1928’den beri reçetesiz ilaç satışı yasaksa, anlamadığım bir şey var…

Rahmetli babam neden Bakkal İrfan’dan eve gripin alıp alıp istif eder, hatta evde bulamazsa en küçük çocuğu olan beni tırısa kaldırıp gripin aldırtırdı…

Törenle gripinin kaşesini açıp içindeki tozu yutar ve üstüne su içerdi. Biraz toplanır gibi olurdu. Hadi yallah bir de yatmadan önce, biraz da terledi mi tamamdır; sabah birden kendine gelirdi Ali Çakmak. Sonradan çok denedim ama bir türlü aynı etkiyi yakalayamadım. Bunun bir de plasebo etkisi vardı galiba!..

Reçetesiz ilaç satışı 1928 yılından beri yasaksa neden bütün bir çocukluk ve ilkgençlik imajı olarak yer etti zihnimde bu; ortada reçete yoktu ve biz bakkaldan alıyorduk ağrı kesiciyi..

Bense aynı etkiyi Aspirin’de yaşıyorum, suda eriyen var ya işte özellikle o… Ama hiç reçeteyle almadım.

İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu 26.05.1928 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer.

Ondan çok değil 30 yıl önce Alman kimyager Felix Hoffmann, asetilsalisilikasiti 1897’de tedavi amacıyla ağızdan alınabilecek şekilde saf hale getirir ve kimyasal üretime geçilmesini sağlar. 1899 yılında Bayer firması Aspirin’i toz halinde piyasa sürer.

Asetilsalisilik asit daha önce kullanılıyor muydu peki? Yüzyıllar boyunca hem de… Söğüt kabuğundan elde edilerek otacılar tarafından baş tacı edilmişti. Bu insanlığın birikimiydi, yabana atılamaz.

Ancak bilim işin içine girince her isteyen, insan sağlığı için iyidir diye ortaya atlayamaz, çıkamaz, çıkmamalı. Sonrası bilinen hikaye; uzmanlaşma ve işbölümü başlar, otacılar ayrışır. Otacılık, şamanlık bir kişide toplanmaz artık… Sağlık meslekleri, ilacı üreten, tedavi eden, ilacı yapan, danışmanlığını ve satışını yapanlar şekilde farklılaşır.

Hastaları sorarsanız, onlar da eski hastalar değil artık… Onlar da toplumsal dönüşümün, eğitimin, bilincin gelişiminde yerlerini alırlar.

Memlekete dönersek, bu tartışmada en önce söylenmesi gereken şeyi unutmadan yüksek sesle söyleyelim: “İyi ama 1928 koşullarında yaşamıyoruz ki.”

1928 yılı genç Cumhuriyetimiz için çok önemli bir yıl. Harf devriminin ardından başlatılan okuma yazma seferberlikleriyle okur yazar sayısı her geçen yıl artar; 1927'de yüzde 11 olan okur yazarlık oranı 1935`de yüzde 20,4'e, 1960'ta yüzde 39.5'e, 2008’de yüzde 85.71, Nisan 2013 itibariyle 6 yaş ve üzeri okur yazar nüfus oranı % 95,78 olduğunu söylüyor veriler.

Yoksa bu sürede Sağlık Bakanlığı yok muydu ülkede? Sıhhat ve Muavenet Bakanlığı neydi peki, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı?.. Sağlık Bakanlığı, hem de en T.C. Sağlık Bakanlığı…yok muydu da bir kısım ilaçlar için reçetesiz satış fiili durum haline geldi.

1928 koşullarında değiliz, bilinçli ve eğitimli bir halk var artık karşımızda, o halde hafife almak niye...

İki Yasa’da var ilacın satışının nasıl olacağı…

1928’de yürürlüğe giren 1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanunu’nun 1. maddesinin 2. fıkrası “Tabip reçetesiyle verilmesi meşrut olanlar ancak reçete mukabilinde ve diğerleri reçetesiz olarak münhasıran eczanelerle ecza ticarethanelerinde kanunu mahsusuna tevfikan satılır.” şeklindedir.

İkincisi ise 1953’de yürürlüğe giren 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 24. maddesi: Reçete mukabilinde verilmesi meşrut olan ilaçların reçetesiz verilmesi ve zehirli ve müessir maddelerin eczanelerde toptan satılması yasaktır.”

Kabaca iki kanun maddesine bakıldığında, bazı ilaçların reçetesiz satılabileceği apaçık görülüyor. Tabip reçetesiyle meşrut olanların reçeteyle, “..diğerlerinin ise reçetesiz olarak münhasıran…kanunu mahsusuna tevfikan” satılır diyor kanun.

Biz sıradan vatandaşların soruları ve istemleri bundan sonra geliyor: Birisi; bir vatan evladı, bir devlet yetkilisi, üniversite mensubu ya da bir meslek kuruluşu yetkilisi, lütfen, anlamı koşullu, şarta bağlı olan “reçeteyle verilmesi meşrut olma” kavramını ve bunun hangi ilaçları içerdiğini ve uygulamasını bir bir anlatsın. Tane tane… Bilelim, öğrenelim, nedir, ne değildir.

Gelelim dostumuz Felix Hoffmann’a…

Hoffmann, sadece asetilsalisilikasiti değil ondan daha fazla önem vererek ve çağın en büyük ağrı kesicisi olduğu iddiasıyla heroin hydrochlor denilen diasetilmorfin yani bildiğimiz eroini de sentezlemiştir. Ama yaşamın cilvesi işte; bunun uyuşturucu olduğu ortaya çıkınca hayal kırıklığına uğrayanlar, onu bırakıp nerdeyse aslında çağın en önemli ilacı aspirini yerli yerine oturtmuştur. Yoksa böyle olmasaydı heroin hydrochlor’ü de Bakkal İrfan satar mıydı bilmem…

Ama asıl anlaşılamayan neden şu meşhur biber gazının da reçeteyle satılmadığı…

Zira Felix Hoffmann’ı mezarından hortlatacak şekilde Gezi olayları sırasında Ankara’da gençler “biber gazı bizdee kafaaa yapıııyor, biber gazıı bizdee kafa yapıııyor” diye bağırıyorlardı.

Baksanıza… ilaç gibi geldi gençlere.

Yapmayın…etmeyin…sayın büyüklerimiz, yüce devlet kuşu… bu duyarlılığınıza hürmeten biber gazını da reçeteli isteriz...

 

f.cakmak@eczacininsesi.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat