Uzm.Ecz. Ahmet Nezihi PEKCAN
1.Bölüm
"Reçete ilk bakışta hekim-hasta-eczacı iletişimini sağlayan küçük bir kağıt parçası gibi görünse de, İnsanlar tarafından üzerinde yazılanlar güçlükle okunsa da, hasta açısından umut kaynağı olan, onları sağlıklarına kavuşturan değerli bir kağıt parçasıdır reçete".
Bazen bir reçete çok şey anlatır…İçlerinde yazıldığı döneme ait sırlar taşıyan reçeteler vardır.
Ankaralılar bilirler. Tunalı Hilmi caddesinde faaliyet gösteren sevgili Fikret Ağabeyimizin adı ile anılan Eczanesi’ni ziyarete gittiğimde bana hediye ettiği bu 1937 tarihli bu reçete, gerçekten de bir döneme ışık tutmakta…
Reçete o dönemlerin ünlü isimlerini bir araya getiren tarihi bir belge niteliğinde…Bir çoğumuzun henüz dünyada olmadığı yıllar. Yani bundan tam 80 yıl öncesine ait. Reçeteyi yazan hekim o dönemin ünlü Mazhar Osman isimli hekimi. Ülkemize çağdaş ve modern bir psikiyatri ekolünü getirmiş, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bir dönem onun adıyla “Mazhar Osman Hastanesi” olarak anılmış.
Reçete birkaç kez tekrarlanmış ve her seferinde farklı eczanelerce hazırlanmış. Ancak hazırlanırken özellikle o dönemin ünlü Eczacılarımı seçilmiş yada o yıllarda yaşayan Eczacıların hepsi sonra dan ünlü mü olmuş bilinmez.
Bakın reçetenin hazırlandığı İzmir’de Şifa Eczanesinin sahibi kimmiş. Süleyman Ferit Eczacıbaşı, Eczacıbaşı Topluluğu’nun kurucusu Dr. Nejat F. Eczacıbaşı’nın babası Süleyman Ferit Eczacıbaşı (1885-1973).
24 haziran 1937 de ise İstanbul’da ilk Osmanlı Türk Eczacılarından Beşir Kemal’in Eczanesinde hazırlanmış…
Ve reçetede bir diğer Eczanenin adı yer almakta…İzmir’in ünlü eczacısı Kemal Kamil Aktaş’ın Eczanesi…
İsterseniz bu isimlerin kısa hikayelerine bir göz atalım. Böylelikle reçetenin tarihi önemi anlaşılacaktır.
Mazhar Osman UZMAN
Mazhar Osman, 5 Mayıs 1884’te o tarihlerde Osmanlı topraklarından olan Meriç Nehri kıyısındaki Dedeağaç’ın Sofulu köyünde doğar. Babası Osman Zühtü Efendi, Annesi Çerkes Atiye Hanım’dır. Üç kardeşi kuşpalazı hastalığından ölen Mazhar Osman, banka memuru olan babasının Kırklareli’ne tayin olmasıyla, okula bu şehirde başlar ve ilkokulu burada tamamlar. Babası Osman Efendi çalıştığı bankanın Üsküdar şubesine tayin olduğunda Mazhar Osman on yaşındadır. İstanbul’a gelince Üsküdar Mülki İdadisi’ne başlar. Buradan okul birincisi olarak 1898’de mezun olur. Ardından Mülkiye’ye gitmek istese de maddi sorunlar yüzünden gidemez. Tıbbiye-i Askeriye’ye girer.
Ailesinin maddi olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle hem okur hem çalışır. Komşularının bahçelerini sular, mektuplarını yazar, onlara kuyudan su çeker. Üç beş kuruş harçlık kazanmak için ilkokul çağlarından itibaren her türlü işi yapar. Babası Ziraat Bankasındaki işini kaybettiğinde genç Mazhar Osman askeri tıbbiyeye devam etmektedir. Bu olay ailenin bütün mali dengelerini bozmuştur, Osman’ın eğitimine devam edebilmesi için para kazanması şarttır. O sıralarda İstanbul’da evde ya da hastanede vefat edenlerin başında sabaha kadar bir görevli beklemektedir. Lübnanlı bir hocasının tavsiyesi üzerine bu işe talip olan Osman, defnedilmeyi bekleyen ölülerin başında tutmaya başladığı gece nöbetleriyle çok cüz’i paralar kazanır. Mazhar Osman, tıbbiyede okurken kadın doğum ve dahiliye bölümlerinden birinde okumak ister. Ancak bu bölümlere alınmayınca Haydarpaşa’ya taşınan Tıbbiye Mektebinde son sınıftayken hocası Raşit Tahsin’in yönlendirmesiyle akliye-asabiye branşını seçer. Bu duruma yakınları büyük tepki gösterir. Özellikle de yakın bir arkadaşının “Bunca okumadan sonra mecnunlarla mı uğraşacaksın? Yapma Allah aşkına Mazhar. Bu tam manasıyla zekanın intiharı demektir!” diye şiddetle karşı çıkmasını Mazhar Osman hayatı boyunca unutamaz.
1904 yılında Tabip Yüzbaşı rütbesiyle diplomasını alır. Hicaz’a tayini çıkar, ancak gidişi bir yıl ertelenir. Bunun üzerine bir yıl Gülhane Askeri Hastanesi Akliye Servisinde staj yapar. 1906’da Askeri Tıbbiye’de akıl hastalıkları dersi muallim yardımcısı olur. İlk eseri “Tabâbet-i Ruhiye” bu arada yayınlanır. Meşrutiyet’in yeniden ilan edildiği 1908’de Almanya’ya Münih ve Berlin Üniversitelerine gider, Almanca öğrenip yeniden Psikiyatri üzerine tıp eğitimi alarak ihtisasını yapar. 1911’de yurda dönüşünde Gülhane Askeri Hastanesi Akıl Hastalıkları Kliniğinde görev alır. 1912’de askeri hekim olarak Balkan Harbi’ne katılır, gezici hastane başhekimi olarak Lüleburgaz ve Çatalca cephelerinde harp sahalarında koleraya karşı verilen mücadeleye katılır.
1910 yılında İstanbul’da başladığı serbest doktorluğa Balkan harbinin çıkmasıyla ara verir ve tekrar Berlin’e giderek Charitee Kliniğinde Prof. Ziehen ve Oppenheim’la çalışır. İstanbul’a döndüğünde Askeri Sıhhiye başkanı Süleyman Numan Paşa, Gülhane’den akliye, asabiye, kadın doğum ve anatomi derslerini kaldırınca Mazhar Osman değil hocalık yapmak, yıllardan beri canla başla çalıştığı Gülhane’de hasta bile bulamaz. 1914’te Gülhane’den ve askeriyeden istifa ederek Haseki Hastanesi başhekimi olur. Ardından 1. Dünya Savaşının patlaması üzerine binbaşı rütbesiyle yeniden askere alınır ve Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde akliye ve asabiye mütehassıslığına atanır. Bu sırada, esas olarak akıl hastası numarası yapanların oyunlarını açığa çıkararak onları askere sevk etmekle uğraşır.
1917 yılından itibaren birçok hastanede çalışan Mazhar Osman Toptaşı Bimarhânesini (akıl hastalarının tedavi edildiği yer) çağdaş ve modern bir psikiyatri kliniği haline getirmek için uğraşır. Bu sırada Karacaahmet Miskinler Tekkesi’nde barınan cüzzamlılar için Toptaşı’nda ayrı bir pavyon ayarlar, tekkeyi de kapatır. Dönemin genel sağlık müfettişi Tevfik Rüştü Bey’in emriyle, Edirne’deki ilk Osmanlı Bimârhanesi olan Darüşşifa’yı ziyaret eder. Zincirlere bağlı tedavi edilen (!) akıl hastalarını bu perişanlıktan kurtarır ve onları Kıyık’taki Fransız Hastanesine taşır. Bu dönemde, o güne kadar uygulanan eski tedavi yöntemlerinin yerini çağdaş tedavi yöntemlerinin almasında, yeterince önemsenmeyen bu hekimlik dalının gereken ilgiyi görmesinde ve yeni kadroların bu yönde özendirilmesinde önemli rol oynar. Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde, zamanın en ünlü şairi Tevfik Fikret’le tanışır. Savaş nedeniyle İstanbul’a dönen şair Abdülhak Hamid’i tedavi eder, bu arada Neyzen Tevfik de hastanenin müdavimleri arasındadır.
1 Mayıs 1919’da, Türkiye dergicilik tarihinde eşine ender rastlanan bir şekilde, 32 yıl boyunca yayınlanacak olan ve başyazarlığını da kendisinin yaptığı İstanbul Seririyatı Dergisi’ni çıkarmaya başlar. (Seririyat: Doktorların hastanede ve hasta başında tıp öğrencilerine verdikleri dersler.) 5 Mart 1920’de Yeşilay Cemiyeti’ni kurar. Toptaşı Bimârhanesinde tedavi edilen hastalar için Bakırköy’de bulunan ve terk edilmiş bir kışla olan Reşadiye Kışlasının bulunduğu araziyi devletten talep eder. Dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, başbakanı İsmet İnönü ve içişleri bakanı Refik Saydam’ın onayı ile 1924 yılında başlayan süreç, 15 Haziran 1927 tarihinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin kurulmasıyla tamamlanır. Mazhar Osman, hastanede uzun süre başhekimlik görevinde bulunur. Reşadiye kışlasının tahsis edilmesiyle Mazhar Osman, örneklerini Avrupa’da görüp inceleme ve çalışma şansı bulduğu insancıl, modern ve ilmi akıl hastanesinin bir örneğini nihayet genç Türkiye Cumhuriyeti’nde kurma fırsatını yakalar. Üç yıla yakın süren tadilat, inşaat ve taşınma işlemleri sonunda Mazhar Osman ve idealist, coşkulu ekibi İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesini (Şimdiki Bakırköy Akıl Hastalıkları Hastanesi) hizmete açarlar.
1933’te ordinaryüs profesör olur ve İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Başkanlığına getirilir 1941’de başhekimlik görevini bırakarak emekliye ayrılan Mazhar Osman 31 Ağustos 1951 tarihinde şeker hastalığı ve nefes darlığı yüzünden İstanbul’da vefat eder. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, bir dönem onun adıyla “Mazhar Osman Hastanesi” olarak anılmıştır. Ölümünden iki gün sonra, Bakırköy’deki kıdemli hastalarından ‘‘De Gaulle” lakaplı hasta, pencereden bahçedeki doktorlara seslenir: ‘‘Doktor beyler, Mazhar Osman öldü diye uydurmuşlar. Mazhar Osman ölür mü, ne saçma şey. Bir zamanlar Atatürk için de öldü diye çıkarmışlardı.” Bir gün nüktedan ve renkli kişiliğiyle de tanınan Akıl ve Ruh Hastalıkları Uzmanı Mazhar Osman Atatürk’le sohbet etmektedir. Bu sohbet esnasında bir ara Atatürk, Mazhar Osman’a sorar: “Osman Bey, bu delilik nasıl bir şey?” Mazhar Osman: “Gazi Paşam az da olsa herkeste bir parça vardır” deyince Atatürk: “Ne demek istiyorsun, bende de mi var?” der. Hoş sohbet ve sözünü esirgemeyen biri olan Mazhar Osman:”Ohooo… Sizde herkesten bin beteri var. İçeride ve dışarıda dört iklim yedi cihana kafa tutmak akıllı adamın yapacağı iş mi?” der. Atatürk bu söze dakikalarca güler.
Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış,içmeye devam ettiği takdirde hayati tehlike doğacağını söylemiştir. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiştir Neyzen’e. Aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e bir yerde içki içerken rastlamış, hemen hatırlatmış: “Hani sen içki içmemek üzere and içmiştin?” Neyzen hemen şöyle cevap vermiş: “Üstat, biz fakir adamız; bulunca içki içeriz, bulmayınca and içeriz…” Mazhar Osman bir gün sık sık kendisine tedaviye getirilen hastası Neyzen Tevfik’e rastlar sokakta. Mazhar Hoca her seferinde Neyzen’i taburcu ederken kendisine içki içmeyi yasaklarmış. Neyzen de taburcu olur olmaz soluğu meyhanede alırmış. Yine yeni taburcu olduğu günlerden birinde Neyzen’i elinde rakı şişesiyle görünce Mazhar Hoca’nın tepesi atar: “Ne bu halin? Çabuk dök onu yere Neyzen.” der. Neyzen Mazhar Hoca’dan çekinir, ama kafa iyi olduğu için bu kez aldırmaz: “Dökemem çünkü şişenin yarısı Çallı İbrahim’in.” der. Mazhar Hoca öfkesinden deliye döner, sesini daha da yükselterek bağırır: “O zaman senin olan yarısını dök.” Neyzen yine diretir: “Dökemem Hoca!” Neden, diye soran Mazhar Osman’a Neyzen gayet sakin şöyle cevap verir: “Benim payım altta da ondan.” Bir gün Mazhar Osman’a sorarlar: “Delilerden korkar mısın?” diye. O da şöyle cevap verir: “Ben delilerden değil, akıllı geçinenlerden korkarım, hele psikopatlardan çok çekinirim. Onlar vefasızdır, onların dostluklarına hiç güvenilmez. Kendilerini dev aynasında görüp, başkalarını küçümserler, bu sayede büyüyeceklerini sanırlar. Tek amaçları kısa zamanda şöhretin yolunu bulabilmektir. Bunu başarabilmek için şeytani zekalarıyla, her şeye başvurabilirler.
”Oğlu Azmi Cülmut Uzman’a son sözleri ile bitirelim listemizi: “Oğlum, belki seni bir daha göremeyeceğim. Hayatta çok çalıştım, muvaffak oldum, mevki ve şöhrete nail oldum. Şu anda bunların aciz kıymetler olduğunu öğreniyorum. Hayatta ne olursan ol, parayı hakir gör, şöhretten iğren. Fakat dik yürü, her zaman dik yürü ve iyi bir insan ol!”
*****
"Süleyman Ferit Eczacıbaşı" ile devam edecek...