Ecz. Süleyman Arslantürk
Meslekte 50 yılın yorgunluğu anılarına götürüyor, kaçırıyor insanı.
İşten, memleketten, meslekten yorulan bizler, neydi o günler, neydi o öğrenciliğimiz, neydi o gençliğimiz, neydi o yeni eczanelerimiz diye anlatacak genç arıyor, bulunca da dinlemeseler bile anlatıyor da anlatılıyoruz. Ya da emekliler gelince ki onlar da zaten konuşacak kimse arıyorlar, lafladıkça laflıyoruz, anıları canlandırıyor, ısıtıyor, kaynatıyor, koşturuyoruz.
1968’de İ.Ü. Eczacılık Fakültesi üçüncü sınıfta idim. Bahar keyfi, mayıs sıkıntısı sarmıştı. Derslere istersek, laboratuvarlara ise zorunlu devam ediyorduk. Ara sınav olmadığı için derslerden korkmuyorduk, ama, laboratuvarlarda puanları toplayamazsan, bir sakarlık yapıp laboratuvarı birbirine katarsan bismillah demeden sömestre kaybediyorduk. Sonra da filmin ikinci yarısında sinemaya gider gibi sınıfın ikinci yarısından derslere, laboratuvarlara başlıyorduk. Kafamız karışıyordu, bir sömestre kayıp olunca arkası da geliyordu. Dört yıllık fakülteyi yüzde 50’miz altı yılda bitirdik. 155 başarılı, seçkin, yüksek puanlı öğrenciden normal zamanında, erken açan çiçekler gibi, erken uçan kuşlar gibi beş arkadaşımız mezun olabildi. Ve onlar bu sene mesleklerinde 50. yıl belgelerini aldı. 50. yıllarında 50 arkadaş çağırırlar da kutlarız diye bekledim, kimse çağırmadı.
Kısmet olursa eczacılığımın 50. yılına, (stajyer eczacılığım sayılırsa doldu, taştı) söz veriyorum, 50 arkadaşımı çağırarak (Allah günah yazmasın, kimse duymasın, Ramazana rastlamazsa) şampanya patlatacağım. Sevgili arkadaşlarım, beni unutmuşsun demeyin, tabii ki unutabilirim artık, bak meydandan bağırıyorum, duyduk, duymadık, unuttuk demeyin, kulak pilim zayıflamış demeyin, sen kimdin be, bir gençlik resmini görebilir miyim demeyin. Kimler geliyor demeyin bana, (‘bir sen yetersin’ deyin) ve buyurun gelin, yeriniz ayrıldı.
Heyyy!... Mesleğinde 50. yıl belgesi alanlar!.. Ne yapıyorsunuz? Anlatıp, atıp tutup durmayın, tarih olmuşsunuz, yazın anılarınızı artık, yazın… Yazın da görelim okuldaki başarılarınızı, bataklık, cıvık, kaypak, vıcık piyasada da gösterebildiniz mi?
Memleketi, mesleği, yöreyi yüceltebildiniz mi?
68 ruhuna uygun mücadele ve yaşam sürebildiniz mi?
xxx
1968’de İ.Ü. Eczacılık Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Azmi Kerman ve arkadaşlarının teklifi, Dekan Prof. Dr. Kasım Cemal Güven’in oluru, Vali Vefa Poyraz’ın tasdiki ile
14 Mayıs “Eczacılık Günü” ilan edildi.
Fakültede konuşmalar, İstanbul Spor ve Sergi Sarayında eğlenceler, kutlamalar yapıldı.
Amaç, eczacılığı geliştirmek ve saygınlaştırmak, yaygınlaştırmak idi.
14 Mayıs 1839’da Mektebi Tıbbıye, Tıp, Eczacılık diye ikiye ayrılmış. Eczacılık sınıfı ile eczacılık bağımsızlaşmış ve 1861’de de eczacılık “Bağımsız Sanat ve Meslek” olarak yasalaşmış.
Son elli yılda, eczacılığı geliştirebildik mi, saygınlaştırabildik mi bilmiyorum.
Bizim kuşak 1953 yılındaki yasa ile yönlendirilen her eczacılık diplomasına bir eczane uygulaması ile geçirdi ömrünü.
ABD ve AB ilaç üreticileri, ülkelerinde reçete ile sattırmakta zorlandıkları ilaçları, ülkemizde cayır cayır reçetesiz sattırdılar. Eczacılar da kolayına geldi diye ses çıkarmadı ve ilaçları satıp satıp paraları yediler. Bu kolaycılığı gören duyan bütün eczacılar eczaneye koştu, her diplomanın bir eczanesi oldu.
14 Mayıs 1839’da Tıp ve Eczacı diye ikiye ayrılan gövdenin Tıp kısmı, alt, üst dallarıyla 70’ten fazla uzmanlaştılar. İş öğrendiler, iş gördüler, işi götürüyorlar.
Bizler iş öğrenemedik, iş üretemedik, eczanede, eczacının (eczacıdan başkasının yapamayacağı, sadece ve sadece eczacının yapacağı iş nedir?) yapması gereken işi tarif edemedik, o işin kaça yapılabilirliğinin hesabını ve parasının kimden nasıl tahsil edileceğini bulamadık.
Eczacı, “ilaç satan beyaz gömlekli” den başka bir şey olamadı.
Kısaca, kısacık 50 yılda güzelim meslek sokaklara, yerlere serildi, gizemi kaçtı, havası soldu, havanı tozlandı.
ECZACI KAYBOLDU.
İki ayağı var eczacının. İlaç yapan, ilaç bilen.
50 yıldır iki ayağı da sallanıyor, sürünüyor. Yere sağlam basamıyor. Eczacıların yüzde 80’i eczanede konuşlandı. Yüzde 80’in çoğu elinin ucu ile sadece ilaç sattı, bir kısmı da diplomayı astı, kaçtı. Devletimiz, hocalarımız, partilerimiz, odalarımız bedel ödeyeceği danışacak eczacı aramadı, ilaç üretecek eczacı aramadı, sormadı. Halk eczacı aramadı, eczaneci aradı ve aradığını elini uzattığı yerde, aramadığı kadar buldu. Bana doğru dürüst eczacılık yap, ne zaman arasam elimin, gözümün altında, telefonumun ucunda ol, ne sorsam, doktora sor diye beni baştan savma” demedi. Ne zaman arasam “para aramaya gitti demesinler ” demedi.
Eczacıya yazık oldu, eczacı yok oldu, eczacı kayboldu.
Üretim olmayan yere sömürü ve fakirlik sızar. Sömürü, fakirlik, çaresizlik ensemizde; bizi korkutuyorlar. “Beterin beteri var, sesini çıkarma, keyfini kaçırma, dalgana bak” diye bize hem baskı hem de nanik yapıyorlar.
xxx
Yıl 1975. Siyah uzun saçlı, uzun favorili, gür bıyıklı, bol paralı, kasaba kızlarının gözdesi, eczane sahibiyim.
Bir akşam kasabanın doktor, emniyet müdürü, hakim vs gibi yaşı benden büyük arkadaş, amir, memur arasında bir profesyonel kumar masasına düştüm. Fakültede, Veznecilerde (kalabilmek için iki sene sıra beklemek gereken, dönemin en lüks öğrenci yurdu idi) Site Öğrenci Yurdunda potu 25 kuruştan oynadığımız poker biliyordum. O bilgiçlikle, o sarhoşlukla ben de oturdum masaya oyuncu olarak.
Zaman ilerledikçe, alınan verilen paralar büyüdükçe, sigara dumanı arttı, sesler yükseldi, önce şaka sonra ciddi tartışmalar arttı. Hepsinin bellerinde tabanca var. Korkmaya başladım, ama, bırakmazlar da, kaçamam da, çünkü iyi kardayım.
Üç beş masalık ıssız, penceresiz, sigara dumanından göz gözü görmeyen küçük odada oyunculardan başka birde, şimdi benim yaşımda olan, gün görmüş geçirmiş manacı denen adam vardı. Çay, sigara, su isteyenlere hizmet ediyordu.
Tartışmalar alevlenince, sesler çok yükselince, eli arka belinde, masa etrafında turalayan o adam, yüksek sesle masaya laf atmaya başladı.
“Paranı kaybet, neşeni kaybetme… Paranı kaybet neşeni kaybetme….”
xxx
Her şey güzel olacak!.. Olacak da!.. Eczacı ne olacak, ne iş yapacak?
Heyy gençler!.. Eczacı olacaklar, olmuşlar, şu sorunun yanıtını düşünüp, bulmadan, büyüklerinize, hocalarınıza, politikacılarınıza bu sorudan başka soru sormayınız. Sizi oyalıyorlar.
Not 1.
Soru: Eczanede eczacı, eczacıdan başkasının yapamayacağı neyi yapacak?
(Eczacıya başında ol dediklerine göre, galiba eczacının yapacağı bir şey var.)
Not 2.
“Ne olacak halimiz? Diye yakınıp durmayınız.
Ne düşünüyorsanız, neye hazırlanıyorsanız, ne yapacaksanız “o olacak haliniz”.
Not 3.
Önünüzdeki 50 yılları, geçmez, bitmez, baş edilmez, tükenmez diye har vurup harman savurmayın.
“Öyle bir geçer ki, öyle bir geçiyor ki zaman”
Heyy 50. Yıl plaketliler!..
Not 1.
“O ağacın altında ne iyi idik, o üç duvar arasında neler çektik, nasıl ağardı saçlarım” diye şarkı söylediğimizi zannederek, bağırıp, çağırıp, dertlenip, dertleşip durmayalım!.
Not 2.
“Gittiği yere kadar” diye ayak sürüyüp durmayalım. O mutfaksız, o kebap kokulu, o tuvaletsiz, o çöpe atsak atık parası isteyecekleri, dar, küçücük eczanelerimiz ne olacak?
(Herkes M…. mağazası açarken, ya bir gün böyle eczane de olursa diye hiç düşünmedik, Allah Korusun, ya şimdi başkaları açarsa!?)
Not 3.
Yeni yasa çıkarken, “genç meslektaşlarınız ne olacak, ne yapacak?” demedik hiç.
(Politikacılar gençlere, öğrencilere, yeni yasanın getireceği 1500 kişiyi bulmayacak yerleştirmeleri, baştan savmaları, öyle ballandırdılar, öyle anlattılar ki, kulaklarımı tıkadım, ama, gözlerimle gördüm o, gençlerin ve 50’liklerin işine yaramayan yeni yasayı 5.000 öğrencinin ayakta, çılgınca alkışladığını gözlerimle gördüm, terledim, dondum, çok büyük, en büyük bir kongrede.)
Bu soruların yanıtlarını bulmadan, söylemeden, yazıp odaların, fakültelerin, “Eczacının Sesi Özgür Köşe duvarına asmadan çekip gitmek 68 ruhuna yakışmayacak.
xxx
Eczacılık gününüz doğal olsun, düşünceli olsun, günlük güneşlik olsun, mavi ve yeşil renkli olsun…
Gençlerin, severek, şen, şakrak, çalışabilecekleri, arabasız olabilir ama mutlaka bisikletleri olan, kolay olmasa da mutlaka haysiyetli olan görev yapabilecekleri eczaneleri olsun.
Görevini yapan ile yapamayan eczane eczacısı mutlaka ayrılsın. Hak görevini yapana verilsin.
Birinci eczacının, olmayan, yada çok uzaklarda olan varmış gibi görünen eczacının, yardımcı eczacının, ikinci, üçüncü eczacının eczanedeki görev, hak ve sorumluluğu mutlaka net belirlensin. (Hep şampuan, oje, ruj satarak 10 tirilyon ciro yapıyorsa eczacı, ona ikinci, üçüncü eczacı gerekmez, o yükü haksız yere yüklenmesin).
Adalet, hak, hukuk herkese, her yerde, her zaman eşit, hazır, hazır ol da beklesin, hak yemesin, hak yedirmesin, hakkı yenenlerin hakkı ilerdeki günlere, öbür tarafa, Allaha havale edilmesin.