Özelleştirmeler ve TEKEL İşçisinin Direnişi
Prof. Dr. OĞUZ OYAN
TEKEL’de gayri-millileştirmenin son perdesinde liberal-muhafazakâr AKP sahneye çıkacaktı. 2003’ten itibaren tüm zamanların en özelleştirmeci ve teslimiyetçi dönemi başlıyordu. AKP döneminde 2003 sonunda TEKEL İçki İşletmeleri MEY İçki’ye bilinen peşkeş koşullarında 292 milyon dolara satılıyordu. Bu öyle bir peşkeşti ki şirketin içki stokları 126 milyon doları buluyor ve işçilerinin kıdem tazminatı olan 32 milyon dolar da devlete yükleniyordu. Üstelik, satılan şirketin TEKEL AŞ’ye 307 milyon TL’lik borcunun, devirden 9 gün önce tasfiyesi kararlaştırılıyordu! Bitmedi: YDK Raporu’na göre, TEKEL İçki’nin genel müdürü devirden önce 100 trilyonluk hammadde alarak devleti zarara uğratıyor ve Kamu Etik Yönetmeliği’ne aykırı olarak MEY İçki’ye genel müdür oluyordu! Alıcılar 2 yılı ödemesiz banka kredisiyle TEKEL İçki’yi devralıyor, iki yıl geçmeden, yani ceplerinden para çıkmadan şirketin yüzde 90 hissesini 810 milyon dolara (yani toplam değeri 900 milyona) Texas Pacific Group’a satıyorlardı!
Bu arada TEKEL’in tütün ve sigara işletmelerine ilk satış ihalesinde bir milyar 150 milyon dolarlık teklif veriliyor, ama bu fiyat ancak işletmelerin stoklarındaki ürün değerine denk geldiği için satış gerçekleşemiyordu. Bu soygunlar olurken TEKEL işçileri henüz olan bitenin farkında değillerdi; 2007 seçimlerinde AKP’ye daha güçlü destek vereceklerdi.
2007 seçimlerinde her iki kişiden birinin ve her üç TEKEL işçisinden ikisinin oyunu alarak iktidar olan AKP, pervasız özelleştirmeciliği için aldığı yeni vizeyle, TEKEL’in tütün ve sigara işletmelerini Haziran 2008’de 1.7 milyar dolara gene yabancı sermayeye pazarlıyordu. Üstelik, ilk özelleştirme girişiminden farklı olarak, bu defa şirketin borçları ile çalışanların kıdem tazminatları yükü de devletçe üstleniliyordu. TEKEL işçisi bu peşkeşe dur demeye çalışıyor, sendikaları hukuk yollarını zorluyor, ama henüz Kızılay’da eylem aşaması yaşanmıyordu.
TEKEL öncü oldu
TEKEL işçisi 2009 Aralık ayından 2010 Mart başına kadar Kızılay’da özlük haklarını korumak kaygısıyla gerçekleştirdiği müthiş direnişte başka mücadelelerin de bayraktarlığını yapar duruma geldi. Bir kere, kişisel haklarının nasıl toplumsal haklara bağlı olduğunu gördü ve topluma gösterdi. Buna bağlı olarak ücret ve insanca yaşama mücadelesinin nasıl ayrılmaz bir biçimde kendi çalıştığı ve tüm toplumun ortak kamusal varlığı olan kurumların savunulması mücadelesinin bir parçası olduğunu gecikerek de olsa fark etti. Bu kurumların hangi bağımsızlık mücadelesinin kazanımları olduğunu yaşayarak anladı. Bu nedenle de “Biz Cumhuriyetle doğduk” anlamlı sloganını üretebildi. Böyle düşündükçe de bilendi, geçmişte kendisinin ve kendi sınıfının yanlış siyasal tercihlerde bulunduğunu daha derinden kavradı. Yaşamın gerçekleri ve eylem öğreticiydi.
İktidarın gerçek yüzü ortaya çıktı
İkincisi, eylem süreci iktidarın gerçek yüzünü sadece eylemciler bakımından değil, tüm toplum açısından da gösteren bir dönüm noktası oldu. AKP iktidarının emek dostu olmayan yüzü, daha açık görülebildi; yolsuzlukların ve şaibeli özelleştirmelerin birer istisna değil, iktidar partisinin varlık nedeni olduğu anlaşılabildi; iktidarın teslimiyetçi yapısı kendini ele verdi. İktidar ilk kez toplumun geniş kesimlerine maskesiz haliyle görünebildi. Bunu sağlayan TEKEL işçisi bu nedenle hedeflediğinden çok daha büyük bir işi şimdiden başarmış durumdadır. Bu nedenle TEKEL işçisinin eylem kararlılığı, hızlı bilinçlenme süreci her türlü övgünün üzerindedir.
Amaç 4/C mağdurlarını arttırmak
Üçüncüsü, iktidarın bu konudaki inadının aslında 4/C kapsamını bugünkü 20 binler düzeyinden 120 binler düzeyine çıkarmak niyetiyle bağlantılı olduğu, bunun da yeni özelleştirmelerle bir arada gideceği daha iyi anlaşılmıştır. Bu nedenle iktidar, Kızılay’daki direnişin tansiyonunu düşürmek bakımından lehine çalışan Danıştay kararına bile “Verdiğimiz 30 günlük süre yerindedir” gerekçesiyle itiraz edebilmiştir. Çünkü uygulamayı genişletme niyetinin tartışılır olmasına ve bu süreçte emeğin herhangi bir mevzi kazanmasına tahammülü yoktur. Ama tam da bu nedenle, 4/C kapsamındakilerin sürekli işçi veya memur kadrolarına geçirilmesi mücadelesi önceliklidir. (Bu amaçla verilmiş kanun teklifimiz 1.5 aydır TBMM’de beklemektedir). Siyasi-sendikal tepkinin bugün mutlaka 4/C’nin kaldırılması ve bu kapsamdakilerin derhal güvenceli statülere geçirilmesi üzerinde birleşmesi şarttır.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi 02 Nisan 2010