Yrd.Doç.Dr.Bülent KIRAN
Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Eczacılık İşletmeciliği Anabilim Dalı
İzmir Eczacı Odası Genel Koordinatörü
Teknolojik gelişmeler açısından baş döndürücü mesafelerin kat edildiği yirminci yüzyıl; teknoloji, insanı ifade etmede değil de, insana zarar vermede daha kullanılabilir görüldüğünden olsa gerek, insanlık tarihinde şiddetin en çok görüldüğü dönem olmuş, yalnızca bu bir asırda yarısından fazlası sivil olmak üzere yaklaşık 200 milyona yakın insan, doğrudan ya da dolaylı olarak, çatışmalar ve savaşlar yüzünden hayatını kaybetmiştir.
Türkiye; günümüzdeki bu teknolojik ilerlemelere karşın, gerek toplumsal düzen ve genel siyaset anlayışında, bürokratik hiyerarşide de iletişimsizliği ve şiddeti yaşamaktadır. Toplumsal şiddete yol gösteren en seçkin örnekler siyasetten ve meclisten çıkmaktadır. Günümüzde siyasal şiddetle çok farklı şekillerde karşılaşılmaktadır. Topluma yukarıdan örneklerle yansıyan şiddet, karşıt görüşlü kişiler veya gruplar arasında; açlık, yoksulluk, etnik veya ideolojik nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Oysa demokrasinin bugün ulaşmış olması gereken çağdaş ülkelerdeki düzeyi, şiddetin hak arama veya sorun çözme aracı olmaması gerektiği ön kabulünü şart koşar.
Gerek idarede, gerekse adalet sistemindeki soruşturma, sorgulama, adli müdahalelerin yavaş işlemesi, sıklıkla çıkarılan aflar, suç işleyenlerin genellikle tutuklanmadan kurtulmaları, siyasetin içinden ve iktidar gücünü elinde bulunduranlardan topluma yansıyan kabadayılık, yobazlık ve zorbalığı adeta teşvik ederek şiddetin kabul edilebilir bir davranış olduğu algısının yaratıldığı izlenmektedir. Hatta yasaları ihlal edenlerin bu ihlalleri sonunda bazen yasal otoriteyle hiç yüz yüze gelmeden bir kahraman gibi işin içinden sıyrılmaları, hazırlık soruşturmasında gizli kalması gereken bilgilerin basın mensupları ve medya kuruluşları tarafından kamuoyuna duyurulması, suçla mücadeleyi zaafa uğratmaktadır.
24 Haziran 2016’ da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebesi Hastanesi’nde gerçekleşen katliamda görev şehidi olan meslektaşlarımız; Ecz. Özgür Kiriş, Ecz. Gürsu Ulaşan, Ecz. İlknur Yüce ve Ecz. Hikmet Türk’ün katledilmesinin perde arkasında yatan en önemli sebeplerden biri topluma günlük siyasetten ölümcül bir virüs gibi bulaşan bu “kabadayılık, yobazlık ve zorbalıkla hükmette” anlayışıdır.
Dört güzide meslektaşımız, üstün görev anlayışlarıyla, idealleriyle kamu kaynaklarındaki soyguna dur derken, can güvenlikleri başta Ankara Üniversitesi idaresi olmak üzere, suç duyurusu yapılmalarına karşın Cumhuriyet Savcılığı tarafından sağlanamamıştır. Ayrıca, bu menfur olay, hastane eczacılarının ne kadar kötü koşullar altında çalıştıklarının ve idareler tarafından adeta yok sayıldıklarının da somut bir kanıtıdır.
Adli yönden görünen eli silahlı cani ,katil bellidir. Ancak, asıl mücadele edilmesi gereken toplumsal yaşama egemen bir kültür olarak yerleşen; “kabadayılık, yobazlık ve zorbalıkla hükmette” anlayışının ve buzdağının altında yatan ana etkenler olarak kamuda çalışan eczacıların kötü çalışma koşullarının düzeltilmesidir. Türk Eczacıları Birliği ve Eczacı Odalarımıza düşen asıl görev bu koşulların düzeltilmesi için çalışmak olmalıdır. Görev şehidi 4 eczacı meslektaşımızın ruhları ancak, bunlar çözüldüğünde huzura erecektir.