|
| |
| ||
İlk hedefiniz Ortadoğu'dur. İleri! | ||
Dün 30 Ağustos'tu. Mustafa Kemal'in "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!" komutuyla son noktası konan bir ulusal kurtuluş savaşından tam 84 yıl sonra, iş başındakiler "Askerler ilk hedefiniz Ortadoğu'dur. İleri" demek üzereler. Hükümete ve Lübnan'a asker gönderme yanlılarına göre, bu işte "ulusal çıkarımız" var. Bakanların tümü, "Lübnan'a asker gönderilmesinin, Ortadoğu yeniden şekillenirken Türkiye'ye pozisyon kazandıracağını" ve "İsrail-ABD ittifakı ile İran-Suriye ittifakı ekseninde sıkışan Türkiye'nin asker göndererek aktif bağımsızlık çizgisini geliştirebileceğini" düşündüğünden Lübnan tezkeresinde "evef'ten yanalar. Gazeteler böyle yazıyor. İkincisini anlamak oldukça zor olsa da, bu gerekçeler "barış götürüyoruz", "Müslüman Lübnan halkına yardıma gidiyoruz" şeklindeki gerekçelerden çok daha "reel". Türkiye, dış politikasında Özal'ın formüle ettiği doğrultuda, yeni bir "1 koyup 3 alma" operasyonu hazırlığında. Şimdiye kadar bir koyup kaç aldığımızı hiç dikkate almadan, pazartesi günü AKP milletvekilleri, salı günü de Meclis Lübnan'a gitmenin yararlarına ikna edilmeye çalışılacak. Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, "Sayın Cumhurbaşkanı'nın Lübnan'a asker göndermekte neden ulusal çıkar görmediğini anlayamıyorum" diyor. Buradan anlaşılan şey şu: Lübnan'a asker göndermekteki "ulusal çıkar" o kadar açık ki (!), devletin elindeki bütün bilgilere sahip ve cumhur'un da başı olan Sayın Sezer bile bu işin ulusun çıkarımıza olmadığı inancında. Meclis yeni tezkere tartışmasına hazırlanırken, geçen salı Roni Margulies, çarşamba günü de Mete Çubukçu Birgün'de son derece zihin açıcı iki yazı yazdılar. Ortadoğu konusunda "ilkokul" düzeyinde bilgi sahibi olanlar da farkındadır ki, Filistin sorunu çözülmeden bölgeye barış gelmesi olanaksızdır. Bilgi düzeyi biraz daha yukarda olanlar, Lübnan'da yaşanan çatışmanın İsrail-Hizbullah çatışması olmaktan öte, ABD-İsrail ve İran-Suriye arasında asıl olarak bundan sonra şiddetlenecek bir çatışmanın ön adımları olduğunu görüyorlar. "Ortadoğu yeniden şekillenirken Türkiye'ye pozisyon kazandırmak için Lübnan'a gitmek gerek" diyenler de "yeniden şekillenmenin" bu eksendeki çatışma sonucu olacağını görüyor olsalar gerek. Ben dış politikada atılan adımların da, her şeyden önce, ahlakiliğini sorgulamak gerektiğini düşünenlerdenim. BM'nin, ABD, İngiltere ve İsrail'in, bütün dünya ateşkes diye kendini yırtarken uzun süre sessiz kalmaları, sonra BM'den bu unsurların tümünün onayladığı bir "uluslararası güç" kararı çıkması şu gerçeğe dayanıyor: Hizbullah'la girdiği çatışmada İsrail kaportayı çizdirdi. "İki asker bırakılana kadar durmak yok", "Hizbullah'ı en azından roket saldırısı yapamaz duruma getirmeden durmak yok" diyenler, şimdi bunların uluslararası güç tarafından yapılması peşindeler. Mete Çubuk-çu'nun da yazdığı gibi, BM kararı gereği İsrail saldırıları karşısında bir şey yapmayacak olan uluslararası gücün asıl görevi İsrail'i korumak. Ne yazık ki, Cumhurbaşkanı'nın bile "ulusal çıkar" görmediğini açıkça belirttiği bu konuda, 1 Mart'taki sonucu almak pek de olası değil. Türkiye'deki bölünmüşlüğe karşın, bu kez BM kararı olması, Lübnan'da Hizbullah dahil açıkça gelmeyin diyen bir güç olmaması gibi faktörler AKP'nin kendi milletvekillerini ikna etmesini kolaylaştıracak. Ve önemli sayıda AKP milletvekili karşı çıkmazsa tezkerenin geçişine engel olmak mümkün değil. Şimdi, her milletvekili kendi ahlaki sorumluluğu ve vicdanı ile baş başa. Ya "başka ülkeler okyanus ötesinden milli çıkar görüp geliyorsa biz neden gitmeyelim" diyerek yarın bizim bacamızı da sarabilecek olan Ortadoğu yangınına atlayacaklar, ya da bölgeyle hep yakından ilgili olmuş Rusya'nın isteksizliğini görecek ve okyanus ötesinden gelmekle buradan gitmenin farkını kavrayacaklar. Bize düşen, ikincisinin olması için elimizden geleni yapmak ve kendi ahlaki sorumluluğumuzu yerine getirmek ....... Kaynak--BirGün |