Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER
Sildenafil, Tadalafil ve Alzheimer Riski: Yeni Veriler
Geçtiğimiz sonbaharda ortaya koyulan bir çalışmanın sonuçları medyada geniş yer buldu. Ancak iddialara yönelik yeni bulgular sildenafil alan bireylerin Alzheimer gelişme olasılığının önemli ölçüde daha düşük olduğunu öne süren önceki kanıtlarla çelişiyor. Yeni araştırmalara göre, erektil disfonksiyonu tedavi etmek için yaygın olarak kullanılan ilaçlar, Alzheimer hastalığı ve ilgili bunama riskinde azalma ile ilişkili değil.
Son söz söylendi mi?
Hayvan çalışmaları, erektil disfonksiyon tedavisinde yararlanılan sildenafil ve tadalafil’i de içeren bir ilaç sınıfı olan fosfodiesteraz-5 (PDE5) inhibitörlerinin hâfızayı ve bilişsel işlevi iyileştirdiğini ve amiloid yükünü azalttığını göstermekte. Ancak insanlarda yapılan çalışmaların çelişkili sonuçlar verdiğini belirtmeliyiz. İddialar şu an için yalnızca iddiadan ibaret ve gelecekte konuyla ilgili yapılacak araştırmaların sonuçları yönelimlerimizi netleştirecek.
Tuz: Kendisi ve İkameleri
"Normal sofra tuzu" ibaresi paketlenmiş ve aşırı işlenmiş gıdaların ana bileşeni olan sodyum klorür formunu ifade etmek için kullanılır. Peki "en sağlıklı tuz"u bulmak için en iyi yaklaşım nedir? En düşük sodyum içeren etiketi aramaktır dersek yanlış olmaz. "Sodyum içermez" ifadesi genellikle porsiyon başına 5 mg'dan az sodyum anlamına gelir ve "düşük sodyum" ifadesi ise porsiyon başına 140 mg veya daha az tuz anlamına gelir. Buna karşılık, normal sofra tuzu bir porsiyonda 560 mg kadar sodyum içerebilir.
Pembe Himalaya tuzu, deniz tuzu ve Koşer tuzu gibi popüler tuzlar, normal sofra tuzu gibi sodyum içeriği bakımından yüksektir. Doğal olmaları, zararlı olmadıkları anlamına gelmez ki, toplumdaki en büyük yanılgı tam olarak burada yaşanıyor. Doğal ya da sentetik, fazla olan zararlıdır.
Hangi tuzun daha sağlıklı olduğu sorusunun cevabı aslında kişiye bağlı. Vücudumuzun sisteminin aksamaması için elbette sodyuma ihtiyacı var, ancak büyük miktarlarda değil. FDA, Tuz Azaltma Rehberi Yayınlamış ve 14 yaşının üzerindeki yetişkinlerin günde 1 çay kaşığına eşdeğer olan 2300 mg tuz tüketimini öneriyor. Bununla birlikte, gelişmiş ülkelerde bir kişinin bu miktardan daha fazlasını, günde yaklaşık 3400 mg sodyum tükettiği tahmin edilmekte. FDA'nın kısa vadeli yaklaşımı, insanları daha az tuza alıştırmak için işlenmiş gıdalar ve restoranlarda kullanılan sodyuma miktarını yavaş yavaş azaltmak. Tuz alımını azaltmaya yönelik bu tür stratejiler şu anda birçok ülkede ulusal programlarda kullanılmakta. Öncelik hipertansiyon ve kalp hastalarını hedefleyerek gıdalarda potasyumun arttırılmasının düşünülmesi olmalı. Sodyum düzeylerini olabildiğince azaltmak için potasyum ikameleri gündeme alınmalı.
Tuz ikameleri, yüksek tansiyon ve mortalite
Sodyum alımını azaltmak, yüksek tansiyonu olan kişiler için faydası kanıtlanmış bir öneridir. Hipertansiyon hastalarına yönelik incelemeler, tuz ikamelerinin hipertansiyonu azaltmadaki faydasını vurgulayarak, sistolik kan basıncını 5,58 mmHg ve diyastolik kan basıncını 2,88 mmHg düşürdüklerini bildirmiş. Öyle ki diyet sodyum alımındaki değişiklikler, bir kısım hastada esansiyel hipertansiyon için ilaç ihtiyacını azaltabilir veya ortadan kaldırabilir. Yeni araştırmalar, potasyum bazlı tuz ikamelerinin kullanımıyla felç, kardiyovasküler olay ve mortalitede azalma olduğunu ortaya koymuş.
Böbrekler, tuz ikameleri, sodyum ve potasyum
Birçok çalışma, potasyum açısından zengin tuz ikamelerinin normal böbrek fonksiyonu olan kişilerde güvenli olduğunu göstermiş ancak kronik böbrek hastaları için de yeterince güvenli ve faydalı mı? Renal diyet uygulayan tüm bireyler için potasyum ve sodyum alım hedefleri, böbrek fonksiyonlarına göre sınırlanmalı. Kronik böbrek hastalarında, potasyumdan zengin tuz ikamelerine bağlı yaşamı tehdit eden kan potasyum düzeyleri (hiperkalemi) bildirilmiş olmakla beraber bu konuda fikir birliği yok. Geniş kapsamlı yeni bir çalışma ekmek ve unlu mamuller gibi temel gıdalardaki potasyum klorür ikamesinin, diyet potasyumu kısıtlaması gerektiren hastalar potansiyel olarak ölümcül düzeylerde olduğunu göstermekte. Kronik böbrek hastalarının, aşırı tüketimden kaçınmaları için iyileştirilmiş gıda etiketlemesi gerektiği tartışmasız.
Amerikan Kalp Derneği, kronik böbrek hastalığı, diyabet veya yüksek tansiyonu olan kişiler için günde 1500 mg'dan fazla sodyum alımını önermiyor; aynı öneri 51 yaşın üzerindeki bireyler ve her yaştan AfroAmerikalılar için de geçerli. Kronik böbrek hastalarında önerilen günlük potasyum alımı, bireye ve böbrek fonksiyonlarının düzeyine bağlı olarak 2000 mg ile 4000 mg arasında değişiyor. Bazı tuz ikamelerindeki potasyum içeriğinin, çay kaşığı başına 440 mg ile 2800 mg arasında değiştiğini söylemeden geçmeyelim.
Mikroplastikler ve Riskler: Ne Biliyoruz?
Bir haftada bir kredi kartı büyüklüğünde plastik yersiniz. Rahatsız edici değil mi? Mikroplastiklere yönelik farkındalık kesinlikle artıyor; en son haberler anne sütünde mikroplastiklerin tespit edilmiş olması. Araştırmalar, yiyecek, su ve diğer maruziyetler yoluyla her hafta 5 grama kadar plastik tüketiyor olabileceğimizi ileri sürüyor. Dünya Sağlık Örgütü ise 2019'dan beri mikroplastikler ve insan sağlığı hakkında raporlar yayınlıyor. En son raporlar Ağustos ayının sonlarında yayınlandı. Sınırlı veriler, nano ve mikroplastik parçacıkların insanlarda olumsuz etkileri olduğuna dair yeterince net kanıtlar sağlamasa da artan kamuoyu farkındalığıyla beraber, tüm paydaşlar arasında maruziyeti azaltmak için önlemler alınması gerektiği konusunda ezici bir fikir birliği var.
Mikroplastiklerin vücudumuzda uzun vadeli hasara yol açtığı konusunda, bilim "sorun şu" şeklinde bir görüş belirtemiyor. Ancak bazı araştırmacılar spekülasyon yapmaya istekli ve riskleri görmezden gelmek imkânsız hale geliyor. Mikroplastikleri "plastik saatli bomba" şeklinde adlandıranlar da var.
Plastik problemi
Şimdiye kadar yaratılan her plastik parçası, yakılanlar dışında bugün hala gezegenimizde. Tahminler, tüm plastiğin yalnızca %9'unu geri dönüştürdüğümüzü ve çöp sahalarımızda, okyanuslarımızda ve ekosistemlerimizde 9 milyar ton palstik barındırdığımızı söylüyor. Bağlam olarak bu miktar Büyük Khufu Piramidi’nden 1.500 kat daha büyük, devasa. Yeni veriler daha da vahim şeyler gözler önüne seriyor, Greenpeace'in 2022 raporuna göre geri dönüşüm oranı yalnızca %5 ve tüketicilerin "geri dönüştürülmüş" olarak düşündüğümüz şeylerin büyük bir kısmı hala çöp yığınlarında ve su kütlelerine dolaşıyor. Plastik kaybolmuyor, bunun yerine mikroplastikler ve nanoplastikler olarak bilinen daha küçük parçalara ayrılıyor.
Mikroplastikler insan kanında, akciğer dokusunda, kolonlarda, plasentalarda, dışkıda ve anne sütünde doğrulanmış. Mikroplastiklerin üç potansiyel tehlikesi var: vücudumuzdaki fiziksel varlıkları, neyden yapıldıkları ve ne taşıdıkları. Risklerin boyutunu belirlemek için ne kadar maruz kaldığımızı bilmemiz gerekiyor.
Mikroplastikler tam olarak nedir ve niçin tehlikelidir?
Mikroplastikler, çapı 5 milimetre ile 100 nanometre arasında olan plastik parçacıklar. 5 milimetreden daha küçük olan her şey nanoplastik olarak biliyor. "Primer" mikroplastikler, kozmetik ve boya gibi ürünlerde kullanılmak üzere küçük parçalar halinde üretiliyorlar. "Sekonder" mikroplastikler, su şişeleri ve plastik poşetler gibi daha büyük plastik malzemelerin parçalanmasıyla ortaya çıkıyorlar. Sekonder mikroplastikler, primer mikroplastiklerden daha çeşitli.
Bir plastiğin fiziksel özelliklerini değiştirmek için kullanılan 10.000'den fazla farklı kimyasal mevcut. Plastikler bozunup mikroplastik hale geldikçe, bu kimyasallar açığa çıkar. Bu kimyasalların birçoğu endokrin sistemi bozucu bileşiklerdir ve vücuda girdiklerinde hormonları taklit eden toksik maddeler olarak da işlev görür. Hormonlar dolaşımımızda çok düşük konsantrasyonlarda bile aktiftir. Plastikteki bazı kimyasal maddeler hormonlara benzer, dolayısıyla vücut tepki verir. Bazen bu maddelerinin çok düşük dozları bile istenmeyen etkilere neden olabilir. Bisfenol A (BPA) en kötü şöhretli endokrin bozuculardan biridir. Plastikleri daha sert hale getirmek için kullanılır ve özellikle plastik su şişeleri, biberonlar ve konserve gıdalardaki koruyucu kaplamalarda bulunur. BPA, üreme, nörogelişim ve kemik yoğunluğu için gerekli olan kadın cinsiyet hormonu östrojeni taklit edebilir. Erkeklerde östrojen, sperm sayısını, cinsel dürtüyü ve erektil işlevi düzenler. BPA maruziyeti, çoklu kanser türleri, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, obezite ve düşük sperm sayısı ile bağlantılıdır. Hepimizin kanında dolaşan bir miktar BPA olmakla beraber, mikroplastikler BPA tutucu olarak davranarak maruziyeti artırır. Ve BPA, "potansiyel endişe kaynağı" olan 2400 maddeden yalnızca biridir.
Enflamasyon ve mikroplastikler
Mikroplastikler, kan dolaşımınıza girdiklerinde bağışıklık tepkisini tetikleyebilirler. Bir beyaz kan hücresi mikroplastik kütlesini yuttuğunda ölür, enzimlerini serbest bırakır ve lokal iltihaplanmaya neden olur. Plastik parçacığı ise ortadan kaldırılamaz. Oksidatif stres ve inflamatuar reaksiyonları tetikleyen sitokinlerin salınımı dahil olmak üzere çeşitli olumsuz etkilere neden olabilecek sürekli bir aktivasyon meydana gelir. Ve ne yazık ki kronik inflamasyon, kronik hastalıkların başlangıcıdır. Kanser, kalp hastalığı ve hatta Parkinson veya majör depresyon gibi nöropsikiyatrik hastalıklar kronik inflamasyonla başlar. Ayrıca mikroplastik parçacıkların solunması solunum yolu hastalıklarına da yol açabilir. Kanıtlar çok yüksek miktarda plastik lifli toza maruz kalan tekstil ve plastik endüstrilerindeki işçilerden elde edilmiş.
Taşıyıcılar olarak mikroplastikler
Mikroplastikler kimyasalları sünger gibi emebiliyorlar. Bu kimyasallar, pestisitler, florlu bileşikler ve benzeri çevre kirleticileri. Vücuda girdikten sonra bu kimyasallar salınabiliyor ve potansiyel olarak kansere ve kronik iltihaplanmaya neden olabiliyor. Mikroplastikler ayrıca mikroplar, bakteriler ve virüsler için de bir vektör görevi görebilir. Gözenekli doğaları mikroplara yaşamak ve üremek için mükemmel bir ortam sağlıyor. Plastikleri yutarsan, mikropları yutarsın.
Maruziyeti nasıl azaltabiliriz?
Mikroplastiklerden kaçınmanın bir yolu yok. Soluduğumuz havada, kullandığımız ürünlerde, içtiğimiz suda ve yediğimiz yiyeceklerde varlar. Bununla birlikte, maruziyetimizi azaltmak ve sorunun daha da kötüye gitmesini önlemek için bazı adımlar atabiliriz. Şehirlerin su şebekelerine uygulanacak kapsamlı su filtreleme, mükemmel olmasa da bir seçenek. Evde filtreleme yöntemleri ise yeterli olmayabilir. Daha uzun vadeli yaklaşım ise tek kullanımlık plastik tüketimimizi sınırlamak. Plastiği artık bir atık olarak değil, yenilenebilir bir malzeme olarak ele almayı öğrenmemiz gerekiyor.
Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER
Kaynaklar