2013 öncesi ve sonrası eczacılar…

Değerli Meslektaşlarım;

Yazımın şimdiye kadar olan bölümünde 2012 Eczacılık Kanununun getirdiklerini, amaçlarını ve umulan ile yaşanan arasındaki farkları izah etmeye çalıştım. Şimdi de sonuçları bakımından günümüzde sebep olduğu mesleki kırılmaya naçizane bir yorum getirmeyi amaçlıyorum.

Sorunun temeli olarak gördüğüm, her eczacının bireysel olarak meseleyi kendi durduğu yerden yorumlama yanlışına düşmeden, tarafların oluşmasına itiraz eden ancak bu tarafların oluşma sebeplerini anlama gayretinde olan bir çaba ile konuya dair fikirlerimi beyan etmek isterim.

2013 Sonrası Eczacılar:

Bu genç meslektaşlarımız, yepyeni bir model ve kurallar içerisinde meslek hayatlarına atıldılar. Her köklü değişiklik, uygulama aşamasına geçildiğinde sahadaki sorunlarla test edilir, doğrudur. Ancak genç meslektaşlarımız uygulamaya geçişte yaşanması olası sancıların ötesinde, kanunu çıkaranın kanunu sahipsiz bıraktığı, talep edenin de sağlıklı uygulama için inisiyatif alamadığı bir kaos ortamında sıkışıp kaldılar.

Yardımcı eczacılık yapacak eczane bulamadılar, atama sistemine başvuru yaptılar atandıkları eczanelerde işe başlayamaz oldular, işe başladılar maaş dahil birçok sorunla karşılaştılar. Yaşadıkları sorunlar karşısında etkili bir muhatap bulmakta zorluk çektiler. Sorunlarını dile getirirken sıklıkla aldıkları cevap, “bilerek yazdınız, yazmasaydınız” oldu.

2012 yılından uygulamanın somut olarak hayata geçtiği 2018 yılına değin, meslek örgütleri ve eczacılık akademileri genç meslektaşlarımızı yeterince bilgilendiremedi. Karşılaşacakları düzenlemelerin detayını, amacını, gerekliliğini ifade edemediler. Henüz meslek hayatının başındaki genç eczacılar ne yazık ki çok önemli bir meseleyi, yaşayarak, kötü tecrübelerle sınanarak tanımak zorunda kaldılar. Konuyu bir bütün olarak ele alma şansını yitirdiler ve sorunun kaynağı olarak yine kendi meslektaşlarını görür oldular. Yardımcı eczacılık uygulaması ve nüfusa göre eczane sınırlamasını tek hedef, bu uygulamalardan sorumlu tuttukları eski meslektaşlarını da tek engel olarak tanımlar oldular.

Ve gün geldi, konuya “kendi çıkarlarınızı korumak için yaptınız” penceresinden bakanlar ile “bilerek yazdınız, yazmasaydınız” penceresinden bakanların karşıtlığı kaldı elimizde, avucumuzda.

Hepimizin bildiği ve 14 Mayıs Eczacılık Bayramlarında da kullanmayı, paylaşmayı çok sevdiğimiz bir söz var. Genç Cumhuriyetin Sağlık Bakanı, değerli bilim insanı Dr. Refik Saydam’ın bir sözü;

“Eczacılık ne un ticaretidir ne üzüm ticaretidir, ne de sirke ticaretidir; bir sanattır, bir ilimdir; hastaya bakmak ilminin bir şubesidir. Bundan dolayı eczane, hiçbir memlekette doğrudan doğruya bir ticaret müessesesi telakki edilmemiştir. Çünkü, bütün bir memleketin, hepimizin hayat ve sıhhatine ait bir meseledir”.

Bu sözün neden ve nerede söylendiğini ise pek bilmeyiz.

Tarih Ocak 1927. Gazi Meclisimizde Eczacılık ve Eczaneler Hakkında Kanun teklifi görüşülüyor. Konu eczane sayılarının nüfusa göre sınırlandırılması. İtiraz eden vekiller ticaret serbestliğine vurgu yaptığında Dr. Refik Saydam bu veciz görüşünü ifade ediyor. O günkü Meclis görüşmelerinde ilgi çekici bir diyalog daha yaşanıyor.

Teklife itiraz eden Eskişehir Milletvekili Abdullah Nazmi Bey;

“Tahdit esasının eczahaneleri yaşatmak maksadına mübteni olduğunu bendeniz Vekil Bey’in sözlerinden anlıyorum. Bunu bir kanunla tahdit etmektense bekayı elyak kanununa terk etmek daha doğrudur.” diyor. Yani özetle, “bırakın kanun marifetiyle düzenlemeye çalışmayı, doğa kanunları işlesin ve güçlü olan eczane ayakta kalsın” demek istiyor. Ve işte bu sözün üzerine Refik Saydam söz alarak “Eczacılıkta bekayı elyak kanunu (doğa kanunu) mevzubahis olamaz” diyerek tepki gösteriyor.

Unutmayalım;

Eczacılıkta bekayı elyak kanunu mevzubahis olamaz…

2013 Öncesi Eczacılar:

Sınırsız açma ve nakil hakkına sahip olarak başladığımız meslek hayatında, bir gecede tüm haklarımız tek seferle sınırlandırıldı. Kazanılmış haklarımız bir defa ile sınırlandırılarak geri alındı. Konunun hak kaybından ziyade eczacılığın geleceğini ilgilendiren bir sistem değişikliği olduğuna duyduğumuz inançla bu hak kaybına karşı bir refleks geliştirmedik. Sonra uygulamanın tüm yükü yalnızca eczanelerin üzerine bırakıldı. Ne kamu görevini yaptı ne de meslek örgütleri etkili bir mücadele sergileyebildi. Meslektaşını istihdam etme zorunluluğu ve tüm maddi yükü yine bir başka meslektaşa yüklendi. Çalışmak zorunda olan ile çalıştırmak zorunda olan karşı karşıya bırakıldı.

Peki bu kısa durum tespitinin müsebbibi kanunun direkt muhatabı olan yeni mezun eczacılar mıydı? Tabii ki hayır.

Ancak kendi durduğumuz yerden haklı olduğumuz gerekçelerimizin neticesinde çoğu faturayı meslektaşlarımıza kestik. Tıpkı yardımcı eczacılığını yapan ya da yapmaya çalışan genç eczacıların yaşadığı sorunlar gibi, yardımcı eczacı çalıştıran meslektaşlarımız da sorunlar yaşadılar. Hatamız, sorunu genellemeden, tarafgirlik için malzeme yapmadan ele alamamak oldu hep.

Fakülte sayılarının kontrolsüz artışı önemli bir sorundu, ama sorumlusu o fakültelerin mezunları değildi. Diplomalarını tartışmaya açtık.

Mesleki yeterlilik ayrı bir tartışma konusuydu, eskisi-yenisi yoktu ama biz hep yeni mezunların yetkinliğini tartışır olduk.

Yasanın bize getirdikleri, bizden götürdükleri önemliydi, ama sorumlusu genç meslektaşlarımız değildi. Biz karşı pencereden taş yedikçe, “bilerek yazdınız, yazmasaydınız” demekle yetindik. Mesleğine ilk adımı atacağı ve mecbur tutulduğu bir uygulama için kapı kapı gezmek zorunda bırakılan genç bir eczacının ruh halini anlama çabasında olmadık.

Ve sonunda mesleğimizin üzerine bir karabasan gibi çöken o kırılmayı yaşadık;

2013 öncesi ve sonrası eczacılar…

Artık bu fay hattının farkına varmalı, sağlam temellerle mesleki geleceğimizin inşası için yeniden sorumluluk almalıyız. Akademisyeninden, örgüt yöneticisine, eczacısından, öğrencisine kadar hepimize düşen bu kırılmayı onarmak için çaba sarf etmektir.

Genç meslektaşlarımızın uygulamada karşılaştıkları sorunları gidermek için yetkili olanların yetkisini kullanmaktan çekinmediği mekanizmaları çalıştırmalıyız. Açılış saatine riayet etmeyen meslektaşımıza işletmekten çekinmediğimiz disiplin kurallarımızı, meslektaşının emeğine ve varlığına saygısı olmayanlara da işletmekten çekinmemeliyiz.

Özellikle sosyal medya platformlarında, sorunumuzu dile getiriyoruz kolaycılığıyla mesleğimizi itibarsızlaştıracak itham ve yorumlardan kesinlikle uzak durmalıyız. Ağzına geleni söyleme ile sorununu ifade etmenin ayırımına artık varmalıyız.

Sorunun kaynağına odaklanmalı, 2012 değişikliklerinin kendi durduğumuz yerin dışında da sonuçları olduğunu görmeli ve kabul etmeliyiz. Meselenin öncesi ve sonrasından öte olduğunu, umulan ile yaşanan arasındaki uçurumu görmeden ve gidermeden hiçbir eczacının-mezuniyet yılına bakılmaksızın- huzur bulamayacağının farkında olmalıyız.

Ernest Hemingway’in sözüyle;

“Dünya herkesi kırar; Ve sonra, bazıları işte o kırık yerlerinden güçlenir.”

Umarım hep birlikte, kırıldığımız yerden güçlenerek çıkmayı başarabiliriz.

Saygılarımla.

Ecz. Serdar Türkaydın

 

Kaynakça:

  • Karayaman, M., “Türkiye’de Eczane Sayılarının Sınırlandırılmasına İlişkin Düzenlemeler ve Sonuçları” (2008), Osmanlı Bilimi Araştırmaları, X/1: s. 115-135
  • Ecz. Berna Çizmecioğlu, TEB Yayınları “6197’nin Serüveni” (2006), TEB Haberler s. 14-15
  • Ecz. Murat Gümüş, İstanbul Eczacı Odası Yayınları “Tahdit Tekerrürden İbarettir” (2012), Havan Dergisi Sayı 67 s. 27-56
  • Türk Eczacıları Birliği EBS Verileri (2024)
  • Yüksek Öğrenim Kurumu YÖK Atlas Verileri (2024)
  • T.C. SB Sağlık İstatistikleri Yıllığı (2022)
  • TÜİK 2023-2100 Nüfus Projeksiyonları (Temmuz 2024)


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat