Hapı Yutmanın Kerrakesi

NURETTİN ABACIOĞLU

 

Kerrake sözcüğü, sözlük anlamı ve gündelik kullanımdaki yeri bakımından değişik açılar gösterir. Sözlük anlamı; İnce softan hafif ve dar bir üstlük, giyisidir. Eskilerde alimlerin, şairlerin giydiğine dair kimi söylencelere bakıldığında, “Vehbi’nin kerrakesi” nin bu türden bir zata ait olması pek muhtemeldir.

Merak zait olup, bu deyimin daha, daha ne olduğuna bakılırsa; başka bir söylenceye göre, Vehbi, kadim İstanbul’da kerrake giyen bir “ases” tir. Yani, şimdilerde polis teşkilatında, lav edilmek üzere olan bir kadrolu gece bekçisidir. Vehbi, görevi gereği, gecenin bir ve her vaktinde, mahallesinin namusundan ve olan, biten herşeyinden sorumlu olduğu üzere, muhakkikliğini pek bir itinayla yapar. İçen, çoşan ve nara atanlarla beraber, kimin evine, kimin girdiği; kimin, kiminle halvet olduğu, en iyi iştigal ettiği meşgalesidir. Ve bu cümleden olmak üzere, gecenin karanlığında fırıldak çevirenleri, namussuzluk edenleri derdest edip kodese tıkar, kerrake giyen Vehbi’miz. Mahallenin namusu kolay zapt edilen bir hadise değildir. Mahallenin aşuftesi, her gelen hargelenin girip çıktığı evinde, her gece başka sergerdeler... yeniçeri bozuntularını misafir eder de, çoğu zaman nim uryan, kiminde de anadan üryan görüp ve la havle! ler le bastığı hane halkını, karakola götüren ases Vehbi, yine de tövbesini bozmaz... Ne var ki can dayanmayan, bir gecede, o malum evde, aşüfteyle hem hal oluş, pahallıya patlar zavallı Vehbi’nin başında. Bir komploya kurban, Vehbi tabanı yağladığında, ardında da "işin içyüzü, gerçeği öğrenildi" anlamında kullanılan, şöyle bir darb-ı mesel bırakır... 

“anlaşıldı vehbi'nin kerrakesi

aceleyle cübbe oldu aşuftenin feracesi.”

İşte “Hapı Yutmanın Kerrakesi” ni de bu fasıldan, okumak gerekir.....

19 Temmuz 2008 Cumartesi SoL-Haber Portalı, manşetten Türkiye’de ilaç meselesine eğilen üç yazı astı sayfalarına...

Başlıklar “Alışveriş sepetinde ilaç; Yabancı sermaye hakimiyeti ve Sinir hapları karşı reyonda hanfendi” olarak atılmış; okuyunca da tam da yerine oturan çarpıcılıkta...

Geçtiğimiz günlerde, tam da bu başlıkları içeren bir meslek içi toplantıya katıldım. Bu toplantı Türk Eczacıları Birliği (TEB) 36. Dönem 1. Bölgelerarası Toplantısı idi. Katılımcıları da TEB Merkez Yönetimi ile, 51 Eczacı Odası Yöneticisi ve kimi Büyük Kongre üyelerinden oluşuyordu. Eczacı meslek örgütünün yönetici ve delegeleri, kenarından Türkiye’de ilaç meselesini laflarken, çokça devletle yapılan kamu reçetelerinin geriödeme protokolunu konuştular. Toplantı salonundaki yöneticilerin atmosferinden edindiğim izlenim şu olmuştur: Yürürlükteki sistemin (kapitalizmin) ilaca ilişkin sorunlarının kısmi çözümünün, bu senelik de olsa halledilmesi, dayanılmaz bir hafiflik ve basbayağı yüreklerde bir serinlik oluşturmuştur. Ne var ki, ilaç ve eczacılık adına, giderek gelişen tehlike, pek de algılanmış görünmemektedir. Sonuç, ilacın üretiminden, dağıtımına, tam sermaye hükümranlığı altına alınma operasyonu, süratle işlemektedir. Bu sürecin parçası olarak da, “eczacılık” mesleğinin yer ile yeksan edilmesi, bu senelik kol, kanat kırıklıklarıyla geciktirilmiş ve geçiştirilmiştir. Ancak dayatılanlar, bundan sonra ki dalganın büyüklük ve öldürücülüğü hakkında da önemli bir bilgi vermiştir. Bu algı, kuşkusuz bana aittir; ancak bunu o toplantıda anlayan ne kadar meslek odası yönetici var dı; bu da ayrı bir tartışma konusudur.

Gerçi, benzeri bir yazıyı 24 Nisan’da SoL’da yazmıştım. Ancak, konuya uzak okuyucu için bir özetleme yapmak, o yazıdan, ya da başka yazılarımdam kimi alıntıyla konuyu irdelemek gerekmektedir....... 

İlaç sanayii, dünyada en yoğun özel sermaye tekelleşmesinin olduğu ilk üç sektörden birisidir ve aynı zamanda, ülke ekonomileri açısından en stratejik olanlardan birisidir. Uluslararası ilaç sektörü devasa büyüklükte ve sermaye birikimi bakımından dünya ekonomisinin başta gelen motor sektörlerinden birisidir.

Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası verilerine göre, dünyada üretilen toplam hasıla, üretim ve satışları ifade etmektedir. “2005-2006 verilerinden hareketle, dünyada üretilen toplam hasıla, ortalama 60 trilyon dolar civarında seyretmektedir. Mal ve hizmet olarak dünya ticaret hacmi de, 12 trilyon dolar civarında gerçekleşmiştir. Bu, toplam hasılanın 1/5'i ne denk düşmektedir”. Dünya ticaret hacminin, 2/3’ünü (8 trilyon dolar) gerçekleştiren çokuluslu şirketlerin içindeki 200 şirketin sermaye yoğunlaşması, total ticaret hacminin %65’ine (5.2 trilyon dolar) denk düşmektedir. Bu 200 şirketin sıralama içinde en önemli paydaşları arasında da ilaç tekelleri bulunmaktadır.

İlaç sektörü oligopolistik bir tekel piyasasıdır. 2007 yıl sonu değerleri, 2008’de, nasıl bir pazar ile karşı karşıya olduğumuzu da göstermektedir. Küresel ilaç ticareti, 712 milyar dolarlık bir hacme erişmiştir. Bu dünya ticaret hacminin yaklaşık 1/8.5’i ne denk düşen bir orandır. Bu pazarın %45’i ABD ve Kanada’ya aittir. Avrupa, Avrupa Birliği’nin merkezi ekonomileri en tepede olmak üzere, pazarın %31.1 ini elinde tutmaktadır. Bir merkez ekonomi olarak Japonya, farmasötik satışlarda küresel olarak %8.8 lik paya sahiptir. Bu da pazarın, %85 olarak, kapitalist-emperyalist sistemin merkez ekonomilerince kontrol edildiğini ve oligopol’ün olduğunu göstermektedir.

Türkiye pencerisi, Avrupa istatistiklerinin içindedir. 2000 li yılların başlangıcında, 2010 yılına projeksiyonla 12 milyar dolarlık bir ilaç pazarının oluşacağı öngörüsü, şimdiden sağlanmış durumdadır. Faktöriyel özelliklerin dikkate alınmasıyla bu değer, dünya pazarının %1.3’üne denk düşmektedir. Kısacası Türkiye, ilacın üretim ve dağıtımı bakımından, uluslararası ilaç sermayesi bakımından yok görülemeyecek büyüklükte önemli bir pazardır.

SoL-Haber Portal’daki haber yazılar, işte bu istatistiklere kavramsal olarak tam da denk düşmektedir. İlaç ticaret hacmi içinde en önemli ve pazar kontrolu sağlayan süreç, ilaç dağıtımı aşamasıdır. İlaç dağıtımının %85 oranında sağlandığı kanal “eczaneler” dir. Türkiye’de 23 bin civarında eczane bulunmaktadır. Bu eczaneler içinde %80 ene yakını küçük işletme sermayeli kuruluşlardır. %15 civarı orta ölçek, %3-5 oranındakiler ise, büyük ölçekli kuruluşlardır. İlaç fiyatlarında, fiyat artışı oldukça, karlılık oranı düşmektedir. Bu şu anlama gelir. İlaç fiyatlarıyla, perakende karlılık arasında kademeli bir sıralama oranı bulunmaktadır. Bunu şöyle tablolaştırabiliriz:

Tablo 1. Kademeli ilaç fiyatına göre depocu ve eczacı karlılık oranları

İlaç Perakende Satış fiyatı

(YTL)

