Halkımızı aktar tababetinden kurtarmak gerekli!

Bitkisel ürünler, sağlık zincirinin ilk kademesi olan bizlerin hakkıdır.

Ankara Eczacı Odası’nın DOZ dergisinin son sayısında aktarlarla ilgili bir söyleşim yayınlandı. Bütün meslekdaşlarımı ilgilendirdiği için, geçen ay Eczacının Sesi’ne aynı konuyu yazmayı düşündüm. Ama seçimler öncesi yanlış anlaşılır diye bu aya bıraktım. TEB ve Oda yönetimlerine seçilen meslekdaşlarım, belki okur, bu konuda bir hareketlenme olur. İşte söyleşinin gözden geçirilip, biraz kısaltılmışı.

 

Aktar-eczacı rekabeti ne zaman başladı?

Osmanlı Devleti’nde eczaneler yokken veya çok az iken, ilaç ihtiyacı aktarlar tarafından karşılanıyordu. Eczacı mekteplerinin açılması sonucu eczacılık gelişti, eczaneler açıldı. Aktarlar ise, eczaneler açılmadan önceki gibi, bilhassa bitkilerden ilaç yapıp aynen bugünkü gibi hem hekim hem de eczacı görevini üstlenmeye devam ettiler. Bu durum eczacı ve hekimleri çok kızdırdı ve aktar dükkânlarının kapatılmasını istediler. Buna o zamanki Askeri Tıbbiye Başkanı Mehmet Muhtar efendi mani oldu, ilaç yapım ve satımı sadece eczacılara bırakıldı. 7 Mayıs 1884’de “Aktarlar ve Kökçüler Nizamnamesi” yayınlandı. Aktarların ilaç yapmalarının yanında zehirli ve zararlı olabilecek çok sayıda drog ve maddeyi satmaları yasaklandı. Yani aktarlar lügâtlardaki tanımına geri döndü: “Kokulu bitkiler ve baharat satan”. Bu durum Cumhuriyet döneminde 60’lı yıllara kadar devam etti. Bu yıllardan sonra, tekrar ilaç olabilecek bitkileri az da olsa satmaya başladılar. 80’li yıllarda tabiata dönüş akımı başladığında her çeşit hastalığa karşı bitkileri, bitkisel karışımları satıyorlardı. Sağlık otoriteleri bitkileri ot olarak gördükleri, eczacılar ise, o yıllarda, bitkisel ilaç satmaya gerek duymayacak ölçülerde para kazandıkları için konuya ilgi göstermedi.

 

1984 yılında V. Bitkisel İlaç Hammaddeleri Toplantısı Hacettepe Üniversitesi Farmakognozi Anabilim Dalı tarafından düzenlendi. Yani ben ve o sırada hemen hepsi asistan şimdi emeklilikleri gelmiş olan arkadaşlarım tarafından. Toplantıya dönemin Sağlık Bakanı rahmetli Mehmet Aydın’ı da davet ettim, geldi ve toplantıyı açtı. “Bu toplantıdan çıkacak sonuçları uygulamaya hazırım” sözünü verdi. Daha sonra, Mehmet Aydın Bey benim Bakan özel danışmanı olmamı istedi. Memnuniyetle kabul ettim. Benim başkanlığımda Bitkisel ilaç Ruhsatlandırma Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun ilk görevi aktarların bitkileri ilaç gibi satmalarını önleyen bir daimi genelge oldu ve bu genelge 1 Ekim 1985 tarihinde yayınlandı. Aktarlar 100 yıl sonra esas görevlerine döndüler. Bu durum, rahmetli Mehmet Aydın’ın 1986’da görevden alınmasından birkaç yıl sonraya kadar devam etti ve 10 yıl Eczacılık Genel Müdürlüğü yapmış olan bir meslektaşımızın bu konuyu takip etmemesi yüzünden durum bugünlere geldi. İşte size aktar-eczacı rekabetinin kısa bir tarihçesi.

 

Aktarlar bitkisel ürünleri adeta eczacı gibi satıyorlar. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?

Halen aktarlar, sağlıkla ilgili hiçbir eğitimleri olmamasına rağmen, ciddi hastalıklara bile bitkileri ve karışımlarını ilaç olarak satmaktalar. Bunun yanında takviye edici gıdaları da bulundurmakta ve ilaç olarak tavsiye etmekteler. Eczanede 80-90 lira olan ürünlerin benzerlerini 30-35 liraya aktarlardan almak mümkün. Vitrinlerine etkiyi belirten duyuruları rahatça koymaktalar. Kısacası hemen hemen 30 yıldır hem hekim hem de eczacı görevini tekrar üstlenmiş durumdalar. Ben buna yıllardır “aktar tababeti” diyorum. Yazılarıma baktım, bu terimi ilk 1987’deki bir yazımda kullanmışım. Aktarların sağlıkla ilgili eğitim almamış olmalarının yanında sattıkları ürünlerin kalitesi hakkında da hoş şeyler söylemek mümkün değil. Herkes satılan ürünlerin etkili maddelerinin önemli olduğunu zannediyor. Aslında, önemli olan, sattıkları bitkilerde pestisit, herbisit, aflatoksin, ağır metal, yabancı madde vb. analizlerin yapılmamış olması. Ayrıca, depolarında kaç yıl saklanmıştır, hangi kemirgenler, böcekler gezmiştir... Kalite deyince hep söylediğim birkaç örneği nakledeceğim sizlere: Aktarlarda satılan papatyaların hiçbiri mayıs papatyası değil. Papatyaya benzeyen Asteraceae çiçekleri. Hele elimdeki numunelerden biri Senecio çiçekleri. Karaciğer toksisitesi yaptığı için yasaklanmış bir bitki. Papatyadan zehirlenme vakalarının olduğu hastane kayıtlarında bulunmakta. Bunlar bildiğimiz mayıs papatyasından değil, papatya yerine satılan çiçeklerden. Okaliptüs diye satılanlar da Eucalyptus globulus değil Eucalyptus camaldulensis. Uçucu yağı yüksek oranda fellandren taşıyan bir tür. Melisa diye limon otu... Örnekler artırılabilir.

Halkımız aydınlatılmadığı için, sağlığı için sağlıksız ürünleri alıp kullanmaktadır. Aktarlar medya ve politik ortamda bizden daha güçlüler. Bunu da hatırlatayım!

 

Aktarların bu duruma gelmesinde kabahat kimde?

1985 yılında hazırladığımız genelge hâlâ yürürlükte deyince hemen aklınıza Sağlık Bakanlığını suçlamak geliyor değil mi? Bence Bakanlıktan önce biz eczacılar kabahatliyiz. Bitkilerin ilaç olarak kullanımı hakkındaki bilgiler sadece biz eczacılara öğretiliyor. Başka mesleklerde yok. Ama bu bilgiyi kullanmıyoruz. Hemen hemen 30 yıldır aktarlar ve aktarların bizim yapmamız gereken hizmeti yaptıklarını yazıyor ve söylüyorum. Yıllar önce aktarlar konusunda, neler yapılması gerekir diye yazdığım bir yazıya, meslektaşlarımın bir kısmının “Hoca uçmuş” dediklerini çok iyi hatırlıyorum.

Türk Eczacıları Birliği (TEB) ve eczacı odaları arada bir, medyaya yansımayan, web sitelerimizde kalan beyanat veriyor. İşte o kadar. Aktarlar Derneği Başkanı, televizyonlara çıkıp programlar yapıyor. Meslek kuruluşlarından ses yok! Söz hakkı isteyip, aynı programa çıkıp yanlışları düzeltebiliyorlar mı? Hayır! Ben ve Prof. Erdem Yeşilada daha çok şahsi gayretlerimizle, televizyon konuşmaları ve internete yazdığımız yazılarla doğruları söylemeye çalışıyoruz. “Hocam, TEB ve Odalarımızı epey suçladınız” diyeceksiniz ama doğruları kendi aramızda konuşmayacağız da nerede konuşacağız. Ben bunu yapıyorum.

 

Bu durumda neler yapmak lazım?

İşte size, konunun eczacıların meslek hakkı olduğunu yetkililere duyurmak için bir eylem planı. 

1 – Her Oda bulunduğu illerdeki aktarların faaliyetini belgeleyip, dosyalar hazırlamalı. Bu dosyalarla, daimi genelgede belirtilen yasakların ihlâl edildiğini ve aktarların kanunların eczacıya verdiği yetkileri kullanılmakta olduğunu, yasal bir dille hazırlanmış dilekçe ile il sağlık müdürlüklerine vermeleri… Düşünsenize bir anda 54 İl Sağlık Müdürlüğü aktarlarla ilgili dilekçe alıyor.

2 - TEB ‘de benzer bir dosya ile Sağlık Bakanlığına müracaat etmeli. TEB ayrıca, iyi bir ajans ile anlaşıp, konuyu kamuoyuna duyurmalı. İyi bir ajans ile anlaşmaları gerektiği fikrimi, 3 yıl önce dernekleri toplantıya çağırdıklarında söylemiştim ama aldıran olmadı.

3 – Bu dönem TBMM’de aktif meslektaşlarımız var. Onlar ikna edilebilirse aktarlar konusunda yardımcı olabilirler.

4 – Eczanelere, bitki, bitkisel ilaç ve takviye edici gıdaların satın alınacağı en sağlıklı müessesenin eczaneler olduğunu belirten afişler asılmalı; hasta ve müşterilere bu hususta küçük, okunaklı, anlaşılır dilde yazılmış broşürler verilmeli.

 

Böylece yetkilileri, halkımızı ve medyayı harekete geçirebiliriz diye düşünüyorum.

İlgisizliğimiz yüzünden kaybettiğimiz hakkımızı ancak böyle geri alabiliriz. Yine meslektaşlarımdan “hoca hayal kuruyor” diyenler veya TEB ve eczacı odasındaki meslektaşlarımdan bana kızanlar olacak. Ama gerçek bu. Şunu unutmayalım: Bitkisel ürünler, sağlık zincirinin ilk kademesi olan bizlerin hakkıdır. Halk arasında kullanılan bir söz “Yemeyenin malını yerler!”

Yazımı iyi bir haberle bitirmek istiyorum: Sağlık Bakanlığı’nda, tek drogların ve karışım “Tıbbi Çaylar”ın üzerlerinde endikasyon yazılı olarak satılması ile ilgili yaptığımız çalışma hemen hemen tamamlandı. Bu ay sonu veya Ocak ayı içinde duyurulacak.

Yeni yıla 15 gün var ama sağlıklı, mutlu, başarılı bir yeni yıl geçirmenizi içten temenni ederim.

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat