Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER

 

Aşılamanın amacı, hastalığa yakalanmadan, hastalık etkenine karşı koruyucu bir bağışıklık yanıtının oluşturulmasıdır. Bağışıklık sistemimiz, doğal bağışıklık ve adaptif bağışıklık olmak üzere sınıflandırılabilir. Doğal bağışıklık hastalık etkeni vücuda girdiğinde ilk birkaç saat içinde devreye giren ilk savunma hattıdır, belli bir etkene özgü değildir ve hafızası yoktur. Adaptif bağışıklığımız ise ikinci savunma hattımızdır, daha karakteristiktir, etkenleri hafızaya alabilir ve tekrar aynı etkenle karşılaştığında onu tanıyıp bağışıklık yanıtını hızlıca başlatabilir. İşte aşılamada hedefimiz, bu hafızaya alma işleminin gerçekleştirilmesi, uzun süreli ve hızlı yanıtın oluşturulabilmesidir.

Geçtiğimiz yüzyılın en büyük ve başarılı halk sağlığı girişimlerinden biri olan aşılama, her yıl 2 ila 3 milyon insanın hayatını kurtarır. Aşıların her ne kadar bireysel korunma için etkili olduğunu düşünsek de kişiden kişiye bulaşı azaltarak aynı zamanda aşılanmamış popülasyonların korunmasında da rol oynar.

Aşılar, üreticileri ve uygulandıkları ülkelerin sağlık sistemleri tarafından titizlikle test edilmekte ve izlenmektedir. Aşıların ruhsatlandırılması ve pazarlanması, yalnızca belli kurumlar tarafından onaylandıktan ve akredite gönüllülerle yapılan dikkatli, maliyetli ve zaman alıcı klinik denemelerden sonra gerçekleştirilir. Bu klinik denemeler Faz I, faz II ve faz III çalışmalarından meydana gelir. Aşı piyasaya sürüldükten ve kullanıma geçtikten sonra ise faz IV çalışmaları gerçekleştirilir ki bu aşamada daha önce saptanmamış olan, aşılama sonrası tesbit edilen yan etkiler kayıt altına alınır.

‘’Aşılama’’nın günümüze kadar hayata geçirilmiş en başarılı halk sağlığı müdahalesi olduğunu söylemek mümkündür. İngiltere’de 18. yy’da ölümlerin %10’u Çiçek hastalığından kaynaklanıyordu ve bu ölümlerin 1/3’ünü çocuk ölümleri oluşturuyordu. Dünya genelinde uygulanan toplu aşılama programlarının neticesinde tarihin en yıkıcı hastalıklarından biri olarak tanımlanan Çiçek hastalığı 1980 yılında WHO tarafından eradike edilmiş olarak kabul edildi.

WHO verilerine göre 2000 ila 2015 yılları arasında aşılar sayesinde 20 milyondan fazla ölüm engellendi. 2002 yılında elimine edildiğini düşündüğümüz Kızamığın insidansında bugün, aşı karşıtlığının bir yansıması olarak artışlarla karşılaşıyoruz ve bu çok üzücü.

Aşı karşıtlığına giden sürece gelin şöyle kısaca bir değinelim…

19. yy’ın ikinci yarısında özellikle İngiltere olmak üzere Amerika ve pek çok Avrupa ülkesinde aşı karşıtı düşüncelerin yayılmaya başladığını görüyoruz. Aşı karşıtı hareketlerin güçlenmesine yol açan en büyük sansasyonel haberlerin başında, kızamık-kabakulak-kızamıkçık (KKK) aşısına atfedilen Otizm spektrum bozukluğu geliyordu. 1998 yılında İngiliz gastroenterolog Andrew Wakefield, pek çoğumuzun adını duyduğu en hatırı sayılır bilimsel dergilerden biri olan ‘’Lancet’’te bir makale yayınladı. Makale, 12 çocukta KKK aşısı uygulamasının 1 ay sonrasında çocukların tamamında gastrointestinal semptomlar ve endoskopide gösterilmiş lenfoid noduler hiperplaziler görüldüğünü ve bu gözlemden yola çıkarak KKK aşısının bağırsakta inflamasyona neden olduğunu, böylece geçirgen olmayan peptidlerin kan dolaşımına ve beyine geçerek gelişimi etkilediğini ve otizme yol açtığını iddia etmekteydi. Makale yayınlandıktan hemen sonra bilimsel yönden sınırlılıkları ortaya koyuldu. Bunun da ötesinde sonuçların manipüle edilmiş olması gerekçesiyle makale dergiden çıkartıldı, sahtekarlık yapmış olması nedeniyle Wakefield ‘in lisansı elinden alınıp, meslekten menedildi. O günden bugüne, uzun yıllardır yürütülen bağımsız çalışmaların hiçbiri KKK aşısı ile otizm arasında bir bağlantı saptayamamıştır, bu kadar büyük bir nüfusa uygulanan KKK aşısı eğer böyle bir risk taşıyor olsaydı toplumda otizm vakalarında ciddi bir artış gözlenmeliydi; oysa 1980-1994 yılları arasında otizm görülme oranı %373 artış göstermişken, aşılama oranındaki artış %14’lerde kaldı.

Bu iddianın 20. yy’ın halk sağlığı ve aşı uygulamalarına en büyük zararı veren tıbbi aldatmacası olduğunu söylemek mümkün. Aksi ispat edilmiş olmasına rağmen, bu konu ara sıra ısıtılarak tekrar piyasaya sürülmekte ve insanlar bu sözde bilimsel malzeme ile suistimal edilmektedir.

Yine medyada yer alan bir başka haber, insan papilloma virüsü (HPV) enfeksiyonuna karşı uygulanan profilaktik aşıların, Guillain-Barré Sendromu (GBS)’na yol açtığıydı. WHO, söz konusu aşıların milyonlarca kişiye uygulanmış olmasına rağmen ciddi bir advers reaksiyon yaşanmadığını, GBS vakalarının sıklığının, normal popülasyondaki sıklıkla benzer olduğunu bildirdi, araştırmalarda bu iddiaları destekleyen hiçbir nedensel ilişki bulunamadı. 1976 yılında ABD’de yaşanan Domuz gribi salgını sırasında aşılama yapılan bireylerde GBS geliştiği iddia edilmiş ve halk Domuz gribi aşısına şüpheyle yaklaşmaya başlamıştır. Hatta aşılanmayıp Domuz gribi geçiren bireylerde GBS gelişiminin daha yüksek oranlarda meydana geldiği elde edilen sonuçlar arasındadır. KKK aşılarına yönelik bir diğer suçlama İdiyopatik trombositopeni gelişimi ile ilişkili olduğu konusudur, ancak aşılanmayan; kızamıkçık ya da kızamık geçiren kişilerde İdiyopatik trombositopeni insidansının daha yüksek olduğunun gösterilmesinin ardından bu iddia da çürütüldü.

Aşı formülasyonlarında bulunan adjuvanlar, daha az antijenle daha fazla bağışıklık yanıtı elde etmeye yarayan maddelerdir, advers reaksiyonların başlamasıyla ilişkilendirilebilirler. Bu adjuvanlar arasında mineral tuzlar; alimunyum ve kalsiyum tuzları, antimikrobiyal özellikteki maddeler; Monofosforil Lipid A (MPL) ve ana bileşik olarak skualen kullanılan su içinde yağ emülsiyonları (AS03 ve MF59) sayılabilir.

Ortaya çıkan advers reaksiyonlar daha sıklıkla lokal enflamatuvar reaksiyonlar olmakla birlikte nadir de olsa otoimmün hastalıkların ve alerjilerin de alevlenmesine yol açabilirler. Adjuvanların yanı sıra stabilizör ve koruyucular gibi diğer aşı bileşenleri de farklı advers reaksiyonlara yol açabilir; grip aşısı gibi yumurta proteinlerini çok düşük miktarda da olsa bulundurabilen aşılar, yumurtaya tolerans gösteremeyen bireylerde alerjik bir yanıtı tetikleyebilir.

Bu saydıklarımızın dışında Makrofajik miyofasiit ve Alzheimer gibi nörolojik hastalıklar, Aluminyum tuzlarıyla ilişkileri açısından araştırılmış ancak arada herhangi bir nedensellik ve korelasyon bildirilmemiştir. 

Pandemik ve mevsimsel grip aşılarında yer alan skualen ile Körfez savaşı sendromu ve narkolepsi arasında ise iddia edilenlerin aksine bir ilişki bulunamamıştır. Skualen’e atfedilen narkolepsinin, genetik faktörlerin oluşturduğu yatkınlığın bir sonucu olduğuna dair kanıtlar mevcuttur.

Aşıların ihtiva ettiği formaldehit ve kanser arasında bir ilişki olduğu yönündeki iddialar araştırılmış, çok büyük miktarlarda veya sık maruziyetten sonra, yani aşılar için geçerli olmayan koşullarda kanser gelişimine yol açabileceği gösterilmiştir.

Civa belirli dozların üzerinde insan bedeni için toksik özellikler sergilerken, civa tuzları daha farklı davranışlar sergiler, metil civa toksik bir maddeyken etil civa hiçbir toksisite göstermez. Tiomersal aşılarda bulunan antimikrobiyal özellikte bir maddedir ve metabolizma ürünlerinden biri de etil civadır, vücutta birikmez, kısa sürede atılır. Aşıların yanı sıra pek çok farmasötik preparat ve kozmetik ürün, antimikrobiyal özellikleri dolayısıyla etil civa içerir. Bir insan gün içinde pek çok farklı yolla aşıların ihtiva ettiği miktarın çok daha üzerinde miktarlarda etil civayı bünyesine alır. Tiomersalin risk taşımayan bir madde olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, aşılara olan güveni ve uyuncu artırmak adına tiomersal aşıların içeriğinden çıkartılmıştır.

Aluminyum tuzları da civa tuzları gibi yüksek dozlarda toksik etkilere sahip olmasına rağmen aşılar ile alınan düşük miktardaki alüminyumun herhangi bir istenmeyen etkiye yol açtığı tespit edilmemiştir. Zaten aşılarla vücudumuza alüminyum almasak dahi besinler, hava ve sular vasıtasıyla hepimiz günde 7 ila 9 mg civarında bir alüminyuma maruz kalmaktayız.

Bir madde ya da molekülü tek başına zehir ya da şifa olarak değerlendirmek doğru olmaz, mühim olan dozdur!

Aşı karşıtı hareketin en büyük argümanlarından biri de bebeklere ve çocuklara uygulanan aşı takviminin çok agresif olduğudur, kısa süre içerisinde çok sayıda aşı uygulamasının vücutta kimyasal birikimine yol açarak istenmeyen etkilere sebebiyet verebileceği savunulmaktadır ancak yüzeysel bir literatür taraması bile bunun doğru olmadığını görmek için yeterlidir, aşı programına uyunç gösteren çocukların sağlık parametreleri aşı olmayan çocukların parametreleri ile karşılaştırıldığında olumlu sonuçlar son derece belirgindir. Ayrıca iddia edildiği gibi kısa zaman içinde birden fazla aşı uygulamasının advers reaksiyon gelişimini artırmadığı da göze çarpan sonuçlar arasındadır. Evet, zaman içinde aşı sayısının arttığı bir gerçektir ancak teknolojinin nimetlerinden de yararlanılarak aşılar saflaştırılmış ve içerdikleri yabancı madde miktarı büyük oranda azaltılmıştır.

Zaman zaman aşı reddine yol açan faktörlerden birinin de dini hassasiyetler olduğunu görürüz. Özellikle aşıların içerdiği jelatin konusunda yaşanan kafa karışıklığının giderilmesi için toplumun bilgilendirilmesi şarttır.  Jelatin, formülasyonun stabilizasyonunu sağlamak için aşılara eklenen bir maddedir, genellikle domuzlardan elde edildiği doğrudur fakat domuz jelatini her aşıda bulunmaz, bulunan aşılar için ise domuz jelatini içermeyen alternatif aşılar mevcuttur. T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanan ve Türkiye’de uygulanan hiçbir aşı domuz jelatini içermez. Hastalar böyle bir hassasiyetten ötürü aşılamadan kaçınıyorsa, onlara gönül rahatlığı ile aşı olabilecekleri söylenmelidir.

Aşıların infertiliteye yol açtığı iddiasının aslında bir komplo teorisinden ibaret olduğunu söylemek mümkün, infertilite iddialarını destekleyen herhangi bir kanıta bugüne dek rastlamıyoruz.

Genel olarak şunu söyleyebiliriz, aşırı duyarlılık reaksiyonlarının ortaya çıkması, aşının bir sonucundan ziyade kişinin bireysel özelliklerinin ve bünyesinin bu reaksiyonlara yatkınlığının bir sonucudur. Aşı karşıtlığı yapanların iddialarının ortak özelliğinin kanıta dayalı olmamaları ise dikkat çekici bir husus.

Şimdi sıra geldi COVID-19 mRNA aşılarına yönelik suçlamalara…

Şubat 2020 ve Şubat 2021 tarihleri arasında ABD’de internet ortamında yapılan aramalar değerlendirilmiş, ‘’infertilite’’, ‘’infertilite ve aşı’’ ve ‘’infertilite ve COVID-19’’ terimlerinin en sık yapılan aramalar olduğu sonucuna varılmıştır.

FDA tarafından acil kullanım izni verilmesini takiben aşı dağıtım çalışmaları başlamasının ardından sosyal medya platformlarında yanlış ve eksik bilgiler çok kısa bir süre içerisinde yayılmıştır.               

İddiaların temeli, aşılama sonucunda üretilen antikorların yalnızca virüs başak proteinlerine değil, aynı zamanda plasenta gelişiminde rol oynayan bir protein olan Syncytin-1'e de bağlandığı, bu proteinin etkisiz hale geldiği ve dolayısıyla kısırlığa neden olduğu görüşüne dayanmaktadır.  İki protein risk oluşturmak için çok düşük bir oranda birbirine benziyor, zaten 20 çeşit aminoasit varlığı düşünüldüğünde pek çok proteinin benzerlik göstermesi şaşırtıcı değil. Geçmişte de Multipl skleroza hastalığına karşı geliştirilen bir ilaç, bu potansiyel tehlike için incelenmiş, söz konusu proteinin, Syncytin-1 ile yüzde 81 benzerlik taşıdığı bulunmuş, bu oranda bir benzerliğe rağmen, korkulan yan etki görülmemiştir.

Herhangi bir kanıt olmadan COVID-19 aşılarının kadınlarda kısırlığa neden olduğuna dair söylentiler, COVID-19 aşısının doğurganlığı etkilediğine yönelik spekülasyonlar özellikle genç kadınların aşılanmayı reddetmesine yol açmakta ve bu yönüyle ciddi bir halk sağlığı sorunu teşkil etmektedir. Oysa, aşı denemelerine dahil edilmiş ve denemeler sırasında hamile kalmış kadınların sağlıklı bebekler dünyaya getirdikleri biliniyor. Bir diğer önemli husus şu ki, emziren bir annenin aşılanması yoluyla oluşan antikorlar, süt yoluyla bebeğe de geçeceği için bebek de korunmuş olacaktır.                    

COVID-19 aşısına isnat edilen ve kanıta dayanmayan iddiaların aksine, gebelik sırasında hastalığa yakalanan kadınların ve bebeklerinin akıbeti ile ilgili bilgilere sahibiz; ölü doğum, erken doğum gibi sonuçlar bunların başlıcaları. Bu nedenle gebelerin COVID-19 enfeksiyonu için riskli grup olduğuna dikkat çekilmeli.

Aşıların genetiğimizi değiştireceği bir diğer korkutucu iddia…RNA aşıları, SARS-CoV-2 virüsünün yalnızca bir elementini, yani virüslerle savaşan başak proteinleri üretme planı içeren mesajcı RNA'yı insan vücuduna enjekte eder. İnsan bağışıklık sistemi aşıyla harekete geçerek patojene karşı antikorlar oluşturur. Ancak hiçbir insan veya virüs RNA'sı hücre çekirdeğine giremez. Bu da genetik materyalimizle, yani DNA'mızla temas etmediği anlamına gelir. Hücreler, amacına hizmet ettikten sonra RNA'yı parçalar, öyleyse bu aşıların kalıtımımıza müdahale edebilme imkânı yok.

Toplumu aşılamaya karşı tereddüte iten bir diğer durum ise aşılama sonrası gelişen Miyokardit vakalarıdır. 1 milyon aşılı kişide 1 Miyokardit vakası karşımıza çıkmaktayken, COVID-19 enfeksiyonu geçiren kişilerde Miyokardit gelişme olasılığı tam 400 kat daha yüksektir. Öyleyse yine aşılanmamanın yarattığı riskin aşılmayla gelişebilecek risklerin yanında çok küçük kaldığını söyleyebiliriz.

COVID-19 mRNA aşıları için tanımlanmış ciddi bir yan etki henüz bulunmamakta. Enjeksiyon bölgesinde sıcaklık artışı, şişme, ağrı ve kızarıklık zaten bilinen ve yaygın yan etkiler ve 24 ila 48 saat içinde ortadan kayboluyor.                                       

Yorgunluk, ateş, baş ağrısı, miyalji ve artralji gibi diğer sistemik yan etkiler ise çok sık ortaya çıkmasa da beklenen ve endişe edilmemesi gereken yan etkiler, ayrıca bu yan etkilerden muzdarip olan popülasyon daha çok gençler, bunun da sebebinin gençlerdeki bağışıklık tepkisinin daha kuvvetli olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Sistemik yan etkilere ikinci dozu takiben, 24 saat sonra daha sık rastlanıyor ve hastalar genellikle baş ağrısı ve yorgunluktan şikâyet ediyor, sistemik yan etkilerin ömrü ise 24 ila 48 saat ve genellikle 4 saat ara ile alınan parasetamol hastaları rahatlatmak için yeterli oluyor.

Anafilaksi epizodlarının insidansının kabaca 1/200.000 kişi olduğunu söylemek mümkün, bu oran diğer aşıların taşıdığı riske oranla daha yüksek ancak epinefrine yanıt veriyor ve kalıcı bir sonuç bırakmıyor.

Bugün elimizdeki verilere dayanarak, piyasaya sürülmüş mRNA tabanlı COVID-19 aşılarının, toplumun büyük bir çoğunluğu için güvenli ve etkili olduğunu söylemek mümkün.

Aşı geliştirme aşamaları bugün hız kazanmış ve büyük mesafe kaydetmiştir bu doğru, ancak hiçbir aşı birey için mutlak ve ömürlük bir koruma sağlamaz, aşıların bağışıklık yanıtı oluşturmada başarısız olduğu bireyler de muhakkak olacaktır.

En masum olduğunu düşündüğümüz ilaçlardan birini düşünelim, mesela aspirin… Aspirin pek çok durumda sorgulamadan ağzımıza atıvereceğimiz bir ilaç, ancak aramızda yaşayan; aspirine alerjisi olan ve kendisi için ölüm riskine sebep olabilecek insanlar da var. Bu Aspirin’in zararlı olduğu anlamına gelmeli midir? Elbette hayır. Başımız ağrıdığında gönül rahatlığı ile kullandığımız Parasetamolün prospektüsünü okumayı denediniz mi peki? Eminim okusanız bu ilacın beni öldürme riski bile olabilir diye içmekten vazgeçerdiniz.

Hadi şimdi aşı olmak ya da olmamak hakkında bir kez daha düşünün…

 

Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER

neda.taner@gmail.com

KAYNAKLAR

  1. Anand, P., & Stahel, V. P. (2021). The safety of Covid-19 mRNA vaccines : a review. 9, 1–9.
  2. Bozok, Y., Tıp, Ü., Enfeksiyon, F., Mikrobiyoloji, K., & Dalı, A. (2019). A ş i kar ş itli ğ i: a ş i kararsizli ğ i ve a ş i redd i̇. 4(3), 377–388.
  3. Covid-19 : Dört aşı efsanesinin doğruluk kontrolü. (2021). 1–5.
  4. Dubé, E., Laberge, C., Guay, M., Bramadat, P., Roy, R., Julie, A., … Bettinger, J. (2013). Vaccine hesitancy An overview. 5515.
  5. Principi, N., & Esposito, S. (2020). Do Vaccines Have a Role as a Cause of Autoimmune Neurological Syndromes ? 8(July), 1–9.
  6. Raposo, L., Moraes, D. M., Aurélio, M., Piantola, F., & I, S. A. P. (2018). Adverse events of vaccines and the consequences of non-vaccination : a critical review. 1–13.
  7. Report, S., Moodley, J., Khaliq, O. P., Mkhize, P. Z., Africa, S., & Moodley, J. (n.d.). Misrepresentation about vaccines that are scaring women. 1–2.
  8. Singh, B., Kaur, P., Cedeno, L., Brahimi, T., Patel, P., Virk, H., … Bikkina, M. (2021). of Case Reports in COVID-19 mRNA Vaccine and Myocarditis. 2, 3–6.
  9. Spencer, J. P., Pawlowski, R. H. T., & Thomas, S. (2017). Vaccine Adverse Events: Separating Myth from Reality.
  10. Vetter, V., Denizer, G., Friedland, L. R., Krishnan, J., & Group, F. (2018). Annals of Medicine Understanding modern-day vaccines : what you need to know. Annals of Medicine, 0(0), 110–120.


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat