Balıkesir’deki 1.Bölgelerarası Toplantıda yaptığım konuşma

Sayın Başkan, TEB Merkez Heyetinin ve Kurullarının değerli üyeleri, Balıkesir Eczacı Odasının sevgili Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri sizleri İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Balıkesir Eczacı Odamızın yüzü daima gülen can dostumuz Başkanına bizleri böyle güzel bir tatil yöresinde ağırladığı için gönülden teşekkürlerimi sunuyorum. Bölgelerarası Toplantıların böyle keyifli ortamlarda düzenlenmesi güzel, ancak tatil havası katılımcıların konsantrasyon sorunu yaşamalarına neden oluyor ve toplantıya ilgi giderek azalıyor. Bu durumda toplantıların karar alma sürecini ne yazık ki olumsuz etkiliyor.

 

Toplantı gündemine gelecek olursak; Türk Eczacıları Birliğinin çalışmalarını değerlendirebilmek için öncelikle geçmişe bir göz atmamız gerekiyor.

 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından sözleşmenin tek taraflı olarak feshedildiği ve Sayın Bakanın eczacılar aleyhine esip gürlediği, tehditler yağdırdığı bir dönemde İstanbul Eczacı Odası, Danıştay’da aldığı yürütmeyi durdurma kararı ile gündemi bir anda değiştirdi.

 

O dönemde bir Eczacı Odası Başkanı şahsıma gönderdiği mektupta; Kurumlarla kavga eden, dava açan bu uzlaşmaz tavrı bırakarak daha sakin davranmamı, Türk Eczacıları Birliği’nin arkasında yer alarak onu desteklemem gerektiğini ifade etmişti. Acaba bana o gün bunları yazan Oda Başkanım, yazdıklarından dolayı bugün pişman mı?

 

Susarak arkasında durmamız gerektiğini söylediği TEB yönetiminin bugün geldiği noktayı kendi içine sindirebiliyor mu?

 

Eğer biz o yürütmeyi durdurma kararını almamış olsaydık ısrarla yeni bir sözleşme peşinde koştuğunu ifade eden TEB Merkez Heyetinin bugün durduğu yer ve uyguladığı politika göz önüne alındığında, o günlerde altına imza koyacağı yeni bir Protokolün, eczacıları SGK’nın kölesi haline getirecek bir Protokol olacağını şimdi görebiliyor mu?

 

Bugünkü TEB Yönetimini içine sindirebiliyor mu?

 

Böyle bir yönetim anlayışı Mehmet Domaç dönemi de dahil olmak üzere bu güne kadar hiç iktidar oldu mu?

 

Böylesine karanlık bir dönemi hiç yaşadık mı?

 

Bu soruların cevabı geçmişte yatıyor ve aslında bugünün geleceği dünden belliydi.

 

Doğruları görebilmek için Türk Eczacıları Birliği Yönetiminin 6 aylık dönemini kısaca değerlendirmek gerekiyor:

 

 ’’Eczaneler Can Çekişiyor’’ ana temalı yayınlar ve afiş çalışmaları ile birlikte TEB ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasında tırmanan gerilimin ardından Merkez Heyeti’nin aldığı kararla 4 Aralık 2009 tarihinde eczaneler 1 gün kapatıldı. Bu süreçte Türk Eczacıları Birliği’nin eczanelerde yaşanan ekonomik yıkımı durdurmak için talepleri;

 

  1. Kamu Kurum iskontoları yükünün eczacının sırtından kaldırılması
  2. Eczane raf zararlarının tam ve eksiksiz karşılanması
  3. Muayene ücretlerinin eczanelerdeki tahsilatına son verilmesi
  4. İlaç Fiyat Kararnamesinin değiştirilerek eczacı karlılığının artırılması
  5. Eczacı meslek hakkının verilmesi,

 

olarak kamuoyuna açıklandı. ( Bu güne kadar bu taleplerin bir tanesi bile karşılanmadı)

 

FEDA EDiLECEK TEK BİR ECZANEMİZ BİLE YOK!

 

diyen TEB Merkez Heyeti (bu iddialı söylem karşısında sadece son iki ayda İstanbul’da 100 eczanenin kapandığını ısrarla belirtme gereğini duyuyorum) SGK’nın sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmesinin ardından sessizliğe gömüldü. İstanbul Eczacı Odası ise; Sosyal Güvenlik Kurumu’nun "eczacılar eylem yaptı, eczanelerini kapattı ve kapatma nedeniyle sigortalı hastalarımız ilaca ulaşamadığı için mağdur oldular, bu nedenle de mevcut sözleşmeyi feshediyorum artık eczacılarla bire bir sözleşme yapacağım" şeklindeki açıklamalarının ardından yürürlükteki sözleşmeyi tek taraflı feshetmesinin ardından Danıştay’da Kurumun aldığı fesih kararının yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline yönelik dava açtı.

 

Sonrasında ne oldu?

 

  1. Eczaneler ortalama % 20-30 arasında ciro kaybına uğradılar ve gelirleri bu oranda azaldı.
  2. Türk Eczacıları Birliği’nin "rafınızdaki fiyatları düşen ilaçların tümüne ait zararlarınız karşılanacak" sözü havada kaldı. Dağıtım kanalları ile Tüm Ecza Kooperatifleri Birliği(TEKB)’nin bulduğu yöntemle geriye dönük 15-30-45 gün olarak raf zararları karşılanmaya başlandı. Ancak bu yöntem de tam anlamı ile uygulanmadı. Raf zararının bir bölümü eczane hanesine kayıp olarak yazıldı. Fiyat düşüşleri daha sonra da devam etti ve eczacının raf zararları da bu düşüşlere paralel olarak sürekli arttı.
  3. Türk Eczacıları Birliği, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından tehdit edildi. Olmazsa olmaz şartlar ileri sürüldü:

 

  1. Bundan sonra hiçbir şekilde herhangi bir eylem yapılmayacak
  2. İTS ye geçiş koşulsuz şartsız kabul edilecek
  3. Eczanelerdeki afişler kaldırılacak, sadece SGK yazısı asılı kalacak, hastalar güler yüzle karşılanacak, gelen hastalara Kurum hakkında olumsuz konuşulmayacak
  4. Sıralı dağıtımda hizmet bedeli alınmayacak
  5. TEB, bastığı ve dağıttığı sözleşmelerden bedel almayacaktı.

 

Danıştay; SGK nın tek taraflı olarak verdiği sözleşme feshi kararını, uygulamanın başlamasına birkaç gün kala durdurdu ve böylelikle SGK’nın, yukarıda sıralanan şartlarını ve ilerleyen süreçte çok daha ağırlarını eczacıya zorla kabul ettirmeye yönelik oyunu da bozulmuş oldu.

 

Türk Eczacıları Birliği ise "eczacılar Kurumla hesaplaşmaya hazırdı, sözleşmesiz dönem başladığında Türkiye genelinde hiçbir eczacı Kurumla bire bir sözleşme yapmaya yanaşmayacaktı ve biz de SGK’ya dilediğimiz içerikte bir sözleşmeyi imzalatacaktık" şeklindeki açıklamalarla aldığımız yürütmeyi durdurma kararını onaylamadığını ifade etti. Oysa İstanbul Eczacı Odası, bu kararın alınmasını sağlayarak hem meslektaşlarının Kurumla sözleşme imzalayanlar ve imzalamayanlar olarak ikiye bölünmesinin önüne geçti, hem de eylem yapmanın bir meslek örgütünün demokratik hakkı olduğunu ve bire bir sözleşme yapmanın yasal olmadığını hukuki açıdan ortaya koyarak Türk Eczacıları Birliği’nin SGK karşısındaki elini kuvvetlendirdi.

 

Ancak TEB, eylem yaparak eczacının hakkını arama yolunu seçeceğine, SGK kapısından ayrılmayarak yeni bir sözleşme imzalama çabasını sürdürdü. Ancak her defasında Kurumun kapısından talepleriyle birlikte geri çevrildi.

 

Bu arada Sayın Başbakan, "ilacı eczane dışına çıkaracak düzenlemelerin hazırlıklarını tamamlıyoruz, eczanelerdeki tekelci yapıyı kıracağız ve bu alanı rekabete açacağız" açıklamasını yaparak eczacıları alenen tehdit etti. (27 Aralık 2009)

 

TEB’in böylesi bir tehdide cevabı ise, Sayın Başbakan’ın yaptığı bu açıklamanın, bürokratlarının Başbakanı yanlış yönlendirmesi sonucu yapılmış bir açıklama olduğuna inandıkları şeklindeydi.

 

Sosyal Güvenlik Kurumu ile ilgili Bakanlıkların bu süreçteki tüm tehditlerine boyun eğerek sessiz kalan TEB Yönetimi, 1 Ocak 2010’dan itibaren İlaç Takip Sistemi’nin adım adım uygulanmaya başlamasından sonra ise Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı’nın İletişim Bürosu gibi davranmaya başladı. Uygulamanın başladığı tarihten bugüne kadar İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü İTS hakkında sadece bir açıklama yaparken, meslektaşlarımızı çileden çıkaran tüm uygulamalara yönelik bütün açıklamalar TEB Merkez Heyeti tarafından yapıldı. TEB, adeta İTS nin sözcüsü ve savunucusu konumuna geldi.

 

Türk Eczacıları Birliği ’’İlaç Takip Sistemi kapsamında karekod uygulamasına geçişe ilişkin pilot eczane uygulaması Protokolü’’nün yok sayılarak uygulamanın başlatılması karşısında ve olmazsa olmazlarının birçoğu da halen masada durmasına rağmen İTS’yi destekleyen ve uygulamaya sahip çıkan bir tavrın sahibi oldu.

 

Eczane alanında yaşanan yıkıma sessiz kalmamak için altı Eczacı Odası’nın 9 Mayıs 2010 tarihinde Kadıköy’de düzenlediği mitinge Türk Eczacıları Birliği, 21 Aralık 2009 tarihinde Ankara’da düzenlenmiş olan mitingin gölgesinde kalacağı bahanesiyle katılmadı. İstanbul’da düzenlenen bu miting doğaldır ki katılım açısından Ankara mitingi ile karşılaştırılamazdı. Ancak İstanbul’daki ’’Mesleğimden elini çek’’ mitingi, 3500 kişinin katıldığı coşkulu bir mitingdi ve mitinge katılanlar mesleklerine sahip çıkacaklarını bu güne kadar görülmemiş bir görsellik eşliğinde ortaya koydular. Miting, yazılı ve görsel basında büyük ilgi gördü ve yer aldı.

 

14 Mayıs Eczacılık günü nedeniyle 13 Mayıs 2010 tarihinde, İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü Saim Kerman ile TEB Başkanımız Erdoğan Çolak birlikte bir basın toplantısı düzenlediler. Basın Toplantısında konu, İlaç Takip Sistemine de geldi. Bası mensupları İlaç ve Eczacılık Genel Müdürüne sistemin eczacıya büyük sorunlar yarattığını ve karekodlu ilaçların kayıtlarının yapılamadığını bu nedenle de halkın ilaç alamayacağını dile getirerek, ne düşündüğünü sordular. Genel müdür, ilaç hizmetinin aksamasının söz konusu olmayacağını, eczacıların her koşulda reçeteleri eksiksiz karşılamak zorunda olduklarını ifade ederek, eczacının "ben ilacı vermiyorum" diyemeyeceğini ve eğer karekodunda sorun varsa daha sonra düzeltmek üzere o karekodun fotokopisini alarak reçeteyi karşılaması gerektiğini belirtti. Sn. Saim Kerman, TEB Başkanının yanında yaptığı böylesi bir açıklamayla eczacıyı, mevzuata aykırı bir uygulamaya zorlamış, sözde sahteciliği önleyecek İTS hizmetinin devam etmesi adına resmen sahtecilik yapmaya teşvik etmiştir. Yanı başında yapılan böylesi bir açıklamaya Birlik Başkanımızın itiraz ederek "böyle bir uygulama olamaz, benim eczacım sahtekar değildir" deme gereği dahi duymaması kabul edilebilir gibi değildir.

 

Türk Eczacıları Birliği ile İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü arasında imzalanan "İlaç Takip Sistemi kapsamında karekod uygulamasına geçişe ilişkin pilot eczane uygulaması Protokolü"nün yok sayılarak İlaç Takip Sisteminin uygulanmaya başlanması yetmiyormuş gibi Müdürlük, geçtiğimiz günlerde Birliğimize başvurarak karekodlu ilaçların sistemden sorgulanmasında yaşanan sorunları tespit etmek ve sistemin işleyişini test etmek üzere değişik illerden gönüllü eczacı talebinde bulundu. Türk Eczacıları Birliği’nin bu amaçla karşılıklı hazırlanmış bir Protokolü bile tek taraflı yok sayarak İTS uygulamasını başlatan anlayışa vereceği cevap; "benim size artık denek amaçlı verecek hiçbir üyem yok" olmalıyken, Eczacı Odalarına yazı yazarak gönüllü eczacı talep etmiş olması tam bir teslimiyet ifadesidir. Eğer sistemin aksaklıklarını ve yanlışlarını görmek istiyorsa, İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü’nün yapması gereken denek kullanmak değil, Aile Hekimliği uygulamasında olduğu gibi İlaç Takip Sisteminde de bir ili ya da ilçeyi "pilot bölge" olarak seçerek uygulamayı buralardan başlatmaktır.

 

Balıkesir Bölgelerarası Toplantısı gündeminde yer alan Çalıştay ya da bir diğer adıyla "Atölye Çalışması" ile ilgili görüşlerimizi yaşanan onca karmaşanın arasında yeni bir tartışma başlatmamak adına eczacı kamuoyu ile paylaşmayı uygun görmemiştik. Ana teması ’’Gelecek’’ olan ve mesleğimizin geleceğinin tartışılacağı, bir gün sürecek bu toplantıya İstanbul Eczacı Odası olarak katılmayacağımızı ve katılmama gerekçemizi yazılı olarak Türk Eczacıları Birliği’ne iletmiştik. Ancak meslektaşlarımızın yaşamakta oldukları onca sorun görmezlikten gelinerek bu Çalıştay’ın Balıkesir Bölgelerarası Toplantısının gündemine taşınması bizleri çok rahatsız etti. Bu nedenle Ankara’da yapılmış olan bu Çalıştay ile ilgili düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Türk Eczacıları Birliği’nin, bizzat kendilerinin de defalarca ifade ettiği gibi binlerce eczanenin iflas sürecinde olduğu bir dönemde bu eczaneleri ayakta tutacak çözümleri ivedilikle hayata geçirmesi gerekirken sanki ortada böyle bir sorun yokmuş gibi eczacının geleceğini gündem yapması kendilerinin nasıl bir çelişki içerisinde olduklarını ortaya koyuyordu. Ayrıca biz, 120 kişinin katılacağı ve konuşma saatlerini toplarsanız yarım gün bile sürmeyecek bir zaman dilimi içerisinde geleceğimizin tartışılmasını ve bir yol haritasının çizilmesini akla ve mantığa sığdıramadık. Ancak bu tespitlerimizin yanı sıra bizim için asıl vahim olan bu Çalıştay’da eczacının geleceğini kimlerle tartışacak ve belirleyecek olmamızdı. Bu toplantıya eczacı milletvekilleri ( 6 tanesi AKP milletvekili), Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü ve bürokratları, Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü ve kurum bürokratları, Sosyal Güvenlik Kurumu Geri Ödeme Komisyonu üyeleri, Eczacılık Fakülteleri temsilcileri, Sağlık Meslek Örgütleri temsilcileri, İlaç Sanayisinin temsilcileri, Ecza Kooperatiflerinin ve Ecza Depolarının temsilcileri ve Eczacı Odaları Başkanları davet edilmişlerdi.

 

Bu toplantıya Eczacı Odaları Başkanları, Eczacılık Fakültelerinin temsilcileri, Ecza Kooperatiflerinin temsilcileri ile nasıl bir katkı sunacaklarını tam olarak anlayamadığım sağlık meslek örgütlerinin temsilcilerinin çağırılmasına diyecek bir sözümüz yoktu, ama mesleğimizin geleceğini karartan, bizleri yok etmeyi amaçlayan ve bu amaçlarını da buldukları her fırsatta dile getiren bir anlayışın temsilcileri ile bizler nasıl bir arada geleceğimizi şekillendirecek adımları atacaktık; anlaşılır gibi değildi!

 

Eczanelerimizi iflas noktasına getirenlerin, hayata geçirmeyi düşündükleri yasal düzenlemelerle eczacılık alanını yeniden şekillendirmeyi ve ilacı eczane dışına çıkarmayı amaçlayanların, İlaç Takip Sistemi gibi bir ucubeyi bizlere dayatanların mesleğimizin geleceğini belirlemeye nasıl bir katkısı olabilirdi ki?

 

Tüm yaşadıklarımızın sorumlusu ve uygulayıcısı olanlar, ne yazık ki üst örgütümüz tarafından mesleğimizin geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olmaya çağrılmışlardı. İstanbul Eczacı Odası işte bu nedenlerle böylesi bir toplantıya katılmama kararı aldı ve gerekçesini de yazılı olarak Türk Eczacıları Birliği’ne iletti.

 

Çalıştay’dan 4 gün sonra şahsıma gönderilen ve TEB Başkanı Sayın Erdoğan Çolak imzalı yazı ile 30 Mayıs 2010 Pazar günü gerçekleştirilmiş olan’’ Eczacılık Mesleğinin Geleceği Atölye Çalışması’’na katıldığım ve vermiş olduğum katkıdan dolayı teşekkür aldım. Bu "teşekkür" yazısı sadece TEB Merkez Heyetinin değil, Birliğin profesyonel kadrolarının da geleceğimiz için ne denli ciddi (!) bir çalışma içerisinde olduklarını ortaya koymaktaydı.

 

Aslında Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti’nin altı aylık çalışma dönemin sonunda ne kadar başarılı olduğunun cevabı, Danıştay’da aldığımız yürütmeyi durdurma kararını uygulaması hususunda Sağlık Bakanlığına Noter kanalı ile çektiğimiz ihtarnamelerin ikincisi için Sayın Noterin huzuruna çıktığımızda bizlere sorduğu bir soruda yatmakta... 

 

Sayın Noter aynı nedenle ikinci kez kapısını çaldığımızda bize şu soruyu yöneltmişti:

 

"Bu işlerle neden siz uğraşıyorsunuz? Sizin bir Birliğiniz yok mu?"

 

Bu sorunun cevabını biz biliyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından her gün bizleri arayan ve tek umutlarının İstanbul Eczacı Odası olduğunu söyleyen meslektaşlarımız da biliyorlar.

 

Ancak mesleğimizin geleceği açısından asıl önemli olan; Balıkesir Bölgelerarası Toplantısında bugün bu salonu dolduran Oda başkanlarının, yönetim kurulu üyelerinin ve delegelerinin bu sorunun cevabı için ne diyecekleridir!

 

Hepinize İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu ve üyelerim adına saygılarımı sunuyorum.

 

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat