ECZ. SİNEM GÜNGÖR RÖPORTAJI
Ecz. Berk Zafer
Berk Zafer: Güzel bir röportaj için Sinem Hanım’la beraberiz. Öncelikle yeni kitabınız hayırlı olsun hepimize.
Sinem Güngör: Çok naziksiniz, sağolun.
Berk Zafer: Okudum, çok beğendim. Bir eczacının “eczanem için, hastalarım için ne yapabilirim” sorusuna cevapları bu kitapta kesinlikle çok net bir şekilde var. Öncelikle bir eczacının kişisel anıları gibi algılasam da, işin içerisinde hem kişisel gelişim, hem de farmasötik bakım olduğunu görünce çok şaşırdım ve çok takdir ettim. Çok özel, araştırmaya dayalı örnekler var ve bunlar çok takdire değer açıkçası. Peki sizi çok az tanımamız mümkün müdür?
Sinem Güngör: 1980 Karabük doğumluyum. Eczacılık fakültesinden mezun olduktan sonra hemen eczane açtım. Kendi memleketimde. Zor bir süreçti. İzmir’den sonra bir kasabada yaşamaya alışmak çok zordu. O travmatik süreyi atlattıktan sonra ben ne yapabilirim noktasına geldim. Sayısız eğitim aldım. Ve sonunda eczane artık 10 yıllık bir süreye ulaşınca yaptığım ve sonuç aldığım herşeyi anlatmaya karar verdim. Nedir, mesela; klinik eczacılık yüksek lisansının sonunda eczanede denediğim şeyler vardı ve sonuç aldığım. Dedim ki, ben bunları neden insanlarla paylaşmıyorum. UTA Grup bünyesine katıldım, Oradan ve bazı eczacı odalarından eczacılarımıza ulaştım. Eczanede hastalarla ve eczacılarla paylaştığımda çok güzel dönüşler aldım. Herhangi bir konuda farmasötik bakımı uygulayıp da eczanede sonuç almamanız zaten mümkün değildir. Hastaların size saygısı artıyor, personelin size saygısı artıyor, diğer meslektaşların ve hekimlerin de. Diğer sağlık profesyonellerinin saygısını kazanabildiğimiz bir süreç olduğunu gördüm.
Berk Zafer: Peki bunun ne kadarı mesleki sorumluluk, ne kadarı kişisel heyecan?
Sinem Güngör: Yüzde elli diyebilirim. Çünkü şunu hissediyordum; “ben bu mesleği kesinlikle hakkıyla yapamıyorum, birşeyler eksik”. Ve o eksik şey tamamlanmıyor bir türlü. Gerçekten benim işe sarılmam sonuç verdi ve ben bulunduğum ilçede vergi rekortmeni oldum. Ama hala bana yetmiyordu. Para kazanmak, o küçük yerin büyük insanı olma saygınlığı bana yetmiyordu. Yetmediği noktada birşeyler eksik ve onu tamamlamam gerekiyor dedim. Ve sonra taşlar yerine oturdu. Hipertansiyonla ilgili bir çalışma yapmıştım. Benim binlerce hastam var, sadece 100 kişiyle çalışma yapmama rağmen bunun sonucunu hemen aldım. 100 kişide tansiyon ilaçlarını takip ettik, kan basınçlarını takip ettik, farmasötik bakım uyguladık, sonuçları değerlendirdik, aynı zamanda bu kişilerin demografik özelliklerini sorguladık. Bütün bunları topladığımızda zaten benim tezim ortaya çıktı. Bunu teslim ettim. Sonra dedik ki, neden sadece hipertansiyonla yapıyoruz, diyabet hastamız da çok. Diyabetle ilgili bir düzine çalışma yaptık. Daha sonra daha akut hastalıklarla ilgili çalışmalar yaptık ve hepsiyle de sonuç aldık. Yalnız burada bir kilit nokta var, her hastaya zaman ayrılamıyor. Mümkün değil. Çok zaman kaybedersiniz. Sonra bunu düşürdük, her hastaya yapmadık, günde iki hasta için yaptık. Alanı daraltmış olduk. Ve anlayabilecek insanlara anlatmaya başladık. Onların geri dönüşü çok güzel oldu.
Berk Zafer: Bu kitapta benim dikkatimi çeken konulardan bir tanesi, daha doğrusu kitabın ana hatlarına baktığımız zaman, idealist eczacıya hitap ediyor, veya “nasıl idealist olunur?”un altını çiziyor. Bu noktada bir eczacının her hastasına vakit ayırması mümkün olamayabiliyor, o konuyla ilgili nasıl bir çözüm önerisi var?
Sinem Güngör: Kitapta da var aslında, bir işin yüzde yirmisine hâkim olduğumuzda herhangi bir pazara hâkim olma şansımız var. Bu, Pareto Kuralı diye geçer. Çoğu zaman bütün pazara hakim olmamıza, ya da tek tek ayrıntılarla, detaylarla boğulmamıza gerek yok, bir rota belirleyip küçük bir detaydan başlamak işe yarıyor. Mesela siz restoran açacaksınız; herşeyi satmaya çalışırsanız olmuyor. Ama sadece köfte satarsanız başarılı olmanız mümkün. O köfteyi çok iyi yaparsanız, şehrin dışında da olsanız size gelirler. Bir minibüsten bozma bir yerde olsanız bile size gelirler. Yani işinizi çok iyi yaptığınızda insanlar size ulaşırlar zaten. Bunun gibi; alanı daralttığımda, mesela ben hipertansiyonla başladım, sonra bir süre şunu denedim: sadece yaşlı hastalara farmasötik bakım vereceğim. Sonra şunu denedim; sadece çocuklara farmasötik bakım vereceğim. Hepsini denediğimde de güzel sonuçlar aldım.
Berk Zafer: Bunlar insanı çok motive eden sonuçlar.
Sinem Güngör: Kesinlikle. Baştan şunu düşünüyoruz; “nasıl olsa hiçbirisine ulaştıramayacağım, nasılsa hiçbirine yetişemeyeceğim, o yüzden ben en baştan vazgeçeyim.” Bu doğru değil. Bir adım attığımızda sonuç alacağız. Zaten kitapta da fark etmişsinizdir. Kitapta da şöyle birşey var: Bizim bütün derdimiz şimdi ve burası ve elimizdeki koşullarla ne yapabiliyoruz. Şimdi ne yapabiliyoruz, burada ne yapabiliyoruz ve elimizdeki koşullarla ne yapabiliyoruz; yani ben size ütopik birşeylerden bahsetmiyorum. Kendi inanmadığım birşeyi de anlatmıyorum. Eczacıların en büyük problemi bence şu...
Berk Zafer: Mükemmeliyetçilik arayışı mı?
Sinem Güngör: ... hem o var, hem de akademiyle saha arasında derin bir uçurum var. Yani bir insan akademik düzeyde çalışmalarını tutmak istiyorsa sahayı yok saymak zorunda hissediyor; sahada başarılı olmak istiyorsa akademiyi yok saymak zorunda hissediyor. Bu doğru değil.
Berk Zafer: Ama bu açıkçası biraz da eğitim sisteminin getirdiği bir sorun değil mi?
Sinem Güngör: Katılıyorum, hiçbirimiz eczacılık fakültesinde herhangi birşeyi sorguladık mı? Önümüze bir föy verdiler, onu ezberledik ve geçtik.
Berk Zafer: Bu konuda ben eskiden fakülteleri çok suçlardım, ancak şimdi geldiğim noktada şunu düşünüyorum; meslek örgütleri akademiyle yeterli işbirliğine girmediği için kopukluklar var.
Sinem Güngör: Kesinlikle. Üç tane alan var, üçünün birbirinden haberi yok, ve aslında üçü de kendisini kurtarma derdinde, ben böyle hissediyorum.
Berk Zafer: Kitapta dikkatimi çeken noktalardan bir tanesi de, “Eczacının olduğu her yerde farmasötik bakım vardır” sözü. Eczacının kullanması gereken bazı araçlardan bahsetmişsiniz, onları biraz açabilir misiniz?
Sinem Güngör: Kaynaklar. Bu işin en temel ayaklarından biri ilaç etkileşimleri. İlaç etkileşimlerini sağlık sektöründe eczacılardan daha iyi bilen yok. Etkileşimleri hekimler bilmiyorlar. Hemşireler de bilmiyor. Konu ilaç etkileşimiyse eczacı burada en iyisi ve bu konu eczacının niş marketi. Ama binlerce molekül var. Şimdi, dürüst olalım, hatırlayabilir miyiz hepsini? Mümkün değil. Bilmemiz gereken şu, bu etkileşimlere nasıl ulaşacağız? Nasıl ulaşacağımızı bilirsek konuyu çözebiliriz. Nasıl ulaşacağımızı söyleyeyim; Rx Media Pharma®, Micromedex®, Medscape® isimli sitelerde İngilizce bilmeseniz bile, temel düzeyde işinizi görebilirsiniz. Hiç zor değil, sadece bunların bilgisayarda önünüzde hazır olması gerekiyor. Yorumlamak çok kolay. Bir de Türk İlaç Kılavuzu var.
Berk Zafer: Ne yazık ki yeni baskısı artık çıkmıyor.
Sinem Güngör: Kaçtı en son?
Berk Zafer: TİK-6
Sinem Güngör: Bence çok önemli değil, içinde gebelik, laktasyon, ilaç etkileşimi, emzirenler, karaciğer yetmezliği, böbrek yetmezliği, pediatri, geriatri, hepsi var. Bence o da eşsiz bir kaynak, elimizin altında olmalı. Burada aslolan, bu kaynakları nasıl kullanacağımızın farkında olmak. Derdimiz şimdi ve burası. Derdimiz şu anda elimizdeki koşullarda ne yapabileceğimiz. Hepimizin bir bilgi birikimi var ve bu bilgi birikimini kağıda dökebilecek düzeydeyiz bence. Danışmanlık hizmetlerimizde, hastaya yaptığımız sağlık danışmanlığında en önemli vurgu, hastalığına ve ilacına olacak. Mesela, hipertansiyon hastası düşünün, hangi uyarılar var? Kan basıncı ölçüm şekilleri, kan basıncı ölçümünde dikkat edilecek noktalar, temel değerler, sınır değerler, hangi değerlerden sonra kan basıncının anormal olduğu; ilacının nasıl kullanılacağı, ilaç takibi, hangi noktadan sonra hekime gitmesi gerektiği, yan etkileri nasıl takip etmesi gerektiği gibi, konuyla ilgili küçük bir uğraş sonunda bir A4 kağıdına sığacak konsantre bilgilere ulaşabiliriz. Bu bütün kronik hastalıklar için geçerli. Diyabette daha geniş bir tablo var. Diyabette neler yapabiliriz? Diyabetik ayak bakımı, insülin kullanımı, prediyabet süreci - kimse farkında değil, insanlar diyabet olduktan sonra farkına varıyor - prediyabet süreci hakkında bir broşür hazırlanabilir. Burada amacımız ne? Bütün bu kronik hastalıklar, akut hastalıklar ya da bağışıklık, farketmiyor, sizin istediğiniz konu neyse, bununla ilgili broşürler elimizin altında bulunsun ve biz bunları her gelene, o hasta her geldiğinde takdim edelim, zaman ayıramadığımız, etkin danışmanlık yapamadığımız hastaya vicdanımızın rahat olması için böyle bir hizmet verebiliriz. Çok belirgin etkileşimler var. Mesela, bence greyfurt suyuyla ilgili bir etkileşim yazısı mutlaka yazılıp asılmalı. Mutlaka ve mutlaka Varfarin kullanımıyla ilgili bir yan etki, etkileşim potansiyeli, bunları anlatan; hangi durumda hekime gidilmeli, hangi durumda kendi işini kendi görmeli, bunlarla ilgili bilgilerin olduğu broşürler basılmalı. Yani, söyleyemediğimizi ulaştırma şansımız var.
Berk Zafer: Kitabınızda veritabanı hazırlamanın öneminden bahsediyorsunuz. Kitabınızı okuduktan sonra “ben bu veritabanını yapmasam da olur” diyebilecek meslektaşlarımız olacaktır. Sizce veritabanı ne kadar önemli gerçekten?
Sinem Güngör: Farmasötik bakımın bir kalbi varsa, bu da hastaya soru sorma becerisidir. Sorgu. Yani, dümdüz gelen bir hastaya -atıyorum ağrı kesici istedi - soracaksınız, “Hamilelik var mı?”, “Emzirme var mı?”, “Birşeye alerji var mı?” Bunlar çok basit ama çok önemli şeylerdir. Mesela en çok alerji hangi ilaca biliyor musunuz? Asetil salisilik aside. Bu kadar basit. Başlangıçta, soru sormayı öğrenmemiz gerekiyor. Soru sormayı öğrenmemiz ve sorduklarımıza ulaşmamız için bir veritabanı gerekiyor. Çünkü çoğu zaman hastanın o anda acelesi var, hasta hemen eczaneden çıkmak istiyor. Onunla ilgili bilgilere ulaşabilmemiz için veritabanımızın elimizin altında olması gerekiyor. Bunun içinde neler olabilir, bir düşünelim; geçmiş hastalıkları olabilir, alerjileri olabilir, kullandığı ilaçlar olabilir… Bunlar hakkında tepeden bir kuşbakışı bilgi alabilirsek, çok soru sormadan işimizi görmüş oluruz. Yani bu bize asistanlık yapacak birşey aslında.
Berk Zafer: Aslında bu biraz da eczacının ev ödevi. Oturup çalışıyorsunuz.
Sinem Güngör: Aynen. Bu bize müthiş bir zaman kazandıracak. Yani etkin eczacılık yapmak istiyorsak bu bize zaman kazandıracak.
Berk Zafer: Peki, farmasötik bakımda psikoloji ne kadar önemli? Hasta psikolojisine girebilmek?
Sinem Güngör: Bir veri tabanınız olduğunda bu size bir ciddiyet katıyor. Kurumunuzun kurumsal yapısı olduğunu ve o kişiye değer verdiğinizi göstermiş oluyorsunuz. Yani hasta geldiğinde, ben onunla ilgili bir çıktıyı ona verdiğimde, imzalayıp ona sunduğumda, kendisiyle ilgili sağlık altyapısını kuşbakışı görmüş oluyor. Bu hastada neyi sağlamış oluyoruz? Birincisi, önemsendiğini fark ediyor, ikincisi, kendi sağlığı hakkında bir farkındalık kazandırıyorum. Kendisinin de unuttuğu ayrıntıları ona göstermiş oluyorum. Zaten bizim işimizin bir parçası da karşıdakine kendisini iyi hissettirmektir. Aslında bizim tüm derdimiz bu. Yani eczaneye giren kişi, bu eczaneden memnun ayrılsın, bana tekrar gelsin, bunu yaparken de ona en çok bilgiyi aktarabileyim. Daha az zamana daha çok şeyi sığdırabilmemiz için bir veritabanını güleryüzlü bir hizmet eşliğinde sunmamız gerekiyor. Zaten bu, bizim insanımızın arayıp da bulamadığı birşey. İnsanımız bilgiye ulaşamıyor, ulaştığı bilgi doğru bilgi değil; internet-televizyon-gazete doğru bilgi değil, bilgi kirliliği var. Ondan ayrılması için, aynı zamanda da güvenilir ve yakın bulduğu eczacısından da -çünkü eczacı aynı zamanda herkesin sırdaşı biliyorsunuz- bunu alması için, çok ciddi bir yatırım olduğunu düşünüyorum veritabanının. Yani psikolojik etki olarak hastada oluşturduğumuz etki ne olabilir derseniz; birincisi güvenilirlik, daha sonra saygınlık ve yakınlıktır.
Berk Zafer: Kitabın içeriğinden bahsetmiş olduk, peki kitabın çıkış hikayesinden de biraz bahsedebilir miyiz, Faruk Bey’le (Faruk Nalbantoğlu) kitap çalışmalarınız nasıl başladı, onu da bir anlatabilirseniz…
Sinem Güngör: Aslında kitap, bir kitap olmak için yola çıkmadı. Resmen su aktı ve yolunu buldu. Başlangıçta bir dergiye makale yolladım, UTA Grup ve Tuba Hanım aracılığı ile(Ecz. Tuba Çalık Durmaz). Makale beğenildi. Sonra bir tane daha yolladım, o da beğenildi. Sonra bir baktık ki, bizim bir köşemiz olmuş. “Danışma Noktası” adı verilmiş köşeye. Çünkü içinde, bir eczacının ihtiyacı olan motivasyon ve aynı zamanda farmasötik bakım birimleri var. Her ay birşey anlattım. Bir ay hipertansiyon anlattım, bir ay hasta profili anlattım,vesaire… Sonra Faruk Hocam benim kanıma girdi ve dedi ki, “Neden kitap yapmıyoruz?” Çünkü derli toplu elimizin altında bir kaynak olmalı ve farmasötik bakımı bu tatta anlatan başka bir kaynak yok. Yani siz klinik eczacılıkla ilgili belki yabancı kaynaklara ulaşabilirsiniz, yüksek lisans yapacaksanız size föy de verirler. Başka yerde bulamazsınız, yüksek lisans yaparsanız bulursunuz ancak. Onlar da ders kitabı havasında olur. Ama bizim amacımız insanlara bunu yakınlıkla, samimiyetle ulaştırmak. O yüzden hepsini biraraya toplamak istedik.
Berk Zafer: Ben o açıdan da Faruk Bey’e çok teşekkür ediyorum böyle bir kitabın çıkmasına önayak olduğu için.
Sinem Güngör: Dediğim gibi, Faruk Bey kesinlikle bir girişim dehası.
Berk Zafer: Kitap çok mutevazı bir kitap. Okuduğunuz zaman gerçekten çok şaşırıyorsunuz. Yani beklenmedik bir akademik birikim, o kadar yalın özetlemiş, ve "hastaya fayda olarak nasıl sunulur"u çok düzgün bir dille anlatmışsınız. Bu noktada Faruk Bey’e de söz vermek istiyorum, kitabın hazırlanma süreciyle ilgili yorumları için. Zannedersem kolay olmamıştır bu kadar yoğun eczacıları kitap yazmaya ikna etmeyi başarmak.
Faruk Nalbantoğlu: Aslına bakarsanız eczacılık sektörü değişmeye ve gelişmeye çok açık bir sektör ancak maalesef pek çok eczacımız bu süre içerisinde ne yapacağını tam olarak bilemiyor. Dolayısıyla bilen insanların ya da yol gösterebilecek insanların bu işin içerisinde olmaları gerektiğine inanıyorum ben. Sinem Hanım’ın da zaten bu şekilde bakabilen, kendi bilgilerini başkalarına aktarmaktan keyif alabilen bir yapısı var. Bu bağlamda yazdığı yazıları da ben yakından takip ediyordum, dedim ki, mutlaka bu bilgileri en doğru şekilde daha fazla sayıda eczacıya ulaştırmak gerekiyor. Kendisi de kırmadı, sizin az önce bahsettiğiniz akademik bir birikimi yalın bir dille anlatan bir yazım şekliyle kitabı beğeniye sunduk. Çok da ilgi gördü. Bunun aslında eczacılık alanında eczacılarımıza hep söylediğimiz sağlık danışmanlığı rolünü üstlenmek adına çok büyük katkısının olacağına inandığım bir kitap. Bakalım, devamını bekliyoruz.
Berk Zafer: Devamı gelecek herhâlde, değil mi?
Sinem Güngör: Dergi devam ediyor, şu anda iki farklı dergide köşe yazım var. Biri Eczacı Dergisi, diğeri de kendi dergimiz FarmaLive. Bu sefer daha profesyonel bakmayı ben de öğrendim. Çünkü ben de herkes gibi büyüyorum. Diyorum ki, bunu bir kitap tadında şimdiden dergide bu şekilde yazarsam kitap olduğunda daha da güzel olacaktır. Ben de öğreniyorum, en öğrenci benim. Dergiyi neden seviyorum, ona gelelim. Dergi, dinamik. Nefes alıyor, her ay yeniden doğuyor, gündemi takip ediyor, ve insanlara bir ay ulaşamazsanız diğer ay ulaşıyorsunuz. Yani kitaptan daha dinamik olduğunu düşünüyorum, fakat, kitap çıkınca şunu farkettim: kitabın müthiş bir ayrıcalığı ve güzellliği var “Ben şimdiye kadar neden kitap yazmamışım” dedirtti bana. İsteyen herkes, gerekli sabrı gösterirse kitap yazabilir. Bütün meslektaşlarımız yazabilir. Ve bir şey daha: kitabın enerjisi yüksek. Kitap benim değil, kitap bizim. Uzmanlık titrini kullanmamamın temel nedeni - bunu kimsenin gözüne sokmak niyetinde değilim zaten- ve belki de bilinçaltı düzeyde kendim de farkında olmadan, şu algıyı oturtmak istedim: “Ben sizden biriyim. Sizlerle aynı sorunları yaşıyorum. Sorunlarımız aynıysa çözümlerimiz de aynıdır.” Hiç de düşünmedim, acaba uzman yazsamıydık diye. Bundan sonraki baskılarda yazabiliriz. Ve dikkat ederseniz kapakta benim ismim de küçük punto ile yazılmış. Çünkü derdim kendi reklamımı yapmak, kendi egomu meydana çıkarmak değil; derdim bildiğimi karşıya ulaştırmak.
Berk Zafer: Orijinal bir kapak tasarımı var. E logoya alışığız ama ismi çok ilgi çekici açıkçası, beklenmedik bir isim. Nasıl seçtiniz, kapağın tasarımı nasıl oldu?
Sinem Güngör: Faruk Hocam’la mesajlaşırken çıktı. Kendisi dedi ki, içinde eczacılık ifadesi olsun. “Ne gerek var?” dedim, motivasyon çağrıştıran bir isim de olabilir dedim. Hayır, dedi, “Eczacılık olsun, sektörel yayın olduğumuz belli olsun.” Tamam, ben neyi anlatıyorum? Ben 1950’leri anlatmıyorum, 2020’leri anlatmıyorum. Ben bugünü anlatıyorum. Demiştim ya az önce, benim derdim şimdi ve burası ve şu anda bu koşullarda ne yapabiliriz. Ve içinde çok fazla serbest piyasa vs. konusu var, ama “bu zamanda eczacılık” ya da “bu devirde eczacılık” olsun dedik. Faruk Hocam da aynen şu cevabı verdi; “buradan yürüyelim.”
Berk Zafer: Peki kapak tasarımı? Kimileri mücevher kimileri künye olarak düşünmüş.
Sinem Güngör: Kırmızı etkisini hepimiz biliyoruz. Genelde piyasadaki sağlık kitaplarına baktığınızda şunu görürsünüz: beyaz üzerine kırmızıdır, beyaz üzerine mavidir. Tıp. Sıradışı bir kaynak olduğunu vurgulamak için biz dedik ki, kırmızı üzerine işleyelim. Yani temelimiz daha canlı, dinamik ve enerjik olsun. Kırmızı rengin kitabın enerjisini yansıttığını düşünüyorum. Dikkat çektiğini düşünüyorum. Dikkat çekmesi hoşuma gidiyor. Bizim oralarda bir laf vardır, siz de Kastamonulusunuz, bilirsiniz; “3 kuruş fazla olsun kırmızı olsun” diye. Kırmızının gücünü kullanmak istedik. Ve evet kolye gibi düşündük. Kırmızı ve mücevher etkisi.
Berk Zafer: Amacına uygun bir seçim. Siz kitlelere ulaşmak istiyorsunuz. Kitap fiyat olarak da sayfa sayısı da olarak da uygun. Bir anda çok kolaylıkla okunabiliyor ve “kendi şartlarımda eczacılık adına yapabileceğim daha birçok şey varmış”ın farkındalığını yaratıyor. Bu çok önemli.
Sinem Güngör: Bu çok güzel, bir de şu var benim için; eczacılık herkes için bitmek üzere olan bir meslek. Halbuki böyle değil. Siz ona o emeği verdiğinizde o size karşılığını veriyor. Kesinlikle. Dolayısıyla bu, bir mesleği gönülden sevmekle alakalı birşeye dönüşüyor sonunda. Bu nedir, mücevherdir ve onu kalbimizde taşımaktır. Bu etki buradan geliyor.
Berk Zafer: Kitaptaki samimi itiraflarınız da çok güzel. Aslında bunlar bir çok eczacının yaşadığı, itiraf edemediği, etmeye utandığı gerçekler. Ama bunları kendi suçumuz gibi düşünüyoruz, oysa ki bürokratik engeller olsun, eczacıların günlük rutinlerde yaşadığı sıkıntılar olsun, bu tür şeyler çok normal.
Sinem Güngör: Aynen. Eczacının yılması çok normal. Hatta Berk Hocam, ben şöyle düşünüyorum, her insan bence bir kere hayatında dibi görmeli. Dibi görmek zorundasınız.
Berk Zafer: Ben gördüm.
Sinem Güngör: Ben de gördüm. Bu, gerçek. Kitapta da bahsediyorum. Benim için muhteşem olması önemli değil, gerçek olması önemli. Burada gerçek bir hikaye var.
Berk Zafer: Kitapta daha ilk sayfalarda o samimiyet görülüyor.
Sinem Güngör: Kitabın bir adı olsaydı, bu “samimiyet” olurdu. Yani tekrar söylüyorum, birisinin gözüne sokmaya çalıştığımız bir şeyin derdinde değiliz. “Biz başardık, size öğretiyoruz”, hele hele “sizi kurtarıyoruz” derdinde hiç değiliz. Çünkü kimse kimseyi kurtaramaz. Kurtulmak isteyen kendisi bir yolunu bulur. Dolayısıyla, “kardeşim ben bunu yaşadım, bunu yaşarken bunları hissettim, bunları öğrendim, bunları öğrenirken de bu kaynakları kullandım” diyerek kaleme alındı…
Berk Zafer: … yol gösterici bir kaynak. Peki, çok ciddi karamsarlıklar içerisindeki eczacılara, ya da henüz mezun olmamış ve ne yapacağını bilmeyen öğrencilere tavsiyeniz nedir?
Sinem Güngör: Buna başlarken hedefim kitap yazmak değildi. Kalbimi takip ediyordum, tüm derdim buydu. Ve sonunda su aktı yolunu buldu ve olması gerekene dönüştü. Aynı şeyin bütün hayat için geçerli olduğunu düşünüyorum. Tüm meslektaşlarım - birinci kural - bu mesleği sevmeli. Sevmiyorsanız, bu işi yapacaksanız sevmenin bir yolunu bulun. Sevmeden yapamazsınız. Sevdikten sonra ona sahip çıkacak gücü bulabilirsiniz. Sevdikten sonra onu nasıl ilerletebileceğinizi bulursunuz. Hatta çoğu zaman birinin size bunu göstermesine gerek kalmaz. Çok istediğiniz için bulursunuz. Birinci kural bence; bu mesleği gönülden sevmek, onu bir mücevher gibi kalbimizin üzerinde taşımak. İkinci kural, karamsarlıktan çıkarak gerçekten yapabileceğine inanmak. Ve üçüncü kural, ütopik ya da gerçekleşmeyen şeylere aldanmadan bugün burada atılabilecek en küçük adımı atmak. Çünkü en küçük adım bile hareket katıyor. Bu kadar basit. Onlar fark yaratmaya devam edecekler. Çok sevdiğim bir söz var, bunu hocam söylemişti, “sen bildiklerini yap, bilmediklerin sana öğretilecek”... Aslında bu kitabın demek istediği şey şu: “kalbini dinle ve bildiklerini yap”. Zaten sonuç alacaksınız. Sonuç almamanız için bir sebep yok.
Berk Zafer: Peki şu konuda ne düşünüyorsunuz, eczacılara yönelik eğitimlerin neredeyse %80’i teşhir tanzim eğitimleri oluyor.
Sinem Güngör: Bunun da bir zamanı ve gerekliliği var, çünkü şu an devir onun devri. Şöyle anlatayım, eczacılık şunlardan oluşuyor; eczane-personel-eczacı. Değişim sürecine bunlardan herhangi birisiyle başlanabilir. Eczacı kendinden başlayabilir, bu kitap bunu anlatıyor. Personelden başlanabilir. Tanzim teşhir eğitimleri eczane ayağını anlatıyor. Kesinlikle yanlış değil, sadece eksik.
Berk Zafer: Sanıyorum onun da kitabı geliyor…
Sinem Güngör: Evet, onun da yatırımı var. Onun da koşulları var. Ama bizde şöyle birşey var, biz önce eczaneden başlamayı tercih eden bir ülke olduk. Gerçekten. Biz buradan başlıyoruz. Bunun mutlak doğrusu yok.
Berk Zafer: Ben izninizle - sözünüzü unutmayın - burada bir ekleme yapmak istiyorum. Avrupa’daki eczaneleri görüp beğenen bazı meslektaşlarımız, benzer dekorasyonlar yaptırıyorlar, fakat hayal ettikleri heyecanı yaşayamıyorlar. Sonrasında birkaç ay sonra bıkıyorlar o dekorasyondan. Neden acaba?
Sinem Güngör: Çünkü onu taşıyacak bilinç yoksa onu yaşayamazsınız, o heyecanı yakalayamazsınız. Hatta bence şöyledir, ev, sahibine değer katmaz. Sahibi evine değer katar, şeref katar. Aslında başlanacak doğru nokta, eczacının kendisi. Fakat biz bunu kimseye zorla kabul ettiremeyiz. Eczacılara klinik eczacılık, farmasötik bakım eğitimleri verdim ve şunu gördüm: kimseye zorla birşey öğretemiyorsunuz, öğrenmek isteyen öğreniyor. Demek ki, bu zorla olmayacak, herkes istediği yerden başlasın. Sonra nasılsa onlar oraya gelecekler. Eczaneyi halledecekler, personeli halledecekler, ve sonra sıra onlara da gelecek. Tanzim teşhir olayının şu an çok yoğun olmasının sebebi bu. Başlangıçta olmamız.
Berk Zafer: Olması gereken bir süreç diyorsunuz, ancak yeterli değil.
Sinem Güngör: Evet. Gerekli ama yeterli değil. Hani matematikte bir kural vardır, bilir misiniz bilmiyorum; gerekli ve yeter şart unsuru, eczacının kendini geliştirdiği noktadır. Bu olmazsa bütün denklem boşta kalıyor. Yolun yarısında kalıyoruz. Personele bırakıyoruz, onlar satış yapsın diye, bu doğru değil. Bununla bir yere kadar gelebiliriz, istediğimiz dönüşümü yaşayamayız.
Berk Zafer: Eczacılık öğrencileri için yüksek lisans programlarını öneriyor musunuz, veya bunların hangilerini öneriyorsunuz? Veya bunları kararsızlık aşamasında bir vakit kaybı olarak mı görüyorsunuz?
Sinem Güngör: Kesinlikle vakit kaybı değil. Hangi yüksek lisansın olacağı çok önemli. Ben şuna inanıyorum; hedef yoktur, insanın sevdiği vardır. Hedef yoktur, insanın kalbi vardır. İnsan sevdiği bir konuda kendini geliştirirse, o enerji yükselir ve siz oraya çekilirsiniz. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Biri yüksek lisans yapacaksa sevdiği bir alanda yapmalı. Bence olay bitmiştir. Sevdiği birşeyler yapıyorsa sorun yok. Ama şu doğru bir strateji değil bence; “akım fitoterapiye gidiyor” diyerek sevmediği halde fitoterapiye gidiyorsa orada bir sıkıntı vardır ve oradan sonuç alamaz. Örneğin, işlek bir caddede yan yana iki tane kafe var, biri sürekli tıklım tıklım, diğerinin ise işi yok. Neden sizce?
Berk Zafer: İşletme. Sevgi.
Sinem Güngör: Büyük ihtimalle biri severek ve tutkuyla yapıyordur. Dolayısıyla koşullar, bulunduğunuz yer, attığınız adımlar, personeliniz ve aldığınız mobilyalar sonucu değiştirmez. Sizin hangi tutkuyla o işi yaptığınız sonucu değiştirir. Dolayısıyla yüksek lisans, ya da ikinci bir alan; işletme olabilir, finans olabilir, psikoloji olabilir, kuantum fiziği olabilir, hiç farketmez. Meslektaşım sevdiği bir şeyi yapmalı, tutkuyla yapmalı. Onu bulmak onun görevi. Neyi sevdiğinizi bulmak sizin göreviniz. Yani, bundan siz sorumlusunuz. Kimse onu sizin yerinize bulamaz.
Berk Zafer: Son bir soru veya tartışma konusu olarak; eczacılıkla ilgili çok karamsar tablolar çiziliyor. Bundan 50 yıl önce TEB’in dergisindeki “Kurtulmak İstiyoruz” başlıklı bir yazıyı paylaşmıştım, o yazıda da yine aynı sıkıntılardan, ciro düşüklüklerinden bahsediliyordu.
Sinem Güngör: O zaman da mı bunlar yazılıyordu, gerçekten mi?
Berk Zafer: Evet, paylaşayım sizinle de. Eczane enflasyonundan da bahsediliyor. Ben yeni mezunlara hep şunu söylüyorum, insanlar ilacı her zaman bir uzmandan, bir bilenden almak isteyecekler. O yüzden, eczacı bilgisini tazelediği sürece ortam şartlarından hiçbir şekilde korkmamalı.
Sinem Güngör: Katılıyorum, çok doğru bir tespit. Zaten bu kitabın anlatmaya çalıştığı şey de bu. Bakın, yüzyıllardır evrim süreci devam ediyor, değil mi? Evrim sürecini şimdi hayal edelim. Bazıları, nesli tükendi, elendiler, bazıları sisteme adapte oldu, devam ettiler. Nesli tükenenler bir araya gelseydi, biz direniyoruz diye eylem yapsalardı pankartlarla, sonuç değişir miydi? Mümkün değil. Yani siz, direnerek, savaşarak başarı gösteremezsiniz.
Berk Zafer: Bu iş sadece bilgiyle olur diyorsunuz, değil mi?
Sinem Güngör: Kesinlikle. Bu dönüşümü bir yerinden yakalamak zorundasınız. Ben, bilgiden yakalayın diye tutturmuyorum. Ama konu, dönüp dolaşıp oraya gelecektir. Yani eczaneden de başlasanız, personelden de başlasanız konu oraya gelecektir. Ben de diyorum ki, baştan konuyu oraya getirelim, baştan başlayalım.
Berk Zafer: Bu kitabın devamı gelecek mi, onu soralım?
Sinem Güngör: Gelecek. Devamı yine, bu samimiyette, bu tatta, ve dergilerin köşe yazılarının derlenmesi şeklinde olacak. Onun dışında benim kendime ait, eczacılık alanının dışında yönetim ya da...herhangi bir alanda -farkındaysan ne olduğunu daha ben de bilmiyorum- ortaya çıkmasını bekliyorum, çalışmalarım olacak. Ben yazacağım.
Berk Zafer: Ben çok çok teşekkür ediyorum, gerçekten çok etkileyici bir kitap. Tecrübe anlamında, motivasyon anlamında genç eczacılar için inanılmaz bir rehber olduğunu düşünüyorum.
Sinem Güngör: Tecrübe var, bilgi var, motivasyon var. Farklı şeylerin bir arada yoğrulup ortaya birşey çıkması var. Yani aslında bu kitapta bilinç var. Etkin ve etik eczacılık bilinci diyebilirim buna. Biz bunu oturtabilirsek döngüyü tamamlayabiliriz. Olması gereken bu. Şikâyet ederek birşeyi değiştiremezsiniz. Sadece maddeleri, materyalleri değiştirerek bir yere kadar değişebilirsiniz. Çevrenizdeki insanların kalitesi arttığında bir yere kadar değişebilirsiniz. Ama kendinizi dönüştürdüğünüzde tüm bunları değiştirebilirsiniz.
Berk Zafer: Çok çok teşekkür ediyorum bu güzel röportaj için.
Not: Kitaba tüm seçkin kitabevlerinden ve rxformat.com sitesi dahil kitap satışı yapan tüm web sitelerinden ulaşılabilir.