| |
Geçen hafta 'solcuların birbirine olan sevgisizliğinden* söz etmiştim. Bu ifadelerime katılanlar olduğu gibi, biraz ağır bulan arkadaşlar da oldu. Aslında bana göre sevgisizlik yerine düpedüz düşmanlık demek belki daha doğru olurdu. Bir örnek vereyim. Geçenlerde internette BİRGÜN gazetesiyle ilgili yalan yanlış bir haber - yazı dolaştırıldı. "BİRGÜN gazetesi sözde iki kişiye satılmış, patron-suz denilen gazete artık patronlu hale gelmişti." Amaç belliydi: Baştan beri böyle bir gazeteye olumsuz bakanlar, solcular arasında dolaştırılan söylentiler içinde kendilerince gazeteyi yıpratmak için yeni bir fırsat bulduklarını düşünmüşlerdi. Sanal ortamlarda hiç eksik olmayan böyle bir söylentiyi, aslını astarını sorup araştırmadan, günlük basında tek bir gazete "haber" yaptı. Sizce hangisi olabilir? Eğer "işte ortalıkta bir yığın fanatik sol düşmanı, sağcı, dinci, faşist veya holding medyasının gazeteleri var, onlardan biridir" diye düşünürseniz, yanılırsınız. Onlardan hiç biri böyle uyduruk bir söylentiyi haber yapmaya gerek görmedi. Kendisini solda gören, emeğin temsilcisi olduğunu iddia eden bir partinin yandaşlarınca çıkartılan tek bir gazeteden başka! Türkiye'de beş milyon civarında günlük gazete satılıyor. Magazin ağırlıklı gazeteler dört- beş yüz bin, sağ politik yönelimli gazeteler ise elli-yüz bin civarında satılırken, solda sayılabilecek gazetelerin satışı toplam gazete satışının sadece binde üçü, binde dördü kadardır. Şimdi düşünün, toplam gazete satışının binde bir kadar satışı olan bir sol gazete, binde iki üç civarında satışı olan diğer sol gazeteyi, en basit gazetecilik etiğine bile uymadan hangi akılla yıpratmaya uğraşır? Diyelim hesap tuttu: Öteki ortadan kalksa, diğeri yüz bin mi satacak? Gazete, şu, bu bir yana, sorun gerçekte solun "hal-i perişanından" başka hiçbir şey değil! Evet, geçen hafta dediğimiz gibi, olayı bir yana bırakıp, nedenlere bakalım. İspanyollar yeni kıta Amerika'ya gittiklerinde, çok büyük imparatorluklarla karşılaşmışlar. Bugünkü Peru topraklarında bulunan İnkalar'ın imparatoru Atahualpa milyonlarca kişiden oluşan bir topluluğun başıymış. İspanyol istilacılar o büyük İnka ordusunu kelimenin tam anlamıyla perişan etmiş, binlercesini öldürmüş ve imparator Atahual-pa'yı esir almış. Kıtanın biraz daha yukarı tarafında İspanyol Cortes de, az sayıda adamıyla büyük bir imparatorluğu ele geçirmişti. Oradaki Aztek yerlilerinin, at üstündeki Cortes'i Tanrı sandıkları, bu nedenle bir tür akıl tutulmasına uğradıkları söylenir. Tarihçiler Avrupalıların bir fırtına gibi bütün Amerika kıtasını bu şekilde kolayca istila edebilmelerinin nedenlerini sayarken, sahip oldukları tüfekleri, çelik aletleri, istila iştahları ve daha geniş bir kıtadan geliyor olmaları gibi üstünlüklerin yanı sıra, onların yanlarında taşıdıkları hastalıklarla birlikte, yerlileri bir birlerine karşı kışkırtarak yarattıkları rekabet duygusuna da yer veriyorlar. Beyazların diğer kıtaları istilasında kullandıkları en önemli silahlardan birinin 'yerliler arasındaki rekabet' duygusunu kışkırtmak ve 'yerli işbirlikçiler' yaratmak olduğunu anlatan tarihçiler var. Amerikanın beyazlar tarafından istilasının tarihinde bu konuda bolca örnek bulmak mümkün. Beyazlar Amerika kıtasına kendileriyle birlikte çiçek hastalığını, gribi, kabakulağı, tifüsü, vebayı getirmişler. Bulaşıcı hastalıklar, silahlardan daha çok adam öldürerek, yerlileri kırıp geçirmiş. Çünkü beyazlar bu tür hastalıklara karşı belli ölçüde bağışıklık kazanmış durumdayken, yerli halkların bünyesi ise ilk kez karşılaştıkları hastalıklara yenik düşüyormuş. • • • İç rekabet ve çekememezlik hastalığının sola bulaştırılmış en büyük hastalık olduğunu söylesem gene abartmış olur muyum bilemiyorum ama, 12 Martlardan 12 Eylüllerden bu yana sürüp gelen siyasal yaşamımda hep bunu gördüm, bunu yaşadım. En kritik zamanlarda kolumuzu kanadımızı kıran, zaten sınırlı gücümüzü sıfıra indiren, Ufuk Uras'ın Birikim'deki yazısında "yengeç sepeti" diye tanımladığı şey bu hastalık olmuştur. Sosyal demokratlardan başlayarak solun her yanını kaplayan aynı hastalık. Görüş ayrılığı, ideolojik sorun konusu kuşkusuz önemli ama, en çok muhalif olanların aynı sepetin içinden çıkması, çoğu zaman bunun geçerli bir neden olmadığını gösteriyor. İnsan vücudunun hastalıklara uyum gösterip bir sure sonra onunla yaşamayı öğrenmesi gibi, kapitalizm ve burjuvazi de belki yüz yıllar süren yaşamlarında bu tür hastalıklarla baş etmenin yolunu öğrenerek, daha güçlü bir şekilde egemenliklerini sürdürmeyi başarıyorlar. Bizim durumumuz ise hastalıklar karşısındaki yerlilerin durumundan farksız. • • • Bugün Latin Amerika'daki "bizimkiler" bütün eksiklerine rağmen, Morales'in, Chavez'in ve diğerlerinin aracılığıyla yeniden ayağa kalkıyorlarsa, bu, devrimci yerli Tupac Amaru'ların (ölüm 1781), Güney Amerika halklarının birliğini kurmaya çalışan Bolivar'ların (ölüm 1830), kuzeydeki kızılderilileri birleştirmeye çalışan büyük Şawne savaşçısı Tekumseh'in (ölüm 1823) ve Che Guevara'nın (ölüm 1967) izlerinden yüz yıllardır sürüp gelen uzun bir savaşın bugünkü sayfasını göstermektedir sadece. Bize gelince, sanırım her şeyden önce beyazların bize bulaştırdığı hastalıklarla baş etmenin yollarını öğrenmemiz gerekiyor. Bunu başarmanın yolunu bulamadığımız sürece, maalesef beyazların elindeki esaretimiz devam edecek. |