Çağdaşlığı isteyen toplum
Yavaş da olsa kentlileşen, sanayileşen fakat bunları kurumsallaştıramayan çağdaşlık çabası içinde bir ülkede yaşıyoruz. Bu çabayı eteğinden çekip yavaşlatma istekleri var. Bu istekler Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran ama bugüne gelmemize engel olamayan evrensel geri kalmışlık gösterileridir. Bir de geri kalmış bir Doğulu (!) toplumun aydın geçinenlerinin mahalle kavgaları var.
Doğan KUBAN
Bizim halkın isteği ile Çinli’nin, Japon’un, Hintlinin, Türkmenin ve Brezilyalının istekleri arasında bir fark yok. Çünkü bir tek çağdaşlık var. Çağdaş olmak için evrensel bazı parametrelere uymak zorundayız. Bütün dünya da uyuyor. Çevrenize bakın, eğitim programlarınıza bakın, İngilizce öğrenme çabalarınıza bakın, AB'ye girme isteklerinize bakın. Bu istek tartışılmayacak kadar açıktır. Atatürk’ün büyük bir zorlukla yerleştirmeye çalıştığı çağdaşlık gösterilerini bugün kimse tartışmıyor.
Otomobil kullanır, arabada lahmacun yer, koka kola içer ve plastik şişeyi de dışarı atarız, ama bu davranışlardan hangisi çağdaş, hangisi değil, onu herkes ayırabilir. Çağdaşlığın fiziksel, örgütsel, düşünsel, bilgisel ve davranışsal göstergeleri var. Bu göstergelere uyulmadığı zaman, biz çağdaşız, biz demokratız, biz uygarız sözleri bir sürü boş övünmeyi, ve yalanı içermekle kalmıyor, çöpleri halı altına süpürülmüş bir sözde çağdaşlığın imgesini sergiliyor.
Geri kalmış bütün ülkelerde demokrasi söylemi eşitsizlikleri, özgür düşünceye karşı cehalet baskısını, adamsendeciliği, ekonomik sömürüyü, zorbalığı maskeliyor. Gelecekte bize ne ad takılacağını bilemiyorum. Şimdilik üçüncü dünya, ılımlı İslam, geri kalmış ülke gibi ûnvanlarımız var. Biz geri kalmadık, biz üçüncü dünya ülkesi değiliz, biz laik bir ülkeyiz, diyemiyoruz. Fakat birinci sınıf ülkeler arasında laik olmayan devlet yok.
EĞER İKİ HAFTA DOĞALGAZ KESİLİRSE
Geçenlerde büyük bir kentimizin üst düzey belediye sorumlularından biri ile konuştum. Bana kentin bir haftalık doğalgaz stoku olduğunu söyledi. O sırada Gürcistan-Osetya-Rusya savaşı başladı. Bazı ilgililer Bakû-Tiflis-Ceyhan hattı kesilirse Türkiye’nin büyük bir enerji krizine gireceğini söylediler. Bir ihtimal düşünsek Bakû-Tiflis hattı kesildiği sırada Amerika da İran’a hücum etmeye karar verse, Türkiye’nin enerji sorunu ne olur? Bu kadar kötü bir olasılığı düşünmemek daha iyi. Türkiye’nin enerji sıkıntısı, elektriksiz ve ısısız kalma sorunu var mı? Var.
Almanya, Danimarka, Hollanda elektriklerinin yüzde 20’den fazlasını rüzgârdan elde ediyor. Hatta kendi elektriğini rüzgâr tribününden elde eden ev sahipleri artan elektriklerini kent belediyelerine sattıkları gibi ülke ekonomisine katkılarından dolayı bazı vergi kolaylıklarına sahip oluyor.
Bir uzmana, "Çeşme Karaburun yöresinde neredeyse kesintisiz rüzgâr var. Neden, örneğin Urla Belediyesi rüzgâr türbini sayısını arttırarak elektrik üretmiyor?” diye sordum. Bizde bu olamıyormuş. Çünkü ‘enterkonnekte’ elektrik ağına bu kişisel katkıları bağlamak teknik olarak zormuş. Avrupalılar için kolay olan bir örgütlenmenin Türkiye için neden zor olduğunu pek anlamadım. Bu bir atalet ve tembellik ya da anlayamadığımız bir menfaat sorunu kuşkusu yaratıyor.
Bütün Ege ve Güney Anadolu’da, tatil bölgelerinde bütün damların üzerinde güneşin altında ısınan 250-500 litrelik çirkin su depoları var. Bir kent görüntüsünü çirkinleştirmek için daha aptal bir sistem düşünülemez. En ilkel ve çirkin şekilde güneş enerjisini kullanıyoruz. Türkiye’de büyük güneş enerjisi projelerine yeni başlıyoruz. Türkiye'de susuz bölgeler var. Ankara barajlarında su yok. İstanbul’da doluluk bir ara yüzde 20’lere düştü. Hiçbir sorumlu Türkiye’yi susuz iklim koşullarının beklediğini ve kullandıkları akarsuların tarımda, uzmanların boyuna belirttikleri gibi, en verimsiz şekilde sarf edildiğini öğrenmiyor. Öğrenmişse de harekete geçemeyen bir bürokratik atalete teslim oluyor.
Resmi kurumlar kalabalıkta birbirini itip kakan, birbirinin ayağına basanlar gibi sağa sola koşuşuyorlar. Devletin üniversitelerle ilişkisinin ağırlığı türbancı rektörlerin anti-demokratik seçimi. Oysa şimdi üniversitelerin, susuzluk ve enerjisizlik kapıda olduğu bu dönemde, karınca gibi enerji ve su buhranı için çalışması gerek.
YUMUŞAK KARIN
Türkiye’nin ve Türkiye gibi az okumuş ve fakir ülkelerin yumuşak karnı cehalettir. Cehalet bütün doğal felaketlerden daha tehlikeli bir felaket olmaya devam ediyor. Okuma yazma bilenin yüzde 10’u bulmadığı Osmanlı döneminden kalan bir alışkanlıkla cehalet denildiği zaman, Türkiye’de okumamış olanları düşünüyoruz. Oysa Türk toplumu sözde okumuş cehaletinin kurbanı. Türk okumuşu çağdaş uygarlık noksanlıdır. Sanat, felsefe ve tarihle ilişkilerini biraz kurcalayın. Türk aydını entelektüel düşünce noksanlıdır. Okuduğu kitapları bir sorun. Toplumun en üst karar merkezlerinden en küçüğüne ehliyet ve uzmanlık kıtlığı var. Türkiye’de iyi okumuş, iyi uzman, çağdaş düşünceliler eksik mi? Belki yeterli değil ama, çağdaş dünya düzeyinde yol gösterecek bilgili ve de namuslu adam yetiştirdiğimize inanıyorum. Bu bağlamda sakatlığın temeli ilkel politikalardır. Bunlar üst ideolojisi iktidar olduğu için partizanlık yaparlar. Bu da çaresiz antidemokratik bir tutum olur.
Bugün dünyanın egemen ülkeleri var. Bunlar bizden daha zengin, daha özgür, daha bilgili, sanayi de daha ileri konumdalar. Biz bunlardan bilgi transfer ediyoruz. Sanayi ürünü satın alıyoruz. Sağlıklı yaşam koşulları için ilaçlar, yöntemler ithal ediyoruz. Türkiye’de yapılan bir şey onlarda yankı bulursa, kendimizi sınıf atlamış sanıyor, büyük bir şey yapmış gibi övünüyoruz. Üniversiteler kendi dilleriyle beceremediklerini onların dili ile yapacaklarını sanıyor. Boyunu uzatmak için yüksek topuklu ayakkabı giymek isteyen cücelere benzediklerini düşünmüyorlar.
On sekizinci yüzyıldan bu yana bir geri kalmışlık psikolojisi içinde yaşayan toplum dünyaca horlanan bir konumda hala yaşadığının farkında olmak istemiyor. Bilim üretemeyen, fakat Batılı dostlarının (!) övgüsüne ihtiyacı olan, yabancı dil iyi öğrenemediği halde yabancı dilde eğitim yapmak isteyen akademisyenlerimiz sürüsüne bereket. Kendi diline bile güvenmeyen, değerlendirmeyi dışarıdan bekleyen bilim adamları 75 milyonluk topluma güven aşılayabilirler mi?
Bir sanayi firmasının önemini kanıtlamak için bir Batılı referans vermesi gerekiyor. Türkiye’ye laikliği fazla görenler nedense, Türkiye Müslüman olduğu için üyeliğimizi istemeyen laik Avrupa Birliği'ne girmeye uğraşıyorlar. Bu isteğin dile getirilmesindeki garabeti bir kenara bırakırsak, bizim Avrupa Birliğine girmemizi isteyen dinciler, bu bağlamda bayan Merkel ya da bay Sarkozy’den daha çağdaş.
BİLGİ NEDİR?
Bütün bu olgular düşünenler için bir yandan aydınlatıcı, bir yandan kafa karıştırıcı göstergeler. Hepsi bilinçli olarak gelişmesine olanak verilmeyen çağdaşlaşma çabalarının toplum yaşamında nasıl yer tuttuğunu gösteriyor. Doğrusu istenirse gazete ve televizyon safsataları bir yana bırakılırsa ekonominin temel olduğu her çaba, pazarlayan her reklam ve marka peşindeki her yurttaş çağdaşın müşterisi. Çağdaşlığın itibarı çok yüksek. Hükümetlerimiz, belediyelerimiz, iş adamlarımız, müteahhitlerimiz yüksek yapı ve gökdelen yaptırmak için kıvranıyor. İki katlı kerpiç evden onuncu kata yükselmek, kimileri için uzaya çıkan satellitlere binmek gibi bir şey olmalı. Yüksek yapı, otomobil, telefon, internet, bütün dünyayı seyrettiği televizyon, büyük ticaret merkezlerini dolduran dünya markaları halkın ne denli çağdaş olduğunu kanıtlıyor. Başını örtmek, ya da imam hatip okulunda okumak bu evrensel olgulara engel olacak şeyler değil. Sadece grupsal aidiyet gösterileri.
Bu okumamış ve okumuş cahillerin bir adım daha atmalarını çağdaşlığın gerçek boyutlarını görmeleri zor değil. Kaldı ki zaten kendinden oluşuyor. Bu İslamda aykırı değil. Çünkü İslam peygamberinin öğretisi de bilgi neredeyse oradan alınması idi.
Herhalde bizim toplumun zoru, bilginin ne olduğunu tam bilememek. Kısaca söylersek bilgi otomobil ithal etmek değil, otomobil yapmaktır. Bilgi yabancı dilden çevirmek değil, kendi dilinde yazmaktır. Bilgi Amerika’dan, Avrupa’dan birkaç kişi yetiştirip atom bombası yapmak da değil, atom fiziği öğreten adam yetiştirmektir. Bilgi hastane açmak değil, doktor yetiştirmektir
1950’den bu yana kaygan bir yüzeyde geriye takla atsak bile hala Türkiye’nin İslam dünyasındaki konumu ile övünebiliriz. Osmanlı ve İslam dünyası çağdaşlaşmayı dine karşı bir tavır olarak gördüler. Biçimsel bir değişme ve teknoloji ithali ile yetinilir sandılar. Çağdaşlıkla dinin ilişkisinin sandıkları gibi olmadığını anlamayan hâlâ çok insan var. 1945’de çağdaşlaşma çabası dünya jandarmalarının çizmeleri altında kaldı. Sonra da altmış yıl süren bir yarı cahil egemenliği oldu. Çağdaş gerçeklerin yerini medrese söylentileri aldı. İslamı ikinci sınıf insan olarak gören Batılı da buna alkış tuttu. Çabuk uyanmamız gerek.
Cumhuriyet Bilim Teknik