Seksenli yılların ortalarıydı. Yaşadığım kasabadan üniversite eğitimi almak üzere İstanbul’a gidiyordum.
Sakın ha siyasi olaylara katılma cop yersin …! diye uyardı babam.
Sen cop yemekten korkarak yaşamasaydın ben cop yemezdim baba dedim.
Ben cop yerim diye korkarak yaşarsam çocuğum yer o copu.
27 Şubat’ta Tekel İşçilerinin Direnişi desteklemek üzere Ankara’ya giderken, aynı uyarıları duydum çevremden.
20 yıl önce verdiğim cevabı verdim yine.
Korku.
Küçük yaşta içimize ekilen canavar tohumu.
Bazılarının besleyip büyüttüğü özenle.
El eliyle
Bazılarının ilgisiz kalarak desteklediği
El ele
Bulaşıcı
Hızla yayılan
Ve hatta genetik bir yatkınlık da söz konusu
Korku.
Erken saatlerde indim Ankara’ya. Hunili Eczacı benden de erken gelmişti.
Otogarda karşıladı beni. Eczacının Sesi kardeşliği.
Kahvaltımızı yapıp çadırlara gittik beraber.
Hunisi de yanındaydı tabii. Sempatik kişiliğinin yanı sıra hunisinin de katkısıyla ilgi odağı oldu hemen. Kamerası olan herkes fotoğrafını çekti Onur Bey’in.
İşçi çadırlarında korkudan konuştuk.
İşçi çadırlarında delilikten konuştuk.
Verilen sürenin sonuna gelmişlerdi.
Zor kullanılacaktı bugün yarın
Korkuyorlar mıydı?
Şu kalabalığa baksanıza dedi bir tekel işçisi.
Bizi desteklemeye gelen insanlara.
Bu kalabalıkta insan korkar mı?
Yalnız kalırsa korkar.
Yalnız değilsiniz dedik biz de
Saatler ilerledikçe ziyaretçiler artmaya başladı.
İğne atsan yere düşmeyecek.
Desteklemeye gelenlerle birlikte sevincim de arttı umudum da
Öğlene doğru İstanbul’dan gelen arkadaşlarla grubumuz hayli büyüdü.
İki kişi bir gruptur ne de olsa.
Yazılarından tanıdığım meslektaşlarımla tanışmanın heyecanı da eklenince iyice ısındı Ankara’nın soğuğu.
İki aya yakın zamandır bu soğukta, bu çadırlar içinde yaşam mücadelesi veren Tekel İşçilerini ısıtan da; tam bu duygular olsa gerekti.
Gelecek güzel günler ve birlikte olmanın heyecanı.