,yüzyıllardır bozulmadan günümüze dek bu yol aynı şekilde kalmış.
Eski Havana da ki gezimiz;Ordu Meydanı'nı,Eski Meydan'ı ve Katedral Meydanı'nı gezerek sürüyor.
Ordu Meydanı'nda;Dini Sanatlar Müzesi,Ticaret Odası(binada ticaret tanrısı olarak bilinen Merkür'ün Heykeli var),Sevilla'dakinin kopyası olarak yapılmış Aslar Çeşmesi,Kütüphane,Bizans Kilisesi,Paris'ten Gelen Centilmen diye anılan bir entellektüelin heykeli gözlemlediğimiz tarihi eserlerdi.
Eski Meydan'da;Unesco'nun Dünya Tarihi Kültür Mirasları kapsamında restore ediliyor.Batista döneminde yapılmış antik tiyatro,
bağımsızlık için uğraşmış İspanyol ressam Simon Bolivar'ın heykeli,kolonyal dönemde üniversite olarak yapılmış olan,1950'li yıllarda
ABD döneminde kumar ve eğlence merkezi olarak kullanılmış bina, etrafı camlarla kaplanarak değişik bir şekilde restore edilmekteydi.
Katedral Meydanı'nda;17.yy'da yapılmış,asimetrik kuleleri ve gece çok güzel ışıklandırılmış görüntüsü ile katedralden adını alan bu meydan Havana'da beni en çok etkileyen yerlerden biriydi.Çok sevimli bir restaurant ve barı vardı bir köşesinde.Değişik grupların devamlı canlı müzik yaptığı ve insanların gönlünce dans ettiği meydana çeşitli defalar gitme fırsatı bulduk.
Öğle yemeğini La Bodeguita Del Medio Barı'nda yedikten sonra 18.yy da kurulmuş ve giderek gelişmiş Modern Havana'ya doğru yola çıkıyoruz.Vedado,Prada ve Miramar semtlerini gezip Devrim Meydanı'na geliyoruz.
Devrim Meydanı 1950 yılında inşa edilmiş.Fidel Castro halka hitaben konuşmalarını burada yapıyormuş.Bir önce ki
hafta 4,5 saat konuştuğunu öğrenince 1-Mayısta Fidel'i kesin olarak görebileceğimizin rahatlığını yaşıyoruz.Devrim Meydanı'nda
Jose Marti'nin görkemli bir heykeli var.Heykelin arkasında Jose Marti'nin iki nehir arasında öldürüldüğünün ve bu nehirlerin uzunluğunun 17 metre olduğunun temsili olarak 17 metre yüksekliğinde yapılmış bir anıt var.Meydanın bir diğer tarafında İç İşleri Bakanlığı ve üzerinde Che'nin ferforjeden dev bir rölyefi var.Rölyefin altında "Hasta La Victoria Siempre" yazılı yani"Sonsuza dek Zafer".Özellikle gece o kadar muhteşem ışıklandırmışlar ki rölyefi gözlerim yaşardı.Zaten gezdiğimiz her yerde Che'nin efsaneleşmiş Comandate'liğini(kumandanlığını) iliklerinize kadar hissediyorsunuz.Fidel ise tam tersi kendi heykelinin ve resminin yapılmasını yasaklamış.Sadece Devrim Meydanı'nda "Vamos Bien"yani "İyi Gidiyoruz"yazısının yanında bir resmini görüyoruz.Hal ka umut veren bir ifadeyle.
Akşamüstü oldu ve rehberimiz 1930'larda yapılmış Nationel Hotel'de bu saatlerde muhteşem bir manzara olduğunu
söylüyor.Bütün günün yorgunluğuna aldırmadan otele doğru yola koyuluyoruz.Beş yıldızlı bir otel.Önce içini gezip,bahçesine çıkıyoruz.Harika bir manzara gerçekten,yaşadığınızı hissettiren türden.Küba'nın geleneksel içkilerinden Mojita'larımızı yudumlayarak
günü burada bitiriyoruz.