Crumboblious pirzolaları
Nurettin Abacıoğlu 

Her yılın takviminde, marttan, mayısa uzanan zaman diliminde, sağlıkçıların meslek günleri neredeyse peşpeşe sıralanır. 14 Mart Tıp-Hekim Günü, 12 Mayıs Hemşireler Günü, 14 Mayıs ise, Eczacılık Günü'dür. Kimileri, dillerine bugünleri bayram diye pelesenk etmiştir. Bayramcılar aslında haksız da değildir. Çünkü yemekli, müzikli bol eğlenceli balolarla, işe kutlama havası da yüklenmiyor değildir. Ancak, bugünlerin bayramla falan bir ilgisi yoktur. Bugünler, bir toplumun yaşamında verili koşul olan iktisadi ve siyasi düzenle, var olan sorun(lar) arasındaki  ilişkilerin tartışıldığı, kimi çözümlerin üretilmeye çalışıldığı ve tümünün toplumsal ve mesleki bilince aktarıldığı günlerdir.

14 Mayıs, eczacılık eğitimine akademik olarak başlandığı günün tarihidir. II. Mahmut  döneminde, 1839'da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane'nin başında olan Dr. Bernard, aynı mektebin içinde bir eczacı sınıfı açmaya memur edilmiş ve mektepli eczacı yetiştirilmesi işi de böylece başlamıştır. Bu hesaba göre akademik eczacılığın 169'uncu yılıdır. Burada tarih şerhi düşülmeyecektir. Ancak memleketin ilaç ve eczacılık işleri, genel sağlık sorunlarından bağımsız bir çizgide değildir.

Türkiye ilaç pazarı, dünyada da olduğu üzere, sermaye yoğunlaşmasının en güçlü yaşandığı sektörlerin başında gelmektedir. Türkiye'de 2000'li yılların başlangıcında, 2010 yılına projeksiyonla 12 milyar dolarlık bir ilaç pazarının oluşacağı öngörüsü, şimdiden sağlanmış durumdadır. Bu, dünya pazarının yüzde 1,3'üne denk düşmektedir. Kısacası, ilacın üretim ve dağıtımı bakımından, sermayenin yok göremeyeceği büyüklükte önemli bir pazardır Türkiye.

Türkiye'de, 23 bin civarında eczane bulunmaktadır. Bu eczane dağılımı, 1300-3300 kişiye bir eczanenin düştüğü bir coğrafya ağını oluşturmaktadır. Nüfus yoğunluğuna oranlandığında, göreli dengeli sayılabilecek bir dağılımdır bu. Dahası, 6197 sayılı "Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun"a göre, eczanenin sahip ve mesul müdürü, sadece eczacı olabilmektedir ve eczacıların birbiriyle ortaklığı dahil, Türkiye'de ortaklı eczane açılması mümkün değildir. Bu çerçevede eczane bağlamında hukuken bir şirketleşme de mümkün değildir.

İşte, bam teli burasıdır. Yani bu devasa pazar, sadece ve küçük mülkiyet olarak eczacı monopolüne açıktır ve serbest küresel piyasaların, bu devasa pazarda da cirit atabilmesi için mülkiyetin eczacılar dışındaki güçlü sermaye piyasalarına açılabilmesinin yolu aranmalı ve bulunmalıdır.

Denilebilir ki; ne var bunda? Yani özel mülkiyet rejimini serbest piyasa jargonu arkasında baş tacı etmiş ve ferdiyetçi girişimciliği, bu bağlamda özendiren kapitalist ekonomik ilişkiler zincirinde, eczaneler de, neden başka sermaye kanallarına açılmasın?! Üstelik, başta ABD olmak üzere, pek çok AB ülkesi dahil bunun örnekleri dünya üstünde ortadayken.

Bu soru ya da olgu saptamasına açılım ipuçları, şu demokrasi ve medeniyet merkezi olarak öykünülen AB'den gelmektedir. Toplumun, ilaca sağlıklı ve dengeli bir biçimde ulaşımını sağlayan şu andaki eczane sayısının, Türkiye için çok olduğuna karar veren AB, bu sayının 8 binlere çekilmesi ve yaygın büyük sermaye dağıtım pazarları aracılığıyla, gereksinmelerin karşılanması talebiyle, Sağlık Bakanlığına değişim için telkinlere başlamıştır. Bunun izlerini taşıyan söylemler, henüz projenin kağıt üzerine dökülme öncesindeki zemin yoklaması olarak ortalarda dolaştırılıyor.

İkinci kez denilebilir ki; ne var bunda? Ne olmasın ki! İlaç, bütün metalar gibi bir kullanım ve değişim değerine sahiptir. Ne var ki, talep elastikiyeti sıfıra yakındır. Yani onsuz olunamaz. İlaç, edinilmesi, kullanılması hastalık zorunluluğuna dayalı bir emtiadır. Fiyatı, arz-talep dengesinden bağımsızdır. İlaç fiyatının ucuzluğu, beğeni ve tercih unsuru olarak kullanılmasına etki etmediği gibi, pahalı olması da, kaçınılmaz ve ertelenemez alınma zorunluluğunu ortadan kaldıramaz.  Diğer yandan,  tüketicinin (burada hasta) ilaç hakkında birşey bilmemesi de, seçiminin yapılmasını başka ellere verir. Yani ilacı, hastalar adına her zaman hekim ve kimi kez de eczacı yapar. İşte bu ve benzeri nedenlerle, tedavi hizmetlerinin vazgeçilmez ve birinci derece ürünü olan ilaçların, dağıtım piyasasının, kamusal sağlık hizmetleri alanı dışında, özel büyük sermaye aracılıklı dağıtım piyasası haline getirilmesi, iştahları, hevesleri kabartmaktadır. Ve mutlak  gerçekleştirilmesi, gerekli bir proje haline dönüşmektedir.. Bu nedenle, 14 Mayıs günü, eczacılar, bu küresel pazarlığa ve dayatmalara karşı, küresel sermaye figuranlığını boykot anlamında, eczane vitirinlerine siyah bant asıp, kepenk indirmişlerdir.

Yani eczacılar, hala ve neredeyse içgüdüsel bir kısır döngüye ikna olmama direngenliğini, yetkililere değilse bile, vatandaşa, halka anlatmaya çaba sarfetmektedir.

Gelelim başlıktaki pirzola meselesine...

Önce internet ortamındaki "Crumboblious Pirzolaları İçin Anlamsız Tarif"e bir bakalım. Crumboblious Pirzolası "birkaç dilim biftek temin edip, bu dilimleri mümkün olan en küçük parçalara ayırıp, o parçaları biraz daha küçültüp, bunu 8 ya da 9 kez tekrarlama" işlemini içeren bir davettir. Yani, manasız gibi duran bu işlemle, aslında kısır döngülerin bir doğal sonlandırıcıya eriştiği belleklere çimento gibi akıtılmak istenmektedir. İşte bu retoriktir. Bu yalana, dolana, ardında ne vardır diye bakmadan, peşinen ikna olma, kanma oyununun adıdır. Dolayısıyla, bak ne yaparsan yap, ardında değiştiremeyeceğin irade nedeniyle, sen de olgusal duruma peşinen teslimsin demektektir. İşte, bu anlamda kullanılan bir deyimdir.   

Bu aralar, kitapçı vitrinlerinde sıklıkla gördüğümüz bir kitap var. Yazarı Richard Dawkins ve kitabın adı "Tanrı Yanılgısı" başlığı ile Türkçe'ye çevrilmiş. Dawkins kitabında, Tanrının varlığı konusundaki dinsel inanışlara karşı, mantık süzgecinden süzülen kimi diyalektik yaklaşımlarla, nasıl bir yanılgı içinde olunduğunu kanıtlamaya çabalıyor. "Tanrının varlığı yönünde kanıtlar" a gönderme yapan ilk bölümde, Aziz Thomas Aquinas'ın referansları tartışmaya konu yapılıyor. Bu azize göre, tanrı, şeylerin kısır döngüsünden bağışıksızdır ve dolayısıyla bir ilk olarak var olma durumunda ve kısır döngüleri sonlandırma konumundadır. Bu nedenle de aziz, bunu tanrının varlığı olarak niteleniyor. Dawkins bu durumu Crumboblious pirzolalarına benzeterek, kısır döngü kıracısı olarak atomu örnekliyor. Diyor ki, atomu, çekirdeğine kadar dilimlesek ve ondan sonra da, bir hamleyle atomun çekirdeğini de parçalasak, geride artık o atom kalmayacaktır. Yani atom, Crumboblious Pirzolaları tarzındaki kısır döngüye doğal bir sonlandırıcı sağlar. Oysa azizin kısır döngülerinde tanrının doğal bir sonlandırıcı olduğu, belli olmadığı için, tanrının varlığı bu bağlamda sadece bir illüzyon, bir yanılgıdır diyor.

Günümüzün küresel kısır döngüsü, tanrının varlığı tartışması gibi "küresel kapitalizm"in değişmezlidir. Bu yukarıda da eczacılık ve eczane hizmetlerine ilişkin tanımlamaya çabaladığım ve sermayenin hükümranlığının pekiştiren bir illüzyon ve yanılgıdır.

Sermayenin, Crumboblious pirzolaları tarzındaki kısır döngüsüne, doğal sonlandırıcı olan ise, emeğin ve emekçinin sömürüye karşı atacağı kılıçtır; yani bu düzenin değiştirilmesi gerekmektedir. Bunun gücü emekçinin elindedir. Ancak sınıf siyaseti öncülüğünde mücadele etmeden de, gerçekleşmesi, akla da, fiiliyata da şimdilik denk düşmemektedir.

nuriabaci@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat