ABD'de çökeceği öngörülen sistem Türkiye'ye getiriliyor...

Sağlıkta çöküş beklentisi

Sosyal Güvenlik Yasası Türkiye'de sağlık sektörünü tamamen özel girişimciye açmayı planlıyor. Sağlık sektöründe yabancılamayı da getirecek sistemin olumsuz yönleri dikkate alınmıyor, yaratacağı sosyolojik sorunlar düşünülmüyor.

Çiğdem ERMAN

erman@tusam.net

Ülkemizde, pek çok düzenleme gibi, sosyal güvenlik reformu diye kamuoyuna sunulan, ancak yürürlüğe girdiği takdirde sosyal güvenlik krizine dönüşecek olan sosyal güvenlik yasa tasarısının da dış kaynaklı olduğu bilinmektedir. Dış kaynakla, IMF'nin kredi dilimlerini onaylamasını sosyal güvenlik reformunun gerçekleştirilmesi şartına bağlaması, ABD'de başlayan 'Managed Care' uygulamasının tüm dünya ülkelerine olduğu gibi Türkiye'ye de dayatılmaya çalışılması kastedilmektedir.

Mevcut, primli sosyal güvenlik sisteminde yasal olarak devlet katkısı söz konusu değildir. Sistemin finansmanı çalışanlardan ve işverenlerden alınan primlerle sağlanmaktadır. Ancak 1990'lı yıllardan itibaren sistemde meydana gelen açıklar, bütçeden kaynak aktarılarak devlet katkısı ile kapatılmaya başlandı. Bu her ne kadar bütçeye yük olarak nitelendirilse de, esasen Anayasa'da yer alan devletin herkese sosyal güvenlik sağlama zorunluluğunun sonucudur.

IMF'NİNYAPISALREFORMU

Reformun temel gerekçelerinden olarak görülen erken emeklilik, prim tahsilat oranının düşüklüğü gibi sorunların yanı sıra; işgücüne katılım oranının düşüklüğü, kayıt dışı istihdamın yüksek olması şeklindeki sorunlar da sosyal güvenlik sistemimizi olumsuz yönde etkileyerek reform sürecine geçilmesini gerekli kılmıştır. Söz konusu reformun son günlerde TBMM Genel Kurulu'nda tartışılarak yasalaşan sosyal güvenlik yasa tasarısının kapsamı şeklinde olmaması gerektiği bir gerçektir. Reform diye adlandırılan ve geçtiğimiz günlerde yasalaşan tasarı, gelişmekte olan ülke statüsünde olan Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal ve demografik yapısını göz ardı etmekle kalmayıp, sağlık sektöründe devlet katkısını en aza indirerek hem toplumun sağlık hizmetlerinden bedelsiz yararlanmasını engelleyecek hem de ekonomik dengeleri yerinden oynatacaktır.

Hükümet tarafından IMF'ye gönderilen 26 Nisan 2005 tarihli niyet mektubunda 15. bendin ilk cümlesi 'Emeklilik reformu, emeklilik sistemindeki açığın uzun vadede GSMH'nın yüzde 1'inin altına indirilmesini amaçlamaktadır' şeklindedir. Bu, bir yandan sosyal güvenlik açıklarının bütçe içindeki payının azaltılacağı anlamına gelirken, diğer yandan da sosyal güvenlik sistemine devlet katkısının azaltılması hatta zamanla ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Sosyal güvenliğe devlet katkısı azalacağı için bu sayede bütçe açığı da azalacaktır. Ancak bu durumda devletin karşılamayacağı miktarın nereden karşılanacağı sorusu gündeme gelecektir. Çünkü sosyal güvenlik açıkları henüz azaltılmış, ya da tamamen yok edilmiş değildir. Buna yönelik herhangi bir çalışma da yoktur. Azalacak olan sadece bütçe açığıdır. Sosyal güvenlikteki açık miktarı aynen mevcutken, devlet katkısının da azaltılması veya tamamen yok edilmesi halinde sistemdeki açık, çalışanların cebinden karşılanarak kapatılmaya çalışılacaktır. Bu da sağlık hizmetlerinin maddi bedeller ödenerek alınmasına sebep olacaktır. Sosyal güvenlik yasa tasarısı ile getirilmek istenen sistem budur. Daha açık bir anlatımla, yapılmak istenen, sosyal güvenlik açığının azaltılması veya yok edilmesi değil, bu açığın finansmanının el değiştirmesidir. Tasarıda aylık bağlama oranının düşürülerek emekli aylıklarının azaltılması, muayene ve tedaviden katkı payı alınması, bu katkı paylarının Bakanlar Kurulu kararı ile 5 katına kadar artırılmasının mümkün olmasına ilişkin düzenlemeler bu anlatılanları kanıtlar niteliktedir. 31 Mayıs 2007 tarihli niyet mektubunda da ayakta tedavi hizmetlerinden birinci, ikinci ve üçüncü basamaklarda farklılaştırılmış oranlarda katkı payı alınmasını öngören düzenlemelerin sosyal güvenlik reformuna dahil edileceği açıkça taahhüt edilmiştir. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye'ye gelen IMF heyeti gözden geçirme çalışmalarını tamamlamış, niyet mektubu taslağı hazırlanmıştı. Bu gelişmelerden önce de IMF, Sosyal Güvenlik Reformunun TBMM'de görüşmelerine başlanılmamamsı halinde gözden geçirme çalışmalarının tamamlanmasının mümkün olmayacağını açıkça belirtmişti.

AB üyesi ülkelerde ise durum bizdeki uygulamalardan tamamen farklıdır. 25 AB ülkesinde sosyal güvenliğe ayrılan payın milli gelire oranı yüzde 19,3'tür. Bu oran Almanya'da yüzde 17,1 Yunanistan'da ise yüzde 20,9'dur. IMF'nin kayıt dışı ekonomiye değinerek bunların kayıt altına alınması, ilaç sektöründe yaşanan ve kamuoyunun "Neşter Operasyonu" olarak bildiği yolsuzluklar, hükümetin uyarılması gibi önlemleri bir kenara bırakarak sosyal güvenlik reformuna odaklanması dikkat çekici bir politikadır.

Tasarının incelenmesinden anlaşılacağı üzere 18 yaşına kadar olan çocuklar prim ödeme veya ailelerinin sisteme dahil olup olmadıklarına bakılmaksızın genel sağlık sigortası kapsamına alınırken, 18 yaşını doldurup da okumayan, çalışmayan gençler sağlık güvencesinden yoksun kalacaklardır. Liseyi bitirdikten sonra üniversiteyi kazanamayıp, tekrar üniversite sınavına hazırlanan bir genç hastalandığında ya özel sağlık kuruluşuna giderek hastalığının cinsine göre yüksek meblağlar ödeyecek, ya da maddi gücü yoksa iyileşme imkanı veya daha ciddi hastalık söz konusu ise yaşama hakkı olmayacaktır. Bu sayede ciddi bir sosyolojik gerçek ile karşı karşıya kalınacaktır. Paralı eğitim, paralı sağlık hizmeti, geleceğimiz olarak nitelendirilen genç nüfusumuzun ABD ve AB ülkelerinde istihdam edilme yollarını aramalarına neden olacaktır. Bu durum AB ülkelerince olumlu karşılanabilir. Zira genç nüfusu giderek azalan AB ülkelerinin, önümüzdeki yıllarda istihdama katacağı çalışabilir (genç) nüfus bulmakta sıkıntı yaşayacağı bilinen bir gerçektir.

BİR ABD MODELİ

ABD'de 90'lı yıllarda uygulanmaya başlayan Koruyucu Hekimlik veya Aile Hekimliği olarak tercüme edilen 'Managed Care' sistemi, sağlık hizmetlerinin büyük ölçüde özel sağlık kuruluşlarından önceden/peşin ödeme yapılarak alındığı bir sistemdir. ABD'de managed care organizasyonlarının yaygınlaşması, rekabet ortamı yaratarak daha ucuz sağlık hizmeti sunumunu da beraberinde getirdi. Rekabet yaparak piyasada tutunmaya çalışan özel sağlık kuruluşlarının tek amacı daha büyük kâr elde etmek oldu. Bunun için masrafları kıstılar, sağlık hizmetlerinin kalitesini azalttılar. Pek çok hekim bu büyük sağlık kuruluşları bünyesinde çalışmaya başladı. Muayenehaneler kapandı, tıp merkezleri açıldı. Bu organizasyonlar, büyümek ve yatırımlarını genişletmek amacıyla önce Avrupa'ya açılmayı denediler. Kısa bir süre sonra burada etkinlik gösteremeyeceklerini anlayınca gelişmekte olan ülkelere yöneldiler. Sistem Latin Amerika'da ciddi bir şekilde uygulanmaya başladı. Oysa sistemin ABD'de sorunları artırması, sağlıkta verimliliği azaltması, sağlık hizmetlerinden yararlanmayı güçleştirmesi sistemi çöküş aşamasına getirmiştir. IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarca da desteklenen bu sistemin şimdilerde yeni piyasalara daha çok ihtiyacı vardır. Son yıllarda Türkiye'de özel sağlık kuruluşları çığ gibi büyümüş, adım başı bir özel tıp merkezi kurulmuş, bunların çoğuna kalabalıktan girilmez olmuştur. 3,6 milyar dolarlık kredi diliminin onaylanmasını sosyal güvenlik reformunun gerçekleştirilmesi şartına bağlayan IMF, bu çıkışıyla AKP hükümeti ile birlikte Managed Care sistemini ülkemizde tam anlamıyla yaygınlaştırmaya çalışıyor olmalı.

Yürürlüğü ertelenmiş de olsa yasalaşan sosyal güvenlik tasarısı ile IMF'ye verilen taahhütler doğrultusunda sosyal güvenliğe devlet katkısının önemli ölçüde azaltılarak paralı sağlık sistemine geçiş, Anayasa'nın başlangıç hükümlerinde kabul edilen sosyal devlet ilkesinin yok edilmesi demektir. Artık gelişmekte olan ülkelerin sosyo-ekonomik durumları göz önüne alınmaksızın sadece kendilerine pazar arayan uluslararası şirketlerin ilkelerinin hüküm ifade ettiği sistemler, gelişmekte olan ülkelere dayatılmaktadır. ABD'de başarı sağlayamayan bir sağlık sistemi ülkemizde belki de ciddi anlamda etkinlik gösteremeden önemini yitirecektir. Ancak yaşanan bu süreç ekonomik dengeleri sarsacağı gibi toplum üzerinde de olumsuz etkiye neden olacaktır.


25 Nisan'ı kutlayan çocukların büyüdüklerinde hakları kısıtlanmış olacak



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat