MUHTEŞEM SKANDAL
Ecz.Zeliha Yılmaz
17 Ağustos 1999 depreminin ardından yerbilimcilerle yapılan açık oturumlardan birinde,dünya bilimsel çevrelerince de tanınan bir bilim adamımız, “arzın hareketine tanık olmak mutluluk verici” gibisinden bir söz edivermişti.Öylesi bir felaket sırasında bu “mutluluk” duygusu nasıl açıklanır bilememiştim o gün.Şimdi biliyorum.
Roche davasıyla ortaya saçılan, her biri ayrı bir suç oluşturan hadi iyimser bir ifadeyle söyleyeyim, ticari sırlar karşısında, bende benzer bir duygu yaşıyorum. Mükemmel bir skandal.
Yıllardır ne denmişse, her birinin belgesi bulunduğu saklı köşeden ayrılıp, önümüze geliyor. Tam zamanında hem de, ne geç ne de erken. Tam “mavi bisiklet” kampanyası başlıyor. Sağlık bakanlığı açıklanmayan bir nedenle Neupogen isimli ilacını ödeme listesinden çıkarıyor Roche’un. Hem de mavi bisiklette ortak pedal basarken. Atak gecikmeden geliyor, 1 hafta süreyle bu ilaç bedava.Nasılda halkın yanında olduklarını göstermek istiyorlar.Ama her bir flakonu tek tek verince, hasta tepkisiyle yüz yüze geliyorlar, silah yine onlara dönüyor.Derken “Sinsi C hepatit C” kampanyası başlıyor. O sinsi mail de bütün şifreleri kırıp neredeyse aynı anda, www.hürriyet.com.tr de Emine Algan imzasıyla yer alıyor. “Roche ölüm nedenini değiştirdi” başlığıyla.
23.07.2004 tarihinde Veysi Mungan İstanbul Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuyor. Öncesi var belki, ama her şey bu tarihte Veysi Mungan’ la başlıyor. Bugün bildiğimiz her şeyi borçluyuz,olmasaydı olmazdı.
Ardından İstanbul Cumhuriyet Savcısı H.Nazmi Okumuş’ un vicdanları sorgulayan, geldiğimiz yol ayrımına vurgu yapan 03.03.2005 tarihli iddianamesi. Kamu adına talep ve iddia ederek diyor ki;
“Bugün temel yönelimimizi belirlemek ve tercihimizi yapmak zorundayız; kamu kaynakları ile rekabeti engelleyerek herhangi bir kurala ve düzenlemeye tabi olmayan bir kamu alma sistemini mi savunacağız yoksa sıkıntılı da olsa doğruyu bulmak için temel belirlemeleri ortaya koyan yeni bir kamu satın alma sistemini kurmaya yönelik çabaları mı destekleyeceğiz. İnsan hayatı ve sağlığı gibi kutsal değerlerin arkasına saklanarak “kuralsızlığı” ve yöneticilerin “sınırsız inisiyatifini” savunup yolsuzluk ve usulsüzlüklere davetiye mi çıkaracağız yoksa zor olanı seçip herkese eşit muamele, kamu kaynaklarının verimli kullanılması ve hesap verebilirlik ilkelerini devlet ve toplumun vazgeçilemez kuralları olarak kabulü için gayret mi saf edeceğiz. Skandallar patladığı zaman tabulaştırdığımız sistemi koruma adına hep başkalarını suçlayarak günü kurtarmanın dayanılmaz tuzağına mı düşeceğiz, yoksa uluslar arası ilaç kartellerine rağmen sistemi sorgulama cesaret ve kararlılığını gösterip radikal tedbirlere imza atmamızın zamanının geçtiği, düşüncesi ve bilinci ile hareket etmemiz gerektiğine inanıp harekete geçmenin zamanının geldiğine dair inancımızı korumak istiyoruz.”
Özlemlerimiz mahkemenin önüne konmuştu artık. İddianamede Bilirkişi raporuyla ilgili bir not vardı.04.02.2005 tarihli Bilirkişi raporunun altına Ecz.Ertan Çiftçi’de imzasını koydu, meslek adına, meslektaşları adına, hepsinden önemlisi halk sağlığı adına. Tartışmasız duracağımız tarafı da belirledi.
Kocaman bir destek de Başbakanlık Teftiş Kurulundan geldi. Başbakanlık Başmüfettişi Mehmet Kılınçer koordinatörlüğünde yürütülen çalışmanın raporunda yer alan;
“Dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kamuoyunda Roche’un SSK’ya pahalı ilaç satması olarak bilinen ilaç soruşturması sonucunda hazırladığı 03.03.2005 tarihli, 2005/225 sayılı iddianamede “.... fiyat belirleme konusunda tüm inisiyatif ilaç firmalarına bırakılmakta, fiyatlandırma firma beyanlarına bağlı olarak yapılmaktadır. Sağlık Bakanlığı ve fiyatlandırma komisyonu, ilaç firmalarının beyan ettikleri fabrika satış fiyatlarının doğruluğunu araştırma gereği hissetmemekte, önüne konulan bilgilere göre fiyatları belirleme yoluna gitmektedir. Hukuk devleti anlayışında böyle bir yöntemin yeri yoktur... Devletin yapması gereken görev firmaların olmadığı anlaşılan –yüksek vicdanına- terkedilmiş, hiçbir kontrol mekanizması geliştirilmemiştir. Uygulama adeta –soyguna ve yağmaya açık davet- şekline dönüşmüştür. Elbette beyanlar ve talepler dikkate alınacaktır. Ancak tek başına belirleyici olmayacaktır...” şeklindeki eleştirilerin yerinde olduğu,”
Paragrafı, denetim yetki ve sorumluluğunu elinde tutanların duyarlılığını açıkça ortaya koyuyordu. Uluslararası araştırmaları da ekinde bulunduran 19.04.2005 tarihli rapor alt alta üç satırla bitiyordu: “ OLUR, Recep Tayyip ERDOĞAN, Başbakan”
Geri dönülebilecek nokta aşılmıştı. Sağlık Bakanlığı sessizdi. Rekabet Kurulu işleri ağırdan alıyordu ama dönüş yoktu.
Sonrasını gerek mahkemelerde, gerek medyadan – özellikle de Farmamedya dan – yakından izlediniz.İşin ucundan tutan herkes olağanüstü çaba sarf etti.Hiç bir şey buraya yazdığım kadar kolay değildi.Ama haklı bir davada bütün doğru unsurlar yan yana geldi.Artık Necati Doğru’nun köşesinde dediği gibi “umutluyum!güzel günlere gidiyoruz!” diyebilmekteyiz.
İşimiz bitmedi henüz. Önü, arkası kesilemeyen bu skandalın gereği, yapılmalıdır. Bir daha yaşamamalıyız. Sağlık Bakanlığından, Maliye Bakanlığından bunu istemeliyiz. İlaç Fiyat Kararnamesinde gerekli değişiklikler yapılmalıdır. Bu ülkenin kaynaklarının hortumlanmasını sağlayan her delik kapatılmalıdır. İstersek yapabiliriz, artık bunu biliyoruz.
Bize “kazanabiliriz “duygusunu yaşattığı için, bu “muhteşem skandal” için, Veysi Mungan’a bir kez daha teşekkür ediyorum.
Saygılarımla
--------
ECZACININ SESİ