Perakende satış üzerinden % karlılık

Depocu

Eczacı

- 10 YTL ye kadar

9

25

10-50

8

24

50-100

7

23

100-200

6

16

200- üzeri

2

12

Tablodan da anlaşılacağı üzere, karlılık oranı yüksek ilaçlar, reçete edilme sürümü düşük-çok düşük ilaçlar olup, satış envanterleri bakımından öneme haiz görünmemektedir. Eczanenin mesleki karlılığı ilacın alış ve satış fiyatları bakımından değişkenlik göstermekle beraber, toplamda %15-19 arasında seyretmektedir. Bu karlılığın önemli bir kısmı (%6-11) işletme giderlerine harcanmaktadır. Bu da eczaneleri finansal açıdan önemli bir zorun içerisine sokmakta ve kamu reçetelerinden geri dönüş olan “geriödeme” aksamaları, eczanelerin, ecza depo veya firmalarına yapacakları ödemelerde çıkmaz oluşturmaktadır. Diğer yandan, eczanelerin kamu reçetelerinin her faturalama döneminde, reçetedeki toplam satış matrahı üzerinden devlete uyguladığı iskonto oranı da bulunmaktadır. 2008 sözleşmelerinde bu oran %3 olarak belirlenmiş vaziyettedir. Sonuçta, eczane yatırım ve işletme sermayesi bakımından büyük hacimli, buna karşın karlılığı düşük kurumlar halindedir. İşletme sermayesinin döndürülmesi, büyük ölçüde devletin geriödemesine dayanmış görünmektedir. Ödemede çok sık rastlanan aksaklıklar sonucu, banka kredilerinin yüksek faizli ağına düşmüş olan küçük eczane işletmeleri, var olabilme savaşı verdiklerini düşünürken, aslında gizli iflasın içine sürüklenmiş bir manzara da çizmektedir. 12 milyar dolarlık bir satış-dağıtım pazarındaki baş aktör ecza depolarıdır. Perakende satışın %85’ninin eczane skalasında olduğunu hatırlanacak olursa, bu piyasada dönen hacmin 10.2 milyar dolara denk düşmektedir. Devletin perakende eczane dağıtım ağı dışında doğrudan depolardan alış yaptığı ve bunun da pazarın %17 sine denk geldiğini de ayrıca ifade etmek gerekir. Depocu kademeli karının, eczanelere satışlar bakımından ortalama %6.5 civarında olduğundan hareketle, ilaç toptancıları, bu pazarın 660 milyon dolarını artı değer olarak gerçekleştirmek yerine, tümüne ve yabancı sermaye olarak, ya da yabancı sermaye ortaklıklı firmalar olarak talip olmaktadır. İşte eczaneler bir yandan devletin finansal zaaflarının ceremesini çekerken, bir yanda da, ilaç toptancılarının iştahını kabartan bu piyasadan onların marifetiyle tesis edilmekte olan “zincir eczaneler” aracılığıyla sürülme sürecinin içine sokulmuş vaziyettedir.  Eczacılık ve ilaç sektörü açısından bir diğer özellik de, sektörün, AB uyum süreci ile en bağışık ve manüplasyonu tamamlanma noktasında ilerleyen bir sanayii etkinlik alanı olduğudur. Buradan da bakıldığında, AB’ne üye ülkelerde eczane sayılarında sağlanan azaltma ve bunların zincir eczane olarak, büyük sermaye kurumlarına dönüştürülme süreci, en ağır ve kaçınılmaz gibi görünen yüzüyle Türkiye’de de oynanmaya başlanmıştır.

Eczanelerin, büyük sermayeli, uluslararası ölçekli kuruluşlar eline geçişi, ucuz-etkin-eşdeğer ilaçla tedavi olanağının da ortadan kaldırılmasını sağlayacak ve bu anlamda, sermaye yoğunlaşmasının önünü, büyük sermayeye daha da açacak bir etmen olacaktır. İlacın sosyal ve tedavi açısından “onsuz olunmaz bir meta” olması, hekim ve eczacı eliyle akılcı ve doğru kullandırılmasını gerektirmektedir. Oysa, böylesi bir ekonomik değeri, serbest bir biçimde sermaye birikiminin içine katamamak büyük sermaye açısından ne büyük bir gelişim engelidir. Birikim adına, insani ve tıbbi değerlerden vazgeçmenin mutlaka bir yönelimi olmalıdır. İşte bu anlamda ortaya sürülen manüplatif dönüştürmelerle, eczanelerin ve eczacıların devre dışına çıkarılması öngörülmektedir. Eczaneler, iflasa sürüklendiğinde ve küçük meta üretimi olarak biriken eczane sermayesinin, büyük sermayeye dönüşümü sağlandığında, başta kurumsal görünüm olmak üzere, ilaca ilişkin diğer piyasa sınırlayıcı her türlü uygulamanın ötesine geçiş, daha da kolaylaşacaktır. Böylece ne mi olur? Mesela ilaçta reklam serbest hale gelir. Ancak sonuçta, ilaç reklamlarıyla tüketimin daha da pompalandığı ve bu bağlamda başka sağlık sorunlarının ortaya çıkacağı bir dönem mi başlar; başlayacakmış ne beis. Ve bu iş bakımından, herhangi bir beis bulunmaz. Zira bu uygulamalar son tahlilde bir tek istasyona kapı açar. O da, gerek üretim ve gerek satışlar olarak rekabetçi fiyatlarla, göreceli üstünlük kuramına göre serbest ilaç ticaretinin yapıldığı bir pazarın, Türkiye bakımndan da tesis edilmesidir. Gerçi bu serbest rekabet işi, tam bir retoriktir. Gerçek ise, ortada görünmez demir elli, çok sıkı bir oligopol piyasasının bulunmasıdır. Ne ki, bunu herkesin anlamayacağından kellim, amaç Türkiye pazarındaki tesisatın yeni kurucu ve sahiplerinin, tamamen uluslararası üretim-dağıtım tekelleri kılınmasıdır.

İşte bu, Vehbi’ninkine benzer, “Hapı Yutmanın Kerrakesi” dir. Böylece, ilk hapı yutacak kurbanın, memleket ahalisinin oturtulacağı yeni kazıktan önce eczaneler olacağı, burada anlatılan hikaye mucibince bellidir……

Şifa niyetine.....

Meraklısına kaynak:

 

nuriabaci@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat