Sağlık sistemi çökertiliyor
İLÜSTRASYON: TURGAY TÜYSÜZ |
ERKAN KAPAKLI
Sağlık hizmet sunumu: Sağlığın evrensel tanımı yapılırken insanın fiziki ve psikolojik sağlığının ötesinde, onun ekonomik ve çevresel koşullarını da içeren 'tam bir iyilik hali' olarak değerlendirilmesi çağdaş sağlık anlayışının gereğidir. Çağdaş yaklaşım bireyi içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel şartlar içinde değerlendirmeyi gerektirir. Bu bütünlüğün sağlanması bireyi yaşadığı çevre koşullarından soyutlayarak, onu 'hasta' olarak değerlendiren yaklaşımın reddedilerek, insanı içinde yaşadığı toplumla birlikte değerlendiren bir sağlık hizmet sunumu ile olanaklıdır. Bu, bir hekimin tek başına altından kalkabileceği bir hizmet olmanın çok ötesindedir.
Sağlık hizmetinin basamaklandırılarak sunulması anlayışı da bu zorunluluktan doğmuştur. Ülkemizde sayısı 6 bine ulaşan sağlık ocaklarında sunulan birinci basamak sağlık hizmetleri tam da bu gereklilikle kurgulanmış ve 40 yılı aşan bir deneyime sahip olmuştur.
Entegre Sağlık Hizmeti: Sağlık ocakları temelinde yürütülen sağlık hizmeti 'başvuran hasta' odaklı değil, "sağlıklı yaşaması için hizmet verilen birey" ve 'sağlıklı toplum' hedefi taşımaktadır. Bu sunum şekli yasalarımızda belirtilen şekliyle 'hekim' tarafından verilen bir hizmet olmanın çok ötesinde 'sağlık ocağı ekibi' (hemşire, ebe, sağlık memuru, çevre sağlık teknisyeni, tıbbi sekreter, laboratuvar teknisyeni vb) tarafından sunulan bir hizmet olmalıdır.
Dahası bu hizmet sağlık ekibinin ötesinde, toplum sağlığını doğrudan etkileyen faaliyetler yürüten tüm sektörleri de içine alan kapsamlı bir hizmettir. Ancak bu şekilde, ebelerin tek tek bütün evleri ziyaret ederek aile fertlerinin sağlık durumlarını yakından takip edebildikleri, riskli grupların (bebek, çocuk ve gebeler, 15-49 yaş kadınlar, yaşlılar vb), sürekli takip edilebildiği, sağlığı doğrudan etkileyen ve bulaşıcı hastalıkların en çok rastlanan nedeni olan içme sularının ve gıdaların kontrol edilebildiği, toplumun sağlık konusunda bilinçlendirilebildiği ve yaklaşık yüzde 90'ı birinci basamakta tedavi edilebilecek olan hastaların tedavi edilebileceği bir sağlık hizmetini sunmak olanaklı olabilecektir. Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin oluşturduğu UEMO'da (Avrupa Genel Pratisyenler Birliği)birinci basamak sağlık hizmetinin hekim tarafından (monopraktis) sunulmasının artık tüm Avrupa'da terk edilerek, ekip anlayışına dayalı bir hizmet sunumuna geçilmeye başlandığını paylaşmaktadır.
Kaynaklar ve deneyim
Kaynakların Akılcı Kullanımı: Bu yaklaşımla tedavi maaliyetlerinin 'birinci basamak, ikinci basamak farkının kabaca 1/2,5 olmasının' çok ötesinde bireylerin hastalanmasının önüne geçilerek kaynaklar çok daha akılcı kullanılmış olacaktır.
Ülkemizde ölüm nedenleri arasında hâlâ önlenebilir hastalıkların büyük bir oran oluşturması, entegre ve toplumu temel alan bir sağlık hizmeti anlayışının gerekliliğini ortaya koymak için tek başına bile yeterli bir örnektir.
Yaşanılan Deneyim: Uzun yıllardır sürdürülen ve sağlığı tüm bireylerin sahip olduğu bir hak olmanın dışına çıkararak alınır satılır bir meta durumuna getirmeyi hedefleyen anlayış, kaçınılmaz olarak sağlık hizmetini en yaygın, sürekli ve ücretsiz veren sağlık ocaklarını hedef almıştır. Sağlık ocaklarının işlemez hale getirilmesi için 20 yılı aşkın bir süredir yürütülen politikalarla hem personel sayısı, hem de altyapı gereklilikleri anlamında sağlık ocaklarına yatırım yapılmamıştır. 2002 yılında sağlık ocaklarında olması gereken personel sayısının ancak yarısı mevcuttur. Bu yaklaşımla sağlık ocakları halkın gözünde işe yaramaz, sadece 'ilaç yazdırılan', 'sevk alınan' kurumlara dönüştürülmek istenmiştir. Tüm bu olumsuz koşulların içinde dahi 2001 yılında sağlık ocaklarında yapılan toplam muayene sayısı Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastanelerde yapılan muayene sayısından fazladır.Üstelik aynı dönemde milyonlarca bebeği, çocuğu takip eden, aşılarını yapan, gebeleri izleyen, yüz binlerce su ve gıdayı kontrol eden sağlık ocakları tedavi hizmetlerinde de ciddi bir yükü taşımıştır. Üstelik herkese eşit, ulaşılabilir bir hizmettir bu.
'Çağdaşlık' bu mu?
Aile Hekimliği: Bugün gelinen noktada Avrupalı meslektaşlarımızın gıptayla baktıkları 6 bin sağlık ocağını geliştirmek, olanaklarını artırmak ve çağdaş bir sağlık hizmeti sunmak yerine iktidar 'Aile Hekimliği' sistemine geçmeyi tercih etmiştir. Tüm olanaksızlıkların içinde halkın arsa, yer bağışlayarak kurduğu, malzeme bağışlayarak ayakta tuttuğu sağlık ocaklarının kapatılarak yerine bir hekim ve bir hemşireden kurulu bir 'ikiliden' oluşan bir sağlık hizmet sunumu karşımıza 'çağdaş' yaklaşım olarak getirilmek istenmektedir. Yukarda söz ettiğimiz böylesi kapsamlı bir hizmetin iki kişi tarafından verilebilmesini hedeflemek, hem bu hizmeti sunanlara kaldıramayacağı yükleri yükleyen bir haksızlık, hem de toplum sağlığını riske etmek anlamına gelmektedir.
Kendisine kayıtlı 3 bin-4 bin kişiye hem tedavi hizmetlerini sunmak, hem bireysel koruyucu hizmetleri sunmak, hem de kayıtları tutmak bile bu 'ikilinin' başarabileceğinin çok ötesindedir. Ülkemizde kişilerin yıllık hekime başvurma ortalamasının 4.2 olduğu ve bir hastaya ayrılması gereken süre göz önüne alındığında günün 7,5 saati sadece muayene için harcanacaktır.
Üstelik aynı 'ikiliden' ev ziyaretleri yapması, koruyucu sağlık hizmetlerini yürütmesi beklenmekte, dahası vatandaşa yapılan propagandalarla "bir telefonla aile hekiminizi 24 saat evinize çağırabileceksiniz" denmektedir. Benzer şekilde toplumsal koruyucu sağlık hizmetleri aile hekiminin sorumluluğu olmaktan çıkarılarak, Tarım Bakanlığı'na ve yerel yönetimlere devredilmekte ve sağlık hizmetlerinin bütünlüğü bozulmaktadır. Bu gelecekte ülkemizi bulaşıcı ve önlenebilir hastalıklar açısından ciddi bir tehlikenin beklediği anlamına gelmelidir.
Teori ve uygulama
Düzce Örneği: Aile hekimliği sisteminin ilk uygulandığı il olan Düzce'de uygulama bir yılını doldurmuştur. Düzce'nin pilot olduğunu ilan eden iktidar, ne yazık ki uygulama bir yılını bile doldurmadan, uygulamanın sonuçları bile kamuoyu ile paylaşılıp, tıp ortamında tartışılmadan on ili daha pilot ilan ederek Eskişehir ve Bolu'da da uygulamayı başlatmıştır.
Oysa uygulanan sistem 'Aile hekimliği' yasasında belirtilen koşulları taşımaktan çok uzaktır. Yasada, önce aile hekimine başvurarak onun sevk etmesi halinde hastanelerden yararlanılabileceği belirtilmesine karşın bu Düzce'de dokuz ay hiç uygulanmamış, haziran ayında başlatılan uygulama. Bu rakam sevk zorunluluğunun olmadığı dokuz ayı da içine alan ortalama bir rakamdır. Haziran ayından sonra sevk oranlarının yüzde 40'lara ulaştığı yerler vardır.
Vatandaşların sistemden memnun olduğu bilgisi yetkililerce paylaşılmakta ise de Düzce İl Sağlık Müdürü'nün Düzce'de yaptığı açıklamada (Öncü Radyo televizyon web sayfasında bu bilgi mevcuttur)Aile hekimlerine kayıtlı 350 bin kişinin 250 bininin yıl içinde hekim değiştirdiği bilgisi, memnuniyet iddiasını doğrulamamaktadır. Görünen odur ki, Düzce halkı memnun olmadığı için hekimini değiştirmiştir.
İş güvencesi endişesi
Aile hekimlerinin sözleşmeli statüde çalıştırılması, isteyen istediği hekimi seçebilir iddiası ile birlikte hekimler üzerinde ciddi bir iş güvencesi endişesi oluşturmuş, bu sevk ve reçete baskısını beraberinde getirmiştir. Kendisine bağlı nüfusa sağlık hizmeti sunmak görevini yerine getirebilmek şöyle dursun hekimler sevk yapmak ve reçete düzenlemek zorunda kalan bir konuma zorlanmıştır.
Aileyi temel aldığını iddia eden sistem, aynı aile bireylerinin farklı hekimler seçmesine de olanak sağlayarak, bırakınız toplumsal bütünlüğü aile bütünlüğünü dahi bozmuştur. Tüberküloza yakalanan birinin, diğer aile bireylerini korumayı bile neredeyse olanaksız hale getirmiştir. Bu hizmetin yeni oluşturulan Toplum Sağlığı Merkezleri ile yürütüldüğü iddiası sadece kâğıt üzerindedir. Çünkü geçtiğimiz bir yıl boyunca bu merkezlerde çalışan hekim ve sağlık çalışanları, hâlâ doldurulamayan aile hekimliği kadrolarına bir-üç aylık geçici görevlerle yollanmış ve toplum sağlığı merkezlerinin sürekli bir hizmet sunabilmeleri olanaksız hale getirilmiştir.
Unutulmaması gereken bir başka nokta 1 Ocak 2007'de başlayacak olan Genel Sağlık Sigortası'nın (GSS) henüz yaşama geçmediğidir. GSS ile birlikte pirimlerini ödemeyenlere sağlık hizmeti sunulmayacağı gerçeği düşünüldüğünde aile hekimliği sisteminin aslında herkese eşit, ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmeti sunmayı amaçlayan sosyal devlet yaklaşımının terk edilerek, 'parası olana, parası kadar sağlık' anlayışı olduğunu görmek kolaydır. Nitekim Dünya Bankası raporlarında, 'aile hekimliğinin sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi' olduğu açıkça belirtilmektedir. Sağlık ocaklarındaki odaların aile hekimlerine kiralık olarak verilmesi, Eskişehir'de bazı aile hekimlerinin özel polikliniklerde hizmet sunmayı tercih etmesine göz yumulması da sağlığın ticarileştirilmesine giden yolda kapıların sonuna kadar açıldığının işaretleridir.
Sonuç
Yapılması gereken Düzce'de başlatılan aile hekimliği uygulamasına son verilerek, sağlık ocakları temelli, herkese eşit ve ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmetinin yaşama geçirilmesidir. İster birey diyelim, ister aile, ister toplum, insanların sağlıklı yaşaması onların en temel hakkıdır. Bu hakkın onlara ücretle satılması çağdaş bir yaklaşım olarak maskelenemez. İnsanların yarıya yakınının açlık sınırının altında yaşadığı bir ülkede sağlık hizmetini satmaya kalkmak, ciddi toplumsal sorunlar yaratacaktır.
Bu ülkenin yetişmiş insan gücü vardır. Bu ülkenin pratisyen hekimleri, ebeleri, hemşireleri, sağlık memurları, çevre sağlık teknisyenleri, tüm sağlık ocağı çalışanları göreve hazırdır. Bu ülkenin insanları sağlığı hak etmektedir.
Dr. Erkan Kapaklı: Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi