Hava kurşun gibi ağır. Bu havada yazı yazmak, konuşmak, çalışmak, iş yapmak giderek zorlaşıyor… Her iş bu ağırlığın altında eziliyor, hafifliyor ve yapılamaz hale geliyor.
2016 yılında gezegenin en güzel ülkelerinden birinde hava kurşun gibi ağır... Kaotik bir dönemden geçiyoruz. Kaostan düzen doğar mı bunu hâlâ bilmiyor; sadece umut ediyoruz.
Yıllardır herkesin bildiği, haklarında yazılanların, çizilenlerin, anlatılanların koca bir kütüphaneye denk geleceği bir tarikat, üstelik baştan beri devleti ele geçirmeyi niyeti olduğunu açıkça söyleyerek darbe girişiminde bulundu. Darbe girişimcileri, ortaklarıyla daha önce “ordu darbe yapacak” diye herkesi inandırmış, kurdukları türlü tuzaklarla insanları mapusane damında çürütmüştü. Kamu yönetiminin en kritik noktalarını hızla ele geçirmek için her türlü kirli yolu seçmişti.
En yakından söyleyeyim, çok iyi tanıdığım birisi… Canımız Hatice Ablamız, arkadaşımız (Hatice Can) ve oğlu Onur Yaser Can’ı intihara sürükleyen adaletsizlik duygusunun altından da darbeci savcı ve polisler çıktı.
Ülke; polisi, savcısı, bürokratıyla zaten teslim alınmış, foyaları ortaya çıkınca son fırçayı vurmak isteyen asker kanadı saldırmıştı. Bilinen darbe yöntemlerinin tersine, henüz tam olarak ne olduğunu, nasıl olduğunu, kimlerle işbirliği yapıldığını tam anlayamadığımız, dezenformasyonun yoğun olduğu bir dönemdeyiz. Henüz iddianameler ortada yok. Mahkeme önünde kimse dinlenmedi. Özetle ne olup bittiği konusunu sıradan vatandaşlar olarak bilmiyoruz, sadece sonuçları değerlendirmeye çalışıyoruz. Kim kiminle, kim işin içinde, kim dışında belirsizliğini koruyor.
Kırmızı Pazartesi romanını hatırlatıyor olan biten. Kısa ama olağanüstü bir roman. Herkesin tek tek işleneceğini bildiği ama kimsenin engellemediği namus cinayetini anlatır Marquez.
Vicario kardeşler Santiago Nasar’ı öldüreceklerini açık açık herkese söyler. Kasaba halkı göz göre göre gelen cinayeti önceden bilmektedir yani. Hatta Nasar’ın yakınları ve polis bile haberdardır ama yine de cinayet gerçekleşir. Vicario kardeşler bağıra çağıra açıklarlar cinayeti, tehdit ederler, ama kimse inanmaz; çünkü onlar “iyi ve efendi çocuklar” dır. Kimisi delirdiklerini, kimisi sarhoş olduklarını, olayı araştıran polis ise martaval okuduklarını düşünür. Ha bir de cinayeti isteyenler vardır ama bu roman onları odağına almıyor, onların hikayesini anlatmıyor.
Klasik polisiyenin tersine katil baştan bilinmektedir. Ama durun durun!.. anlatan G.G.Marquez olunca, baştan da bilseniz katili, elinizde olmadan, ha birileri durumu fark edecek ha olay çözülecek ve cinayet önlenecek diye diye sonunu getiriyorsunuz romanın.
Ne kadar tanıdık bir öykü değil mi?
Sadece üç beş yıl geriye gidin ve düşünün. Ne çok yaşadık son zamanlarda “önceden ilan edilmiş cinayet” öyküleri ve benzerlerini… Ama hepsi bir yana son darbe girişimini bir sanat yapıtıyla alegorik biçimde anlatmak isteseniz, yeniden birşey yapmaya, yeniden birşey yazmaya gerek yok. Kırmızı Pazartesi’yi okuyun yeter.
Bitirince kimbilir belki dudaklarınızdan şu dizeler dökülür: “Hava toprak gibi gebe/Hava kurşun gibi ağır…Bağır bağır bağır..”
https://twitter.com/_FevziCakmak_