Kahvede söz kurbandan açılınca çok bilenlerden biri lafa atılmış, kurbanın nasıl ortaya çıktığını iştahlı iştahlı anlatmaya başlamış;

“Hiç çocuğu olmayan Hazreti Musa, Allah’a yalvarmış:
- Yarabbi bana bir kız çocuğu ver, verirsen onu sana kurban edeceğim.”
Musa peygamberin duası kabul olmuş, Allah ona bir kız çocuğu vermiş, adını da Meryem koymuş...
Gel zaman git zaman, kız çocuğu büyümüş, kurban edilecek yaşa gelmiş. Musa kızını yatırmış, tam kesecek, meleklerden Azrail, gökten bir keçiyle inivermiş:
- Ey Musa, kızının yerine bu keçiyi kurban et!”
 Dinleyenler arasında olan Temel dayanamayıp ayağa kalkmış:
“Ula ha bunun neresini düzelteyim? Bi kere o Hazreti Musa değil, İbrahim!

Kurban edilecek kız değil erkek!

Adı da İsmail! Gelen melek Azrail değil Cebrail!

Kurban edilen de keçi değil koç ula koç!
Ula hangi birini düzelteyim!”

Çoğunlukla kurban bayramı yaklaştığında anlatılan bu fıkra her şeyi bildiğini sanıp da hepsini yanlış bilenlerin çoğaldığı bu günlere uygun olduğundan olsa gerek aklıma geliverdi.

Neden derseniz;

Google teyzeden öğrendiği yarım yamalak bilgiyle farmakoloji dersi vermeye kalkanlara “Ama Yandex öyle demiyor!” diyerek mavi ekran verdiriyorduk ama artık yaşananlar gösteriyor ki bu konu ciddi bir halk sağlığı sorunu halini almış durumda.

Aşının içinde alüminyum var civa var, sakın yaptırmayın diyenlere gaz verenlerden, sosyal medyada bulduğu yabancı linkleri abartılı yorumlarla dakika başı paylaşıp “o ilacı kullanmayın bırakın, ziftin pekini için daha iyi” diyenlere kadar birçok kişiye medyanın yeni bir şey söyleyen aykırı sesler olarak neredeyse her akşam geniş yer vermesi yetmezmiş gibi, ilaç karşıtlığını körükleyen kara bir kitap da gündeme oturdu, kalkıp gitmeye de niyeti yok gibi duruyor.

Kitabı yazan kişinin ünlü bir araştırmacı(!) gazeteci yazar olması ve içindeki iddiaları desteklemek için kullandığı belgelerde geçmiş dönemlerde dünyada ilaç firmaları tarafından yapılan yolsuzlukları içeriyor olması toplumun büyük bir kesimini ciddi anlamda olumsuz olarak etkiledi.

Kalp, şeker, tansiyon ilacını kullanmayı bırakıp uydu kanallarında satılan sözüm ona bitkisel hapları satın alanlardan, kendince uydurduğu onu sapı, bunun kökü karışımları içip tamamen iyileştiğini iddia edenlere kadar her gün artan bir sayıda değişik olayla karşılaşıyoruz.

Halkı ilaççılara(!) karşı dolduranların temel savı; ilaç sektörü daha çok ilaç satmak için sürekli olarak bilimsel çalışmaları çarpıtıyor, olumsuzlukları gizliyor, hatta ve hatta insanların ölümüne sebep oluyor.

Kara kitabın yazarı da aynı cepheden yol almaya çalışıyor.

Yazarın o kadar yanlışı var ki hangi birini düzelteyim fıkrası gibi olacak ama çarpıtarak kullandığı bilgileri biz ondan çok daha önce biliyorduk, evvela onu ortaya koyalım, bir kenarda dursun!  

Hatta kötü bir haber daha vereyim kendisine; o olayları da ortaya çıkaranlar yine doktorlar, eczacılar, sağlık çalışanlarıydı. Birçok yanlışın önüne geçildi, bugün de en ufak bir yanlışta gerekli müdahale yapılıyor. En basit örnek; daha geçtiğimiz ay bir ilaç kimsenin doğru dürüst okumadığı prospektüsündeki bir hatadan dolayı geri çekilip toplatıldı. Ciddi yan etkileri görülen ilaçların tüm dünyada ve ülkemizde ruhsatları bile iptal ediliyor.

Yani kitapta yer alan istisnai durumlar geneli kapsamıyor, ilaç firmaları, doktorlar, eczacılar insanları öldürmeye çalışmıyor.

Zaten öyle bir geri zekâlılık yapmazlar, zira insanlar ölürse ilaçları kim alacak?

….

Araştırmacı gazetecimizin Merhum Eczacı Levent Kamacık’ın yakın geçmişte ortaya çıkardığı ünlü bir firmanın davasından haberi var mıdır bilemiyorum. Gerçi mahkeme salonunda görmemiştim araştırmacı yazarımızı, sonradan öğrenmiş olabilir. Ama ayıptır söylemesi –ki orada da yoktu- Rekabet Kurumundaki duruşmada da vardım.  

Tabi hiçbirimizin aklına bu olayları kitap yapalım, senaryo yazalım, parayı kıralım demek gelmediği için duyulmamış olabilir ama bu ülkenin doktorları da eczacıları da gerektiğinde gerekli müdahaleyi kendilerine yakışan vakar içinde sessiz sedasız gerçekleştiriyorlar.

Üstelik halkı paniğe sevk etmeden, halk sağlığını tehdit etmeden(!!!)

Kitapta yer almadığı halde çıktığı programlarda “ilaç kullanmayın demiyorum, ben olsam düşünürüm”

“Aşı yaptırmayın demiyorum, ben olsam düşünürüm” diyen zat gerektiğinde aşılarını da oluyor, ilaçlarını da içiyordur ama onları dinleyen Ahmet amca ve Ayşe teyze kalp, tansiyon, şeker… Hangi ilacı kullanıyorsa şak diye kullanmayı kesiveriyor, “Bunlar beni zehirliyormuş” diyor.

Bu yöntemle çoğalan yaşlı nüfusu azaltmak mı istiyorlar bilemiyorum ama öyle ise etkili bir yöntem olacağı su götürmez bir gerçek!

İstatistiklere inanmıyor ama inanmıyor olsa da İstanbul’da herhangi bir mezarlığı gezse açıkça görecek ki, çok değil 30-40 yıl önceki mezar taşlarında bile 50 yaşın üstü mevta neredeyse yok gibidir. Kullanılan ilaçlar, yapılan aşılar artık bu süreyi uzattı, gelişmiş ülkelerin sosyal güvenlik kurumlarının önündeki ciddi finans sorunlarından birini hatta birincisini de bu ömrü uzayan emeklilere ödenen maaşlar ve verilen ilaçların maliyeti oluşturuyor. Her ne kadar inanmayanlar olsa da istatistiki bilgi olarak ortalama insan ömrünün yüz yıl önceye göre neredeyse iki kat arttığı tartışmaya yer bırakmayan bilimsel bir gerçek.

Yani, basit bir kâğıt kesiğinden oluşan iltihap neticesi yüz yıl önce insanlar ölüyordu, aşı olmadığı için çocuk felci oluyor, verem yüzünden bebekler çocukluk çağını göremiyor, ordular düşmana gerek kalmadan sıtmadan kırılıyordu ama artık böyle bir şey yok.

Fakat sırf daha çok kitap satmak, daha meşhur olmak için “ben olsam düşünürüm” diyen şöhret ve para düşkünü omurgasızlar ise tüm bu gerçeklere rağmen doğrucu Davut edasıyla ekranlardan inmiyor.

“Ben olsam kullanmadan önce düşünürüm” diyenler sıkışınca “Kitapta ilaç kullanmayın aşı yaptırmayın demiyorum ki, bu konular tartışılsın istiyorum(!)” diyor ama Mevlana’ya atfedilen “Söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır” sözü gereği söyledikleri sözlerin toplumdaki yansımasını ve bunun sonuçlarını hiç dert etmiyorlar.

Öte yandan;

Bu sorunları dert etmesi gereken örgütlenmeler ise kamu spotları yaptırmak, sorunları gündemde tutarak çözüm üretmek için uğraşmak yerine, suya sabuna dokunmayan ya da kronikleşmiş sorunlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan zihni sinir procelerle uğraşıyorlar.

Tabela kirliliği sorunumuzu ortadan kaldırıyor, ısı nem cihazlarıyla hava gözlem kolu faaliyetlerini eczanelerimizin rutini haline getirip büyük sorunlarımızı(!) ortadan kaldırıyorlar. Eczacıların 3. Kademe sonrası ilaçlardaki karlılığının düşmesi, maliyetlerin artması, verimliliğin düşmesi, angaryaların görev halini almış olması gibi sorunlarımız nasılsa yok!

İyi ki de yok; maazallah nasıl uğraşacaklardı bu büyük sorunlarımızla(!!!) 

Hani adamın birine sormuşlar: “Mesleğin ne?” diye. O da: “Ejderha avcısıyım” demiş. Soruyu soran şaşkın bir ifadeyle “İyi ama ortada hiç ejderha yok ki?!” deyince “Bak gördün mü, işimi ne kadar iyi yapıyorum.” demiş ya. İşte o hesap; 

Sağ olun tabela kirliliği avcıları, iyi ki varsınız!!!

 

Ecz. Kadir Sedat Sofugil

basareczanesi@yahoo.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat