Yazmak için dertlenmek gerekir. Yoksa insanın içinden ellerine giden kalem tutma duygusu kolay kolay peydah olmaz. O duygu peydah olunca ise satırları düşünmeden, başlarsın harfleri kağıda avuç avuç saçmaya.
Anlamsız dursa da hızla saçılan harfler, sen derdini döküp de bitirince, ,önündeki kağıt nefes alınca şöyle bir; o anda anlamlı hale gelir cümleler, oluşur paragraflar ve kocaman bir 70 ‘lik tadında dertli bir yazı. Dertlenmek gerekir 70’ lik kafasına gelmek için. Memlekete dertlenmek gerekir mesela. Özgürce yaşayamayan insanlara dertlenmek gerekir, ayağında bot olmayan çocuğa, Ayaz ’ a dertlenmek gerekir mesela! Milyonlarca mültecinin misafir olduğu bir ülkede; aralık ayının soğuk bir gecesinde 40 günlük Ayaz ’ı; camları naylonla kaplı bir evde, babası Asker ocağındayken, donarak ölmeye terk edenlere söve söve yazarsın. Yazarsın da; ne yazsan içindeki ayaz ısınmaz.
Çocukluğunu özlersin bazen. Aşk zannettiğin çocukluk aşklarını. Özlem içine sığmaz dertlenirsin yazarsın. Çocukluk bitip de aşık olursan; kesin dertlenirsin. Belki bir devrime, belki bir ülküye belki de sana göre yaradılışlına inanamadığın bir kadına aşık olursun. Belki de celladına aşık olursun da ölüme gideceğini bilir; kocaman bir mutlulukla o yolda yürürken yazarsın. Yazdıkça ölümünü görür, ölümünü gördükçe yazarsın ama o yolda yürümekten hiç vazgeçemezsin yüzünde saçma bir sırıtma ile. Adı aşktır; sen ölüme dertlenirsin... yazarsın yani.
Kavuşamadığın için dertlenmek; yazmanın mitolojik halidir. İstediğinde hayal edersin sevgiliyi ama arayamazsın; en acısıdır aşkın. Sosyal medyanın sokaklarına dalar sokak aralarında sevgilinin yüzünü ararsın. Bir yüzünü görsen yeter zannedersin de; yüzünü görünce bir de haber alsam ne iyi olur dersin. Dertlenirsin haber alamadıkça. Tekrar başlarsın yazmaya sonra tekrar bir göz görmek için gene yalancı kaypak sosyal medya sokaklarına dalarsın. Ne o fotoğraflar gerçektir ne onun sana hissettiğini düşündüğün şeyler. Her şey bu kadar sanalken gerçek olan tek şey satırlara döktüğün harflerin. Çünkü onları yazarken ne filtre kullanırsın indirdiğin bir uygulamadan ne de düşünüp, uğraşıp, şekilden şekile girip poz vermişsindir beyaz sayfalara. Gerçektir hepsi. Yazdıkça canın yanar yandıkça kocaman bir gerçeklik kalbinden başlayıp tüm bedenini sarar.
Haber alırsın o da yetmez. Derdin artar gene. Bu sefer gördüğün en güzel manzarayı onun gözlerine sunmak ihtiyacı başlar. Yediğin lezzetli bir portakal boğazından geçmez. Sade bir kahvenin tadı ancak o varsa çıkar. İçtiğin rakı tek olmaktan, dubleye döner sonra biraz da başın döner; bu kadehi onunla tokuştursam dersin. Yoktur. Dertlenirsin. Dertler peydah oldukça içinde; yıldızlı bir gecenin portre hali olan sevgilinin gözüne, kalem parmaklarına yazarsın satırlarını. Sevgilinin kalem parmaklarına yazdığın satırlar kalem kalem uzarken sen bir kokuya hasret kalırsın. Kağıdın kokusu, hissettiğini zannettiğin sevda kokusuna karışır hangisi gerçek hangisi sanal bilmesen de bir an bırakıp kendini gerçek bir kokunun sanal alemine bırakırsın. Burnundan giren sanal koku beynindeki çakralarını açar; oturur yazarsın.
Yazmak aşık işidir yani. Aşık olmayanın yazdıkları duygudan yoksun bilgidir. Bilgi değişir, duygu yüreğe bir çizik atar. Bir gün değişse de duygun, çiziğin sızısı orada o günkü haliyle hep kalır.
Yazmak aş(ı)k işidir;
Memlekete aşık olan yazar,
Aşık olduğu şehrine hasret olan yazar,
Aşkına aşık olan yazar,
Allah’a aşık olan yazar şems gibi.
Bir de...
Kimsenin bilmediği bir mabedi kendine ev edinmiş derviş yazar. Dervişin mabedi kalemdir. Derviş derdine ulaşmak için yazar.