Hatice Can’a, Tüm Kadınlara…
Ve elbette çocuklarını eczanelerinde büyüten annelere…
PROLOG
TELGRAFHANE
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.
Melih Cevdet Anday’ın 1952 yılında yazdığı bu ölmeyen şiir; içinde geçtiği, gün ışıyıncaya kadar çalmaya niyetli “Sis Çanı”nı bu köşeye isim olarak vermişti. Sis Çanı köşesinde bir yıldır aralıksız her hafta çaldı. Sis Çanı’nı çalmak, Eczacının Sesi’ni duyurmaya katkı sağladıysa maksadına ulaşmış demektir. Yaşamı; eczacılık, sağlık, sağlık sigortası, eczacılık meslek mensupları ve uygulamaları üzerinden kavramaya, önce bilmek, sonra eleştirmek ve düzeltmek için çok çalışmak gerektiğine inancından olacak bu köşe, inanılmaz bir süreçten geçen bu toprakların insanlarına yararlı olabildiyse, eleştirel bakış açısına ve dayanışmaya katkıda bulunduysa yaşasın…Yaşasın!..
PROGNOZ
I-Hatice Can…
Güzel Hatice Ablamız, canımız.
Geride, ışıltılı mavi gözlerini ve “anneler gibi ağlamanın yiğitliğini” bırakarak bir pazar sabahı, 2 Mart 2014’de oğluna kavuşmayı tercih etti.
Başkasına zarar vermeyen, veremeyen, vermek aklının ucundan geçmeyen insanlardan birisi daha, oğlunun Emniyet’te gördüğü işkence sonrası intihar etmesi üzerine, verdiği hukuk mücadelesinde adı var kendi yok adalet denilen heyulada yüreğini soğutamadığı için oğlu gibi intiharı seçti.
Kayan bir yıldız gibi avuçlarının arasından yitip giden oğlu Onur’un peşinden gökyüzünde yerini aldı Hatice Abla. Adaletin olduğu konusunda hiç umudu yoktu, yoktu ama insana dair umudunu yitirmemişti. Belki olur, belki sönmüş ruhları aydınlatabilirim, belki iyi insanlara denk gelebilirim diye hukuk mücadelesi yürüttü, dava açtı, eşiyle ve kızıyla anlattı, sorguladı, araştırdı… Kendini tıpkı oğlu gibi boşluğa bıraktığında, sadece adalete değil, olan biten herşeye ve herkese güveni sarsılan bir anneydi o.
Yere düştüğünde, bizim o pek övündüğümüz onurumuzdu aslında yerle yeksan olan…
Ayakkabı kutusu büyüklüğünde ve “öğrenilmiş çaresizlik içinde kıvranan” bir ülkede naif gezi çocuklarını terör örgütü, polisleri ise mağdur diye gösterip dava açan ve iş kendine dönünce adliye önünde broşür dağıtan herkesin bildiği savcının/savcıların elinden verilen takipsizlik kararı, işkence gören ve dayanamayıp intihar eden Onur Can’ın annesini, Hatice Can’ı, kara bir sayfa olarak bu toprakların tarihine kazıdı.
Hatice Can ömrü boyunca kadın hakları üzerine çalıştı. Kadının toplum içindeki konumunun iyileştirilmesi, eğitimi, hakları ve toplumsal cinsiyet konularında uzmandı.
Bundan 15 yıl önce, kadın hakları konusundaki düşüncemi beğenince, ertesi gün bana çok sevdiği, Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” isimli kadın hareketinin efsane kitabını hediye etmişti.
Kadın hakları savunucusu ünlü İngiliz yazar Virginia Woolf da, Hatice Can’la hemen hemen aynı yaşlarda, hayatın ağırlığına dayanamayıp, bir yandan İkinci Dünya Savaşının güçlükleri altında ezilirken, öte yandan bir yazar için istediği gibi yazamamanın getirdiği sıkıntıyla girdiği ruhsal bunalım sonucu, ceplerine taş doldurarak evinin yakınındaki nehre atlayıp intihar etmişti.
Değişmeyen dünyaya, çakışan hayatlara bakın.
II- 2013 yılında 268 kadının katledildiği, 143 kadının tecavüze, 245 kadının da tacize uğradığı, karşılaştıkları baskılara isyan ederek intihar girişiminde bulunan 70 kadından 58’inin hayatını kaybettiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu terörü kim durduracak?..
Dünyadaki şiddet mi evdeki şiddeti doğuruyor, evdeki şiddet mi dünyadakini: Tam tavuk- yumurta hikâyesi.
Terör sadece bu değil elbette...
Kadını, namusun tek öznesine indirgeyen ve bütün politikaları buradan yürüten, sadece çocuk doğuran bir makine olarak algılayan ve sürekli evde tutmaya gayret eden, çalışan kadınları destekler gibi yapıp, çalışmayı kolaylaştıran sosyal politika önlemlerini almayan veya kısıtlayan eril(miş gibi yapan) siyasal iktidarlardır asıl suçlu.
8 Mart cumartesi günü Dünya Kadınlar Günü’ydü…Tam adıyla dünya emekçi kadınlar günü olan bugün, simgesel bir hatırlama günüdür…
Kutlamak ve çiçek dağıtmak sorumluluğu kaldırmaz…ve gelecek günlerin kara kehanetini silmez.
III- Çocuklarını eczanede büyüten kadın eczacılar…
Bir yandan eczaneyi ayakta tutacak denge sürüp gider; yürümezsen düşersin.
Bir yandan annesin…
Eczanesinin başında duran eczacının kazanca katkısı üzerine tahminler, çıkarımlar var; bir araştırma yapılmış mı bilmiyorum. Ancak şunu herkes biliyor ki, eczacı başında olduğunda eczane tamdır ve kazanç artar.
Kadınların, belki de eğitimli kadınların en çok çalıştığı iş alanlarından birisi eczacılıktır. Tam istatistik nedir bilmiyorum, ancak serbest eczacıların yarıdan biraz fazlasının kadın olduğu tahmin ediliyor.
Ne anne eczacılara ne de diğer kadın eczacılara eczacılık mevzuatının tanıdığı pozitif ayrımcı bir hak yok.
Bu durum unutulmasın, bir yerlere not düşülsün.
EPİLOG
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
N. Hikmet