Hakan GENÇOSMANOĞLU sordu, Tuncay SAYILKAN yanıtladı

Başlarken…

İzmir Eczacı Odası Başkanı, arkadaşım Ecz.Tuncay Sayılkan, eczacı örgütlerimizin önemli ve önde gelen isimlerinden biri.

Son iki dönemdir adı, seçim dönemlerinde, kulislerde TEB Başkanı adayları arasında anıldı. Ancak Sayılkan bu adaylıkta hiç istekli görünmedi. İzmir Eczacı Odası Başkanlığı’nda beşinci dönemdir görev yapıyor.

Sayılkan’ın öne çıkan diğer bir özelliği ise Atatürkçü ve Cumhuriyetçi düşüncesiyle de tanınıyor olması.

Bu röportajı uzunca bir süredir düşünüyorduk. Ancak bir türlü bir araya gelemedik.

Nihayet 5 Kasım- 2012 tarihinde Pazartesi günü Eczacının Sesi e- Gazete ofisimizde buluşabildik.

Meslekte yaşanan son derece yakıcı sorunlara rağmen meslek örgütlerimizde sessizlik ve adeta bir “çözülme” yaşıyoruz.

Oysa tam da bu kırılma döneminde yapacak çok şey, söyleyecek o kadar söz var ki… Ama olmuyor bir türlü… Yapılamıyor.

Tüm bu olumsuz atmosfere rağmen sevgili dostum Tuncay’ı son derece canlı ve enerjik bulduğumu söylemeliyim. Morali de yerindeydi… İyi görünüyordu.

Çok önemli şeyler söyledi…

Özellikle Türk Eczacıları Birliği ile ilgili. Söylediklerinden sonra TEB’ de yeni ve yerinde bir tartışma zemini açılacağını düşünüyorum.

Doğrusu; röportajda okunabilir ve yayınlanabilir bir özetleme yapabilmek için epey uğraşmak zorunda kaldık.

Çok şey anlattı.

Üstelik tüm detaylarıyla. Üç saat boyunca hiç aralıksız ben sordum o anlattı. Hiç yorulmadı.

Mesleki ve siyasal sorunlardan, kendisinin TEB Başkanlığı adaylığına kadar her soruyu yanıtladı.

Röportajı olduğu gibi yayınlamak olanaksızdı. Anlam bütünlüğünü bozmayacak şekilde özetledik. Hiçbir şeyi atlamamaya özen gösterdik. Bu yüzden röportajın yayına girmesi biraz uzun sürdü. Bu gecikmeden dolayı okuyucularımızdan özür diliyorum.

Röportajı bölümler halinde yayınlayacağız.

Fotoğrafları Ecz. Ertan ÇİFTÇİ çekti.

Ecz. Özlem DEMİR ve Ecz. Nurdan ŞAHİN kayıt aldılar, not tuttular, yayına hazırladılar.

Yine büyük bir özveriyle katkılarını esirgemediler. Sevgili dostlarıma teşekkür ediyorum.

İzmir Eczacı Odası Başkanı Sayın Ecz. Tuncay SAYILKAN’ a davetimi kabul edip geldiği ve son derece keyifli geçen bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

5 Kasım 2012- (H.Gençosmanoğlu)

*****

Tuncay Sayılkan Röportajı

BÖLÜM 1

 

H.G.- Hoşgeldin… Çok iyi gördüm seni. Davetimi kabul edip geldiğin için çok teşekkür ediyorum.

Çok güncel bir soru ile başlamak istiyorum. Eczacı kamuoyunda meslek örgütümüzde ve oda çalışmalarınız yanında toplumcu yurtsever kimliğinle de öne çıkıyorsun.

Örneğin, eczacı örgütlerinde, en son Cumhuriyet Bayramı kutlamaları etkinliklerinde, üyelerine dönük olarak, sanıyorum sadece İzmir Eczacı Odası "meydanlara çıkalım" çağrı yaptı. Ne diyorsun? Memleket nereye doğru yol alıyor?

T.S.- Hoş bulduk sevgili kardeşim. Ben de nazik davetin için teşekkür ediyorum.

Memleketin gidişatıyla ilgili çok uzatmadan şunu söylemem gerekiyor... Mevcut siyasal yapıya, yönetim anlayışına ve 2002’den bu yana, Türkiye’de nelerin değiştiğine iyi bakmak gerekiyor.

2002’den 2012’ye yani on yılda mevcut siyasi otoritenin yönettiği bir ülkede adım adım nerelere gelindi?

Bugün insanların niye belli şeylerden korktuğunu, bu derin sessizliğin nereden çıktığını görmek lazım. Bizim öğrencilik yıllarımızdan anımsadığımız, tüm meslek örgütlerinin bir karşı duruş özelliği vardı.

Sadece kendi mesleki alanlarında değil, ülkeyle ilgili konularda da haksızlığa yada yanlış giden şeylere karşı çok net tavır alabilen, kendini çok iyi ifade edebilen ve gerektiğinde hak arama mücadelesi verebilen yapılardı meslek örgütleri.

Zaman içinde, onlar da bu toplumda yayılan "konuşup da başıma iş almayayım-bana dokunmayan yılan bin yaşasın" noktasına geldi.

Çok fazla etliye sütlüye karışmayan, günü kurtarmaya yönelik diyebiliriz biz ona,maalesef o noktaya geldik.

Son Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında, İzmir’deki diğer meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri ve bazı siyasi partilerin de katılımı ile bir "Cumhuriyet Yürüyüşü" düzenledik. Alsancak’ ta başlayıp Cumhuriyet Meydanı’ nda biten, on binlerce insanın katıldığı müthiş coşkulu bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasına hep birlikte imza attık.

Şunu açıkça gördük; Ankara’da Ulus’ da, 1.Meclis’ in önünde yaşananlar, bu ülkenin Cumhuriyet tarihinde bir ilkti…

H.G.- Evet. İnsanlara basınçlı su ve biber gazı sıkıldı... Kötü bir tabloydu.

T.S.- Evet. Sadece tarihi bir yerde toplanıp, Anıtkabire, Cumhuriyeti bize armağan eden Ulu Önder’e gitmek isteyen insanlara , anlayamadığım bir şekilde oldukça ağır bir tepki vardı.

Anlamsız bir engelleme vardı. Resme baktığınızda elinde Türk Bayrağı olan, Atatürk posteri taşıyan genç-yaşlı vatandaşlara su sıkıldı, biber gazı sıkıldı. Ne yazık ki akıllarda böyle bir fotograf karesi kaldı.

H.G.- Yıllarca unutulmayacak bir utanç tablosudur o...

T.S.- Evet... Biz İzmir’ liler de bu duruma sessiz kalamazdık, kalamayız.

Televizyonlarda biber gazlı, basınçlı sulu görüntüleri izleyen vatandaşlar bayraklarını alıp bize katıldılar, meydanlara çıktılar. O ulusalcı, yurtsever insanlarımız Cumhuriyetimize ve laik devlete sahip çıktılar.

Beklentimizin çok üstünde bir vatandaş katılımı da oldu yürüyüşe.

Şunu söyleyeyim, İzmirin her yerinden , her kesiminden insanlar alanlara çıktı. Çok önemliydi bu. Belki de yeşeren umuttu…

Sanki o dönem seçim öncesi yapılan Cumhuriyet mitinglerine benzer bir tabloydu.

Yeniden bir uyanıştı, bir ayağa kalkıştı. Umarım bu mesaj tüm kesimlerce doğru alınır ,doğru kullanılır…

İnsanlar üzerine baskı kurarak, sizin gibi düşünmeyen insanları susturarak, onların fikirlerini görmezden gelerek ya da tahammülsüz bir tavırla bu işin bu haliyle sürdürülemeyeceğinin mesajını verdi aslında İzmir’ deki duyarlı insanlar.

H.G.- Bize gelirsek...Türk Eczacıları Birliğinin ve eczacı odalarının bir geleneği vardı. Türk Eczacıları Birliği ve bağlı eczacı odaları Cumhuriyetçi, Atatürkçü, devrimci, ilerici... Öyle bir geleneği vardı. O biraz değişiyor mu? Öyle bir durum var sanki...

T.S.- Aslinda yıllardan beri üzerinde ölü toprağı bulunan toplumu çok da ayrı tutamayız bizim meslek örgütüzden...

Biliyorsun, köşemde yazmıştım, sizde de yayınlandı. Bir süre önce "eksen kayması mı" diye bir yazı yazmıştım.

O yazıyla ilgili bazı arkadaşlar alınganlık göstermişlerdi, ama üzülerek söyleyeyim, en son Antalya’ daki bölgelerarası toplantıda kürsüden de söyledim. Çok net olarak safların ayrıldığını, bu nedenle de meslek örgütümüzün geçmişteki tavrından, duruşundan uzaklaştığını üzülerek söylüyorum. Bu olumsuz değişimi meslek örgütümüzde görüyorum.

H.G.-Bu çok önemli bir saptama... Belki de bu yayınlandıktan sonra başka bir Türk Eczacıları Birliği tartışılacak. Tartışmalar çok daha derinleşecek. Bunu şimdiye dek hiç kimse söylemedi. Ya da söyleyemedi.

T.S. -Öyle... Ortak mesleki idealler veya bir dünya görüşü etrafında toplanmış değil, salt seçim kazanmak amaçlı belli pazarlıklar noktasında bir araya gelmiş arkadaşlar eğer amaç seçim kazanmaksa başarılı sayılabilirler ...

Bu konuda meslek örgütümüze zarar vermemek adına ayrıntılara çok girmeyeceğim. Bizim örgütü yakından takip edenler yaşananları, değişimi biliyor.

Her türlü dünya görüşüne saygılıyım . Sadece bize dayatılmadığı ya da içinde şiddet içermediği müddetçe herkes istediği gibi düşünür, dilediği gibi yaşar, inandığı fikri istediği şekilde söyler.

Ama meslek örgütüne kendi fikrini oraya dayatmaya ya da oraya enjekte etmeye çalışanlara , meslek örgütümüz genleriyle oynanıp özünden uzaklaştırmaya ,etkisileştirmeye çalışılırsa bizim tahammülümüz olamaz.

H.G.- Böyle bir durum mu var?

T.S.- Evet kısmen var. Bu meslek örgütü 50 küsur yıldır Cumhuriyetçi, Atatürkçü, devrimci, ulusalcı. Yani sağlam bir duruşu var olan bir örgüt.

Toplumsal olaylara karşı duyarlı bir duruşu vardır.

Ya da vardı.

Bir kaç yıl öncesine kadar...

Özellikle son bir kaç yıldır sanki tepe örgütümüz ülkemizle ilgili bu olaylarla, toplumsal olaylarla çok ilgilenmiyormuş ya da haberdar değilmiş gibi, bir gözlemim var.

Mesela, kaç toplantıda kürsüden de söyledim, şu uzun tutukluluk süreleri, ifade özgürlükleri ve düşüncenin suç sayılması ile ilgili bir tek cümle, bir açıklama göremedim.

Benim Merkez Heyetim, bu ülkenin öncü, önemli ve ciddi bir meslek örgütüdür. Sadece mesleki değil, ülke ve insanlarımızla ilgili her konuda düşüncesi ve söyleyecek sözü olmalıdır.

H.G.- Türk Eczacıları Birliği bu özelliğini ya da bu niteliğini kayıp mı etti? Niteliksizleşti mi yani?

T.S.- Bakın en son 21 Aralık Mitingi ve 4 Aralık’ ta eczane kapatma eylemlerinde hemen her kesim "eczacılar müthiş örgütlü" dediler.

Kendi aralarında iyi örgütleniyorlar, hızlı bir iletişimleri var, çok başarılı bir örgütlenmeleri var, diye örnek gösterdikleri bir meslek grubunun bir kaç yıl içinde bu hale gelmesi olanaksızdır.

Bunu çok ciddi anlamda söylüyorum.

Aslında bunun çeşitli nedenleri var.

Sen de bunları çok iyi biliyorsun. Merkez Heyeti’ nde görev alan arkadaşların profili değişiyor. Belki de iyi ilişkiler kurup uyumlu çalışmalar yapabilmeleri için siyasi otoriteye daha yakın arkadaşlar içeride daha etkin görevler alıyorlar.

Bu arkadaşlar, iyi ilişkilerle mesleki sorunları çözebiliriz diye düşünüyor ama "Türkiye’ de ki insanların sorunları beni ilgilendirmiyor", siyasi otorite ile ters düşmeyelim diye bakıyorlarsa bu doğru değil. Olaya yanlış yerden bakıyorlar. Bizim örgüt geleneğimiz böyle değil.

Bu "bizi biz yapan değerlere ihanettir" tek cümle ile…

Bu arkadaşlar "biz sadece kendimize bakarız" diyorlarsa o da olmuyor.

Örneğin; SGK ile 3,5 yıllık bir sözleşmeye imza atılmış ki bunu hâlâ anlayabilmiş değilim. Niye öyle bir imza atılmış... Tabi tahmin ediyorum niye olduğunu da...

H.G. -"Hükümet istemiş öyle olmuş" anlamını çıkartıyorum...

T.S.- Eğer sözleşme için 25 kuruşluk bir kazanımdan bahsediliyorsa sadece, cezalardaki indirimlerden ya da para cezalarına dönüşmesinden... Ama neden genel seçimlerin yapılacağı tarihten sonra bitecek şekilde imzalandığı anlatılamıyorsa… Yaşadığımız ülkede sadece eczacıların sorununu çözeyim, bu ülkedeki diğer insanların sorunları beni ilgilendirmiyor diyen zihniyet benim zihniyetim olamaz.

Yani bu bizim Işık Boyacıgiller’ den, Levent Kamacık’ tan, Ahmet Reha Karaca’dan, diğer meslek büyüklerimizden öğrendiğimiz, bu mesleğin, bu meslek örgütünün geleneğinde böyle bir şey yok.

Ne var?..

Bu ülkenin insanıyız, bu ülkede yetiştik, bu ülkeye borcumuz var. Bu ülkede üniversite mezunu bireylerden oluşan önemli bir meslek grubunu temsil eden meslek örgütü yöneticiliği yapıyorsanız bu ülkede yaşanan diğer olaylar da sizi ilgilendirmelidir.

Bizim meslek örgütü geleneğimize göre bu ülkede olan biten, sağlık hizmetlerinde yaşanan herşey bizi ilgilendirir, ilgilendirmelidir…

H.G.- Ne diyorsun, kitabın ortasından konuşmanın zamanı geldi biraz galiba... Çok genel anlamda uzlaşma görüntüsü altında bir teslimiyet mi yaşanıyor?

T.S.- Evet... Güzel özetledin. Olayda görüntü tam da böyle. Karşı duruş yok. Eleştiri yok. Adım adım teslimiyet noktasına geldik. Meslektaşlarımız sorunlarına acil çözümler beklerken, yeni kayıplar yok diye övünmek akılcı bir yaklaşım değil…

Ülkemizde ciddi anlamda yoksulluk, işsizlik varken, herkes sıkıntı içindeyken sadece eczacıların refah içinde olması zaten beklenemez. Ama diyelim ki çok özel bir düzenleme ile sadece eczacıların refah içinde olması sağlandı. Bunu da içimize sindiremeyiz doğrusu.

H.G.- Biliyorsun, en son çıkan eczacılık ve eczanelerle ilgili yasada yapılan değişikliklere TEB en yüksek perdeden sahip çıktı...

T.S.- Eczacılık yasası çıkartıldı. Siyasi otorite için bunun çıkartılması sorun değildi zaten. Çünkü kısa vadede herhengi bir sıkıntı yansımayacak. Sadece neden bu kadar geç kalındığı merak konusu olabilir.

Bu yasada siyasi otorite gerçekten samimi ise eğer, eczacılık fakültesi açılışlarına bir an önce dur demeli, mevcutların kontenjanlarını da sınırlandırmalıdır.

Ama tam tersi oluyor, sürekli yeni eczacılık fakülteleri açılıyor. Demek ki siyasi otorite bu konuda pek samimi değil. Kaldı ki, yıllar sonra eczacılık fakültelerine giriş puanları çarpıcı şekilde düştü. Bu da talebin azaldığını gösteriyor. Eczacılık eğitiminin niteliğini de sorgulamak gerekiyor artık.

Önümüze daha değişik sorunlar çıkacak. Bakın devletin eczane alanı dışında da istihdam yaratması, taşın altına elini koyması gerekiyor. Ama devlet bu konuda bir adım atmıyor, planlama yapmıyor. Bir çok devlet hastanesinin eczanesinde hala eczacı yok, ilaç hizmeti eczacısız sürdürülüyor. Özel hastanelere getirilen zorunluluk da ertelendi.

Eczacılık bilimsel olarak yeniden yapılandırılmalı. Eczacılar hastanelerde, hastane yönetimlerinde aktif olarak görev almalı. Klinik eczacılık ve onkoloji eczacılığı geliştirilmeli, yaygınlaşmalı. Sağlık otoritesi samimiyse eğer , buralara yoğunlaşmalı,çözüme katkı vermeli.

Yeni yardımcı eczacı meselesi... Eczacının istihdamı yine eczacı üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Yüksek cirolu eczanelere yardımcı eczacı zorunluluğu getiriyorsunuz. Bu asgari ücretin üç katı tutarında maaş verilmesi de demek. Her yüksek ciro yüksek karlılık demek değil. Bu eczanelerin sırtına bir yük daha yüklüyorsunuz.

Devlet hastanelerinde, özel hastanelerin eczanelerinde eczacı yok, ama serbest eczanelere bir eczacı yükü daha veriliyor.

Bu yasanın henüz nimetlerinden yararlanmadık, 7-8 yıl sonra belki. Eczaneler yasanın zorunlu hale getireceği ikinci eczacı ve yardımcı eczacı gibi yeni yükleri taşıyacak durumda değil.

H.G.- Peki... Şöyle net bir soru sorayım. Bugün eczane eczacılığının en temel sorunu ne?

T.S.- Şu anda en temel sorunumuz eczanelerdeki ekonomik yangındır. Bu yangını ivedilikle söndürmeli, sonra da danışmanlık hizmetini öne çıkaracak yeni yol haritamızı belirlemeliyiz.

H.G.- SSK’ dan sonra 7 yılda cirolar, iş hacmi arttı deniliyor...

T.S.- SSK nın dışarıya açılmasından sonra, yani devletin ilaç alma ve fiyatlandırma biçiminin değişmesinden sonra elbetteki ciro önemli ama asıl önemli olan eczacılıktaki düşen ilaç fiyatları ile karlılık değişimi oldu.

Eczanelerin neredeyse tamamında sıkıntı var ama, biz öncelikle küçük ve orta ölçekli eczanelerin ekonomik sorununu çözmeliyiz.

H.G.- Çözüm ne? Ne yapacağız? Bu yangını nasıl söndüreceğiz?

T.S.- Şimdi çözüm olarak ilaç dışı ürünler, örneğin dermokozmetik, medikal malzeme, bitkisel ürünler gösteriliyor. Bunların ne derece çözüm olduğu ve Türkiye gerçekleri ile ne derece uyuştuğu tartışılır.

Eczanelerdeki asıl sıkıntı 2009 yılındaki global bütçe uygulaması ile başlamıştır.

Global bütçe uygulaması ile birlikte sıkıştırılmış, ülkenin ihtiyacına göre belirlenmeyen bir bütçe uygulanıyor.

Diğer yandan da sürekli stok zararına uğruyoruz. Bakın, İTS bildirimine dayalı stok zararı telafisi zaten yöntem olarak yanlıştı. Sektörün bileşenleri ile kavga ettik sadece.

Çözüm için 45 günlük geçiş süreci uygulanması lazım. İlaç fiyatları ilan edilmeli ve medulada 45 gün sonra uygulanmalı.

Şu andaki mevcut kararname ne eczacılar ne de sanayiciler açısından uygulanmıyor. İlaç fiyatları sürekli olarak düşüyor.

Diğer yandan bizim eczane işletme giderlerimiz ve kişisel giderlerimiz sürekli artıyor. Bu sıkışan yapı ile bu işi sürdüremeyiz.

H.G.- Gider sürekli artarken gelir sürekli düşüyor... Giderek batıyor muyuz?

T.S. Aynen öyle...

Yıllardır söylüyoruz, kamu kurum iskontoları bizim üzerimizden alınmalı. Biz PSF (Perakende Satış Fiyatı) üzerinden fatura kesmeliyiz. Kamu kurum iskontosunu devlet sanayici ile arasında halletmeli. Biz aradan çıkmalıyız.

Hep söyleniyor ama ilaçtaki karlılığının arttırılması sağlık otoritesinin mevcut yaklaşımı ile yakın bir gelecekte mümkün ve gerçekçi görünmüyor.

H.G- Evet… Adamlar tam tersi parayı kısmak için her türlü şeyi yapıyorlar.

T.S.- Evet… Peki çözümsüz müyüz? Çözüm dermokozmetiklerde mi ? Ben bir çok meslektaşımın dermokozmetik işinden zarar ettiğini biliyorum.

Her eczane itriyat ve kozmetik de satamıyor. O zaman başka, yeni çözümler üretmemiz lazım.

Öncelikle , MF ler küçük ölçekli eczanelere de yarayacak şekilde bölünmeli. Bu uygulama hiç olmazsa kaldırılan ticari iskontoların kaybını telafi eder.

H.G. -Evet... Bunu da çabuk unuttuk. Ticari iskontolarımızı bir gecede kaldırdılar. Bu bizim için çok önemli bir kayıp oldu...

T.S.- Ticari iskontoların bir gecede kaldırılması ile örneğin ayda 50.000 TL ciro yapan bir eczanenin ortalama %4 hesabıyla 2000 TL’ si gitti, dikkatinizi çekiyorum cirodan değil kârdan gitti…

"Çıkışa MF " diyerek MF’ lerin bölünmesini engelliyorlar, yüklü ilaç alanlara daha fazla kazandırıyorlar.

Ama hepimiz biliyoruz ki bazı gruplar bunu direkt firmalarla anlaşarak gerçekleştiriyorlar.

MF’ yi tüm tabana küçük ölçekli eczanelere de eşit yaymak lazım. Bu sorunu sanayi ile görüşüp çözebilecek güçlü bir Merkez Heyeti gerekiyor.

Ödeme kapsamından çıkarılsa bile ilacın eczane dışına çıkmaması gerekiyor.

Hatta insan sağlığını doğrudan ilgilendiren ürünlerin tamamı sağlık bakanlığından ruhsat almalı ve sadece eczanelerden sunulmalı.

Ayrıca , eczanelerdeki miyadı geçen ürünlerin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi üretici firma tarafından yenisi ile değiştirilmesi gerekiyor.

H.G.- Bu da son zamanlarda unutulmuş hiç dile getirilmeyen konulardan biri oldu...

T.S.- Gerçek şu ki, ilaç dışı ürünlerde geçmişte hatalar yaptık. Halkta "eczanede pahalı" algısı oturdu ne yazık ki. Fiyat politikasında, fiyat belirlemede pek başarılı olamadık. Bunu düzeltmemiz lazım.

İlaç dışı ürünler şu anda pazarın içinde yani total ciroda %5 leri geçemiyor. Tek başına çare olmaz. Ama, bu pazarı da arttırmaya çalışmalıyız. Bu %5 i arttırabiliyorsak arttıralım. Ama yine burada TEB’e , merkez heyetine düşen bir görev var.

Türk Eczacıları Birliği öne çıkmalı.

Tüm Türkiye’de belli firmalar ile tavsiye edilen satış fiyatı vade ve peşin fiyatlarında bir konsensüs sağlanmalı. "Sadece eczanelerde" vurgusu marka değerine dönüşmeli.

Örneğin x marka bir biberon Türkiye’ nin herhangi bir yerine gittiğinizde üzerindeki fiyatla satın alınacak. Yani 250 ml lik bir biberonu İstanbul, İzmir ve Sivas’dan da alsanız 7.5 TL ye alacaksınız. Vatandaş bunu bilecek. Bunun için de çok ciddi bir tanıtım süreci gerekiyor. Yazılı-görsel medyada , internette ilanlarla gibi. Vatandaş şunu bilecek ben eczaneye gidersem pahalı ürün almayacağım. Bu çalışmayı hep birlikte hızla hayata geçirmemiz lazım.

H.G.- Şöyle biraz, sorunlara boğulmuş, ağır havayı dağıtacak bir soru sormak istiyorum. Özellikle son iki dönemdir TEB seçimleri yaklaştığında adın TEB Başkanlığı adayları arasında hep anılıyor. Ama sen hep isteksiz davrandın nedense. Bu defa TEB başkanlığına aday olacak mısın?

T.S.- Bu sadece bana bağlı değil.15 yıldır örgütün içinde olup 10 yıldır oda başkanlığı yapan birisi olarak bilginize birikiminize donanımınıza güveniyorsanız, sağlığınız da yerindeyse, özel bir engeliniz de yoksa görevden kaçmak gibi bir şansınız yok.

Bu güne dek bunları örgüt yıpranmasın diye çok konuşmadım.

Listelerin nasıl yapılıp seçimlerin nasıl kazanıldığını sen de yakından biliyorsun.

Son derece iyi niyetli arkadaşlar şöyle sanıyorlar: Biz aday olursak tabanda destek bulduğumuz için açık ara seçimi alırız. O özlenen karşı duruş, gerektiğinde sesini yükselterek kendimizi ifade etmemiz de gerçekleşir. Hak aramak için mücadele eden örgüt yapısına tekrar geri döneriz...

Geçen seçimi hatırla birbirinden değerli akademisyenler, oda başkanları aday oldu. Ama hiç heyecan bile yaşanmadan mevcut yönetim seçimi rahatça kazandı. Yani her şey dışarıdan göründüğü gibi değil.

Şimdi benim ya da diğer arkadaşların aday olması için, meslektaşlarımın, örgüt yöneticilerinin ve sağ duyu taşıyanların ortak ilkelerde buluşması, birlikte çalışmaya sıcak bakması lazım.

Diğer yandan muhalefet de ciddi bir görevdir. Tamam, Merkez Heyetini eleştiriyoruz ama biraz da özeleştiri yapmak lazım.

H.G.- Tam da bu soruyu da soracaktım. Muhalefet te son derece durgun ve suskun. Neden böyle?

T.S.-Yönetime talip olmuş ama seçilememiş ekibin içinde İzmir Eczacı Odası olarak biz de varız. Ama açık konuşmak lazım bizler de muhalefet görevini yapamıyoruz. Onu da itiraf etmek lazım. Yaşanan olumsuzlukları, çözüm önerilerimizi ve projelerimizi eczacı kamuoyu ile sıkça paylaşmamız gerekir…

Benim gördüğüm şu anda kimse bize örgütün size ihtiyacı var demiyor. Birileri aralarında anlaşmış, uzlaşmış, hallerinden memnunlar, ortada fazlaca sorun da görmüyorlar, yeni isimlere, yeni fikirlere ya da yeni yapılara da ihtiyaç yok havasındalar.

Son iki kongrede örgüt tarihinde ilk defa seçimlerde işaretli oyları bile görüyoruz.

H.G.- Nasıl işaretli oy? Bunu biraz açsak?

T.S.-Nedir işaretli oy? X odanın delegelerinin size oy verdiğini görmek ve emin olmak için var olan sıralamayı değiştirerek oy kullanmaktır. Aslında delege arkadaşlarımıza güven duyulmadığı anlamına gelir bu yöntem.

Bunlar hoş olmayan, bizim örgütümüze yakışmayan çirkin şeyler. Son iki kongrede belli sayıdaki arkadaşlar bu yöntemle belli isimlerle başlayan oylar kullandılar. Bu şekilde seçim kazanmak, listede yer bulmak hiç de anlamlı değil…

H.G.- Bu tablo seçimlerle ilgili ciddi bir kirliliğe işaret ediyor.

T.S.- Hatırlayın, 2007 seçimlerinde bir tarafta 34 odadan oluştuğu söylenen bir yapı, diğer tarafta ise 10 odalı bir yapı ile seçimlere girildi.

Seçim sonuçları 6/5 bitti. O dönem delegeler özgür iradeleri ile yararlı olacağına inandıkları, güvendikleri, gönlünden geçen adaylara oy vererek sandıkta birleştirdiler. Devamında o ekibin birlikte çalışma şansı olabilseydi önemli işler başarılabilirdi bence.

Ondan sonra yönetimce belli önlemler alındı. Merkez Heyeti seçimlerinde 2009 ve 2011 de blok oylar kullanıldı. İki dönemdir blok oylar kullanıldı ve hiç fire vermediler. Blok olarak listeleri seçildi.

H.G.-Yani işaretli oy kullanacaksınız diye odaların, delegelerin üzerinde baskı kuruldu ve listenin fire vermesi engellendi. Muhalefet listesinden hiç kimse seçilemedi. Tam olarak söylediğin bu değil mi?

T.S.- Evet aynen böyle.

Bu sistemle meslek örgütümüzde yararlanılması gereken, katkı sağlayabilecek bir çok meslektaşımız dışarıda kalıyor.

Ben sektörün tamamını bir araya getircek , birlikte çözüm üretecek ve liderlik yapacak bir Merkez Heyeti hayal ediyorum.

Sessiz, arıza çıkartmayan, hatta kendi yaptığı açıklamaları gazetelerde yine kendisi tekzip eden bir Merkez Heyeti değil…

Benim meslektaşlarım önemli sıkıntılar yaşıyor , sağlık hizmetleri paralı hale geliyor ve bu ülkenin insanları anlamsız yere ceplerinden fazladan her gün daha fazla para ödüyor ve biz bunu sürekli eczanelerimizde yaşıyor, aracılık ediyoruz.

Bununla ilgili isyan etmemiz, karşı durmamız gerekirken son dönemlerde herşey yolundaymış gibi, sanki biz bu ülkede eczacılık yapmıyoruz, herkes refah içindeymiş gibi bir görüntümüz var. Oysa gerçek öyle değil.

Son eczacılık kongresinde genel sekreter yaptığı sunumda yaklaşık her 5 eczaneden birinin iflas noktasında, batmış olduğunu söyledi.

H.G.- Bunu hangi veriyle açıklıyor. Üstelik bir örgüt genel sekreterinin bunu söylemesi doğru mu?

T.S.- Sözleşmelerden ve cirolardan yola çıkıyor. Bunlar ne derece doğrudur, nasıl hesaplanmıştır bilmiyorum ama bunları söylüyorsanız yönetici olarak, sorumluluk sahibi olarak da gereğini yapmanız gerekir.

En kolay şey tespit yapmaktır. Bir yönetici olarak her 5 meslektaşımızdan biri batıyor diyorsanız bu bir acz ifadesidir, teslim oluştur.Geçmişte de tepe yönetimimiz 8.000 eczane batacak söylemlerini kullanmıştı ve biz gene doğru bulmadığımızı ifade etmiştik.

Bu gün ülkenin dört bir yanında görev yapan meslektaşlarımız kendini yalnız hissediyor, geleceğe güvenle bakamıyor…

Yöneticiyseniz ya çözüm odaklı bir şeyler söyleyeceksiniz, yapacaksınız ya da hak arama mücadesi yoluna gideceksiniz. Mış gibi yapmayacaksınız…

Oysa siz en kolayını yapıyor, sadece tespit yapıyorsunuz. Üstelik bunları söylediğiniz yerde konuşmanız bittikten sonra kamunun, kurumların temsilcileri size "bütün bunları birlikte yaptık, bütün adımları birlikte attık, şimdi bizi ne diye eleştiriyorsunuz" diyebiliyorlar.

 1. Bölümün Sonu

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat