KAHROLSUN BEKÇİLER
AVARA GERÇEK DUYGULAR
Aslında sözcüklerin büyüsü beni kandıran
Dünyada dün yok mudur, vardır
Dünkü ellerim ayaklarım gibi vardır
Dünkü bir tren bileti gibi
Çünkü dün Onun gittiği trenin ardından
Düzleri ovaları düşünüp
Sanki ne kadar dağlandım”
Turgut Uyar
Bütün renkler aynı hızla kirlenirken birincilik Beyaz’ın olunca, Kronos’u aldı bir telaş. Tüm keşişlerini çağırdı huzuruna. “Bulun” dedi “Getirin en değerlimi bana”. Kronos’un keşişleri başladılar yürümeye. Benden duymuş olmayın ama derler ki, onlar yürüdükçe dönermiş dünya.
Hal böyle olunca, “Zaman”ın içindeki bütün “an”lar arasında tarifsiz bir yarış başladı. Kadere rüşvet veren mi istersin, ölüme meydan okuyan mı? Kronos’un en değerlisi olmakla insanın en değerlisi olmak arasında kalanlar mı, zamandan an çalan Robin Hood’la birlikte çalışanlar mı?
Birinci Beyaz ise temizlenmeye çalışıyordu bir kenarda, masumiyetinin hem ödülü hem cezası olan asasını bırakmadan elinden. Birkaç minik “an” üşüşüverdi başına, “nasıl birinci oldunuz efendim?”, “en değerli renk siz misiniz artık?”, “peki, ne yapacaksınız bundan sonra?... Son soruyla kafasını kaldıran Beyaz, uzaklaşmadan hemen önce oradan, isli gözleriyle bakıp minik “an”lara usulca fısıldadı “büyüyünce kaybolmayın zamanda”. O günden beri görünmek için gerçek masumiyetiyle, az da olsa karanlık “an”lar ararmış, birincilik asası hep elinde.
Gelelim Kronos’un durmadan yürüyen keşişlerine… Anladıklarından beri en değerli anın her insanın kendi boşluğunda gizlendiğini, insanlığın peşine düştüler Kronos’tan aldıkları güçle. Ve ele geçirmek için istediklerini, türlü “an”lar ördüler insanoğlunun başına. Kısa zamanda öğrendiler bir “an”ın değerini anlaması için o “an”ı kaybetmesi gerektiğini insanoğlunun.
İşte tam da bu yüzden durdurmadı Kronos onları. Görmüştü insanın içindeki boşlukta saklanan “an” ları. Anlam verememişti bir türlü. Çünkü tam “Umut” a verecekti birinciliği, umutsuzluğun olduğu yerde aslında binlerce umudun yeşermek için beklediğini gördü. “Korku” ya uzandı eli, cesaret tomurcukları açtığı anda daha yükseğe çıktığında korku, ulaşamadı. “Aşk” dedi, nefretin dalları çizdi yüzünü. Derken keşişlerden birine rastladı. “Anlat” dedi. “Nedir bu işin aslı astarı?”
Keşiş emanet edip gözlerini Beyaz’a dili döndüğünce sıraladı kelimeleri, kalbindeki kirlilikleri yamarcasına.
“Adı olmayan ülkenin en ücra köşesindeki çocuk parkında yaşarmış neşe ve keder. Tahterevallinin müdavimleri olsalar da salıncak senin kum havuzu benim döner durularmış parkın içinde ama sırayla. Neşe bir yere bir göğe bakarken salıncakta, keder ağır basarmış tahterevallinin ucunda. Kader dermiş buna büyükler, bir harfle teğet geçtiği kederin, neşenin yarattığı fırtınada bile mıh gibi yerinde kalmasıymış. Neşe ise habersizmiş salıncakta gününü gün ederken çıkardığı fırtınadan, sanırmış ki herkes gibi o da rüzgarla oynaşırmış. Kederin sırası geldiğinde kum havuzuna gidermiş önce. Başını gömdüğü kumlar gözüne kaçınca bir güzel ağlarmış. Öylesine ağlarmış ki adam boyu gözyaşından mütevellit, neşe anlamazmış boğulduğu denizin hangi ara oluştuğunu.
Adı olmayan ülkenin adı olmayan putları böyle olmaz demiş olmalılar ki neşenin önüne kattığı fırtınayı da kederin seline kapılan yaprakları da engellemek için bekçiler teyellemişler parkın kapısına. Altın apoletli şapkasından tavşan çıkarmak şöyle dursun, altın iplikleriyle boğum boğum yaparmış parka giden yolu görev aşığı bekçi. O günden beri bekçili parklarda ne sel ne fırtına… Dengedeki tahterevallide neşeyle keder, putlaşmış bedenlerinden kalan gözleriyle bakarmış birbirlerine. “
Çok neşeniz olsun bu sene.
Savrulsun kahkahalarınız.
Çokça da ağlayın ilk defa ağlar gibi.
Defedin bekçileri...
Ve bakın yüreğinizin içine, yalnızca sizi kedere boğan şeyin sizi neşelendirdiğini göreceksiniz. *
Yeni yılda
Duygular fora...
Gaye •
—
*Halil Cibran - Ermiş