68’LİLERİN AYAK SESLERİ
Efsun ÇELİK*
Fransa’da hükümetin geçtiğimiz Kasım ayında ayaklanan işsiz varoş gençlerini sakinleştirmek için çıkardığı yeni iş yasası, geleceğin Fransız seçkinleri olarak görülen gençleri sokağa döktü. Fransa’da üniversite öğrencilerinin boykotu dalgalar halinde yayılırken, Sorbonne üniversitesinin öğrenciler tarafından işgali ise Mayıs 1968’deki öğrenci eylemlerini tekrar akla getirmiştir. 1968 öğrenci hareketinin sembolü olan Sorbonne Üniversitesi’ndeki üç günlük işgal, Fransa’da 68’den sonra meydana gelen ilk üniversite işgalidir ve Sorbonne öğrencilerinin özlük haklarını korumak için başlattığı eylemler 68’den sonraki en geniş etki alanına ulaşmıştır.
Hükümetin yeni iş yasasının üniversite öğrencileri tarafından protesto edilmesi, boykotlardan üniversite işgallerine uzanan bir dizi eylem sürecinin başlaması 68 ruhunun yeniden dirilmesi şeklinde yorumlanmaya başlandı. Bu durum da yüksek öğrenim gençliği ile siyaset arasındaki ilişkinin unsurlarının sorgulanmasına yol açmıştır. Fransa’da Mayıs 68 ile başlayan daha sonra farklı gelişme düzeylerindeki değişik siyasal rejimlere sahip olan ülkelerde birbiri peşisıra görülen öğrenci ayaklanmaları dünya tarihine 68’liler dönemi olarak damgasını vurmuştur. Öğrenciler bu tarihlerde, artık yetişkinlerin hareketlerinin bir uzantısı olmaktan çıkmışlar ve yetişkinlerin örgüt ve önderliklerinden büyük ölçüde bağımsızlaşmışlardır. Öğrenci haraketlerini açıklamaya yönelik çeşitli kurumsal görüşler ortaya atılmıştır. Bu görüşler arasında öğrenci hareketlerini yönelik psikolojik açıklamalardan biyolojik kökenli açıklamalara kadar bir dizi kurumsal görüş ortaya atılmıştır. Bunlar arasında en dikkat çeken görüş ise Frankfurt Okulu olarak adlandırılan grubun önde gelen temsilcisi olan Herbert Marcuse’un marksist çözümlemelerden yola çıkarak ulaştığı, devrimin öncü gücünün öğrenciler olduğu görüşüdür. Marcuse, Marx’ın temel devrimci saydığı işçi sınıfının, ileri derecede sanayileşmiş Batılı ülkelerde, artık sistemle bütünleştiğini söylemektedir.
Marksist çözümlemeye göre devrim, üretim biçimiyle üretici güçlerin gelişmesi arasında bir uyuşmazlık, bir çelişki olduğu zaman ortaya çıkar. Devrimin öncü gücü de, bu çelişkinin sonuçlarından en çok zarar gelen sınıf olur. Marcuse, kapitalizmin ulaştığı yeni aşamada, devrimci gücün – Marx’ın tam tersine – üretim sürecinin dışında kalanlardan oluştuğunu öne sürüyor. Çünkü onlar henüz “tüketim toplumu” ile bütünleşmemişlerdir. Herbert Marcuse ve düşünce arkadaşlarına göre, kapitalizmin tüketim toplum aşamasına ulaşmış ülkelerde öğrencilerin ayaklanmaları, sistemin kendi iç çelişkilerinin bir sonucudur. Üretim sürecinin dışında kalan en bilinçli toplum kesiminin, sistemin akıl dışı gelişmesine karşı çıkışıdır.
1968’deki öğrenci hareketlerini açıklamaya yönelik bir çok görüş ortaya konmuştur ve bunların hepsinin de kendine göre eksiklikleri vardır. Dönemin olaylarını açıklamaya çalışan bu görüşlerin ortaya koyduğu en önemli gerçek, özellikle 60’lı yıllardan günümüze dek siyaset ve öğrenciler arasında her zaman kopmaz bir bağın olduğu ve var olacağıdır. 1968 yılından bu yana dünyanın farklı bölgeleri ve farklı zamanlarda birçok öğrenci hareketine sahne olmuşsada, dönemin sembolü olan Fransa’da ve özellikle Sorbonne üniversitesinde öğrenci hareketlerinin eş zamanlı ve büyük ölçekli olarak tekrar başlaması 68’lilerin ayak seslerinin yeniden duyulması olarak değerlendirilebilir.
Fransa’daki olaylara bakarsak, üniversite öğrencileri, sendikalar ve sol partiler ile birlikte Dominique de Villepin hükümetini eleştirerek, hükümetten CPE sözleşmesini derhal geri çekmesini istediler. Sözü edilen düzenlemenin ne anlama geldiğine bakarsak, CPE (Contrat Première (Embauche) Fransa’da süre kısıtlaması olmayan iş sözleşmelerine yönelik bir yasa. İlk olarak Fransa başbakanı Dominique de Villepin tarafından 16 Ocak 2006’da yürürlüğe konmak üzere açıklanan sözleşme, 26 yaşından küçük olan gençlere ve yirmiden fazla çalışanı olan şirketlere yönelik. Bu sözleşmeye göre “işi sağlamlaştırma” (consolidant de l’emploi) denen ilk iki senelik dönemde işveren çalışanını, çok az tazminat vererek yada tazminat vermeyerek hiçbir sebep göstermeden işten çıkarması mümkün olabilmektedir. “Şansların eşitliğini sağlamaya yönelik yasa tasarısı” olarak meclisin oyuna sunulan yasa, meclis tarafından 8 Şubat’ı 9 Şubat’ı bağlayan gece kabul edilmişti.
İşsizliğin en yüksek oranda olduğu Batı Avrupa ülkesi olan Fransa’da her dört gençten biri işsiz. Haziran 2005’de göreve geldiği günlerde Villepin, işsizliğin Fransa’ın en büyük problemi olduğunu ve işsizlikle başa çıkabilmek için hükümetinin bütün gücüyle savaşacağını beyan etmişti. Görev süresinin ilk sekiz ayında Villepin, işsizlik oranını %10.1’den %9.6’ya düşürse de, işsizlik sorunu ile başa çıkabilmek içi daha köklü düzenlemelere ihtiyaç vardı. Ayrıca başkanılık yarışında Fransız sağının desteğini sağlamak için Ocak ayında, ilk defa çalışma hayatına atılan 26 yaşından küçüklerin, işveren tarafından iki yıl içinde gerekçe göstermeden işten çıkarılmasına olanak sağlayan özel iş yasası için bastırmaya başladı. İşsizliği söz konusu “iş kontratları”yla çözmeye çalışan Villepin, bu tasarının meclisde onaylanması üzerine öğrencilerin ve gençlerin sert tepkisiyle karşılaşmaya başladı. Sendikalar ve öğrenci örgütleri 1994’de benzer bir tasarının mecliste onaylanmış olmasına rağmen işçi ve öğrenci dayanışmasının gösterdiği direniş sonucu onaylanmasından iki ay sonra yürürlükten kaldırılmıştı.
Yasanın mimarı olan Villepin, parlamentoda yaptığı konuşmada, düzenlemeyi savunmuş ve amaçlarının işvereni yeni personel almaya teşvik etmek olduğunu söylemişti. Villepin’e göre, hükümetin amacı işverenlere esneklik sağlayarak, yeni personel almaya özendirmek ve böylece 26 yaşın altındaki genç nüfus arasında %25’e varan işsizlik oranını azaltmak. Aralarında sendikalar, öğrenciler ve sosyalistlerin bulunduğu yasaların muhaliflerine göreyse, düzenleme gençlerin herhangi bir gerekçe öne sürülmeksizin işten atılmasını kolaylaştıracak. Öğrenciler, anne ve babalarına sağlanan ömür boyu iş olanaklarına kendilerinin de sahip olmasını talep ediyor. Giderek ivme kazanan gösterilerin, hükümet açısından bir kriz yaratma riski bulunmaktadır.
Bu tip bir düzenleme, çok fazla iş seçeneğinin ve bunların çoğunun da geçici işler olduğu kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri yada İngiltere’nin esnek işgücü piyasaları için zararsız gelebilir. Ancak Fransızlar vazifelerinin daimi olduğu yada olması gerektiği fikrine alışmışlardır. “Eğer Peugeot için çalışırsan, Peugeocu olursun.” Bu çarpıcı örnek ise Fransız toplumunun böyle bir düzenlemeyle başa çıkabilmesinin ne kadar zor olduğu göstermektedir. Ancak Fransızların sahip olduğu rahatlatıcı imtiyazların küresel rekabet şartlarının gereklerine uymadığı açıktır. Esnek işgücü düzenlemelerine sahip olmayan firmaların bu nedenle değişime kolay ayak uyduramayarak küresel piyasa şartlarıyla başa çıkamaması, uzun dönemde herkesin kaybetmesine neden olmaktadır. Fransız hükümetinin aslında çözmeye çalıştığı, Fransa’nın küresel rekabetle başa çıkabilme kapasitesini arttırma sorunu ve en büyük sorunu olan işsizlikle başa çıkabilmektir. Hükümetin bu süreçte alacağı önlemleri ve gerçekleştirmek istediği reform tasarılarını Fransız halkının çok kolay kabul edemeyeceği de göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Zaten Kasım ayındaki olaylar ve ardından ayaklanan işsiz varoş gençliğini yatıştırmak için çıkarılan CPE yasası, Başbakan Dominique de Villepin'in koltuğunu şimdiden ciddi biçimde sarsmaya başlamış ve Villepin’in popularitesi önemli ölçüde düşmüştür.
*Efsun ÇELİK Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü AB Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi