“
İŞİN içine biraz gözyaşı koymak bakımından da bu savcımızın çocuğunun çizgi filmlerinin bile alındığını, onun gözyaşları içinde babasını beklediğini söylemek de işin içerisine biraz mizansenler koymaktır.”“BİZİM SAVCI HANGİSİ?”
Savcı Cihaner, kardeşi aracılığıyla hapishaneden bir cevap verdi bu sözlere. Sanırım da bir tek Arınç’ın bu sözlerine karşı kılıç kuşandı içeride:
“Bizde sahte gözyaşı yoktur. Çocuğum karıştırılmasın bu işe. Kızım her çocuk gibi oyuncağı elinden alındığı için ağladı.” Cümle mülke değer mi Bülent Bey? Temeli adalet bile olmasa o mülkün... Bir babayı, altı yaşındaki bir kız çocuğunun gözyaşlarını savunmak zorunda bırakmak...
Bilemedim.
Nasılsa şöyle olmayacak mı Bülent Bey? Nasılsa kimse ne olup bittiğini anlamayacak. Ne bakkal
Ahmet Bey, ne Ayşe Teyze. Ceza Muhakemeleri Kanunu yok ki hiçbirinin evinde. Birilerine inanmak zorundalar. Nasılsa yarın öbür gün Başbakan çıkacak, “hareketler net, tavırlar sade” açıklayıverecek durumu. Kimi “tutmaları” gerektiğini işaret edecek. Bahse girerim Bülent Bey, şimdi ekranları başında insanlar,
“Bizim savcı hangisi?” diye soruyor.
“Bu maçı alıcaz” hırsından öte bir bilgisi yok insanların. Üstelik siz de kabul edersiniz Bülent Bey, artık bu ülkede işler eskisi gibi değil. Nasıl mı? Anlatayım.
TALAN VE SAVAŞ
Herkes her şeyi totoloji ile açıklıyor. “Bir şey ne ise odur.” Neden öyledir? “Çünkü öyledir.”
Eskiden “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan” şikâyet edilirdi.
Şimdi ise bilgisiz fikirler bile yok, bütün tartışmalar gerekçesiz kanaatlerle yapılıyor. Siyaset, hukuk ve hatta bilim müessesesi bile “zevkler ve renkler tartışılmaz” ilkelliğiyle kuralsızlaşıyor. Değerler sistemi darmadağın. Çünkü herkes ortada bir talan olduğunu ve kendinin dışarıda bırakıldığını hissettiği için bütün ahlaki kuralları bir kenara bırakmak zorunda olduğunu düşünüyor. Tıpkı savaş dönemleri gibi, anlıyorsunuz değil mi? Yürütülen siyasi savaş insanlarda, “Hukuk kalktı, nereyi yağmalayalım?” hissi yaratıyor. Bilirsiniz siz de, savaşlarda ilk ölen ahlaktır. Öyle bir şey ki bu Bülent Bey, inanamazsınız, kimileri çocukların gözyaşlarını bile cephane olmakla suçluyor!
İKİ KERE ACI ÇEKEN BABA
O türküyü siz de bilirsiniz Bülent Bey. “Bu da gelir bu da geçer.” Âşık Daimi’nin türküsüdür. Neyi anlatır, onu bilmezsiniz belki. Bir babanın, kaybettiği oğlu için yaşadığı acıyı anlatır. Âşık Daimi o türküyü karısına yazmıştır. Neden? Çünkü bir çocuk ölünce, baba iki kere acı çeker. Bunu da bilirsiniz. Bir çocuğu için, bir de karısının mahvını çaresizlikle izlediği için. En iyi siz bilirsiniz... Türkü “Ağlama”
diye devam eder. Âşık Daimi, karısına bakarak söylemiştir bunu: “Ağlama!”
Eyvallah!
Bu savaş sürecek, biliyoruz Bülent Bey. Türkiye değişiyor. Benim değil, sizin istediğiniz şekilde. Eyvallah!
Ama çocukların gözyaşlarına Çankaya tepelerinden saldırmak... Bu savaşın da tarihi yazılır Bülent Bey. Ne de olsa “kışın sonu bahardır”. Savaşın mazlumları tarafından da tarih yazılır. Korkarım Bülent Bey, siz artık o tarihe oğlu için ağlayan bir baba olarak değil, ağlayan çocuklara bile acımayan
bir “nefer” olarak geçeceksiniz. Peki siz buna “Eyvallah” der misiniz?
Kaynak- HABERTÜRK