Türk Eczacıları Birliği (TEB) Başkanımız ve 54 Oda Başkanımızın çoğu sıcak koltuklarına (soğutmadan) yeniden oturdular.
Tanrı akıllarını, gönüllerini, yollarını açık tuta.
Şeyh Edebali’den Osman Bey’e:
“Ey Oğul!
Beysin!
Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…
Güceniklik bize; gönül almak sana…
Suçlamak bize; katlanmak sana…”
XXX
Allah sağlıklı uzun ömürler versin hocamız Kasım Cemal Güven, dekanlığının iddialı zamanlarında, ününün, zorluğunun zirve yaptığı sıralarda, öğrenci olaylarının dünyayı sardığı 1969 baharında, “Eczacılık Mevzuatı ve Deontoloji” dersi sonunda saatine baktı. Bizim gözümüz zaten saatlerimizde idi. Dersin bitmesine bir iki dakika var.
“Eczacı odaları kuruluş ve görevleri” dersini anlatmıştı.
Güldüğüne çok az rastlayabildiğimiz, uzun boyu, hafif kamburu ile her an kükreyip “Defol” çekebilir bildiğimiz, ciddiyetinden hiç şüphe etmediğimiz hocamız, en önde oturan arkadaşımızın omuzuna dokundu:
“Anlat bakalım ne yaparmış eczacı odaları?” dedi.
Ayağa fırlayan arkadaşımız ık, kök bir şeyler anlatmaya çalışırken, arkadaşın omuzuna elini bastırdı:
“Otur, otur yerine.” dedi.
Acı acı, düşünceli düşünceli, hızlı adımlarla gülümseyerek anfiden çıkıp giderken
“Hiç bir şey yapmazlar, sadece defter kitap satarlar.” dedi.
XXX
TEB ve Eczacı Odaları’ndan beklentiler:
1. Demokrasiyi geliştirmek, uygulamak, yaygınlaştırmak.
2. Mesleği etkinleştirmek, geliştirmek, yüceltmek.
3. Eczacıların etik, işini severek, birbirleriyle uyumlu çalışmalarını sağlamak ve haklarını korumak, geliştirmek.
4. Yurttaşların eczacıya edepli, saygılı davranmalarını öğretmek ve sağlamak.
Bu özet çerçevede, son 50 yılda, TEB ve odalar bu dört maddeden ilk ikisine dokunmadı, son iki maddede de çok bocaladı..
500 üyeli odam, 50 kişiyi bulmayan üye ile genel kurul yapıyor, coşku, heyecan, yok. Muhalefet yok. Ciddi bir gündem ve tartışma yok.
Odaların çoğu aynı.
Eczanemi açtığım günkü muvazaa, nöbet, haksız rekabet, eczacı hakkı, eczacı kar oranı vs. konuları utanmadan, hala capcanlı ortada geriniyor, geziniyor.
Eczacıların %80’ini barındıran eczaneler, 1970’den beri tedirgin ve huzursuz.
İlaç yapıcı, ilaç bilici eczacı eczanede iki ana görevini de yapamıyor, eczane sekreterinin, eczane teknisyeninin yapacağı işlerden, anlamsız yüklerden, boş tartışmalardan eczane eczacısının kafası döndü, nevri döndü ve mutsuz.
Bilimle bağı kopuk, işletmecilikte acemi ve ticarete soğuk, aile işletmeciliği ile küçük işletme arasında kalmış, sıkışmış durumda.
Eczacı- eczacı ortaklığında kurumsallaşılamadı, aslında iyi yakışırdı.
Bakanlık, sağlık müdürlüğü eczacıya, eczaneye nasıl davranacağına, nasıl denetleyeceğine karar veremedi. Sadece “Başında mısın?” dedi.
Vergi dairesi eczacının ensesinden hiç çekilmiyor, nefesi hep korku veriyor.
Kimi yerde dükkan sahibi birinci patron, bazen depolar ara patron ve bazı bankalar kan emici.
Hasta ve hasta olmak istemeyenler eczacıdan ne isteyeceğini bilemedi, bilim istemedi, eczacı teknisyenlerini tercih etti.
Bu olumsuzlukların, bu mutsuzlukların derin köklerini, TEB ve Odalar belirleyip hedef tahtası yapamadı, çözüm masası kuramadı.
Sorunlarımız hep iktidar partisi ileri gelenleri ile, milletvekili ile, bakan ile, hatta Cumhurbaşkanı ile çözülmeye çalışıldı, kimse sorunun kök çürüğünü açıklamadı, belirlemedi, tartışmadı, söylemedi, yazmadı.
Eczane eczacısının kök çürüğünün nedeni, 1953 doğumlu 6197 sayılı yasa ve 50 yıl sonra yapılan, daha doğrusu yapılamayan, kör düğüme birkaç düğüm daha atılan son düzenlemelerdir.
1953 doğumlu yasa “Her diplomaya bir eczane” yolu açmıştır. Bu yolu, el verip kol kapan, doyumsuz vahşi kapitalizm tasarlamıştır.
Ülkemiz ekonomisi, kurumları, fertleri ile küçük Amerika olmak istemiş, olamamıştır.
Olabilseydi bile büyüğü, hakikisi varken küçüğünü, taklidini kim ne yapsın ki?
1953 doğumlu yasa ile yeni eczacı olanlar, çaresiz, deneyimsiz, sermayesiz oldukları ve kolaya kaçtıkları için muvazaaya yönelmiştir. Rahatına düşkün çoğu eczacı muvazaayı ömür boyu sürdürmüştür. Diğer eczacılar da eczane sevdası altında, ticaretin kör kuyusunda dört dönmüşlerdir.
Tahminen 1950’ lerdeki %50 lik muvazaalı eczane, 1970’lerde %25’e, günümüzde de %10’lara düşmüştür.
Eczanede eczacılık hizmeti, eczacı odaklı değil ticari bir sistem üzerine oturtulmuştur.
Ticaret, boğuşma, kapışma, kurnazlık, uyanıklık işidir. Bunların üstüne monte edilmeye çalışılan eczacılık hizmeti yerine oturamamış, boşlukta sallanmıştır. Eczacının sadece diploması iş görmüş, kendisi, en azından eczacılığı bir karşılık, bir görev bulamamış, üstlenememiş ve kaybolmuştur.
ECZANE CİDDİYETİNİ KİM BOZDU?
1953’te çıkan yasa ve son düzenlemeler eczane açmak için gerekli olan, olmazsa olmaz olan;
1. Eczanedeki eczane eczacısının görev, hak ve sorumlulukları belirlenmedi, netleştirilmedi.
2. a. Eczane açmaya yeterlilik sınavı ve sorgusu
b. Yeterli sermaye
c. Gerekli yerlere gereği kadar eczane
Bu üç ayak olmazsa akıllı ülkeler, bırak eczaneyi, köfteci dükkanı, terzi dükkanı bile açtırmıyorlar.
Sanki isteyen istediği gibi oynasın dendi. Eşler, oğullar, babalar, dedeler eczacılık yaptı.
Yan yana sırt sırta, kimin kim ile, kimin ne ile açtığı belirsiz eczaneler türedi.
Diploma “Kral” oldu. Başka ciddi bir şey gerekmedi.
Eczacı-eczacı ortaklığına izin vermeyen yasa, iş bilir ilaç satıcısı ile eczacı diploması gizli ortaklığına göz yumdu.
Herkes biliyordu, sadece yasa ve resmi yetkililer habersiz kaldı.
Dünyada kimsenin aklına getiremediği, ileri, geri hiçbir ülkede rastlanılamayan son düzenleme ile de dokunulamayan, şeytanın aklına zor gelecek olan yan yana eczane açmayı da bu yasa icat etti. Bu görgüsüzlük de sürüp gitti.
XXX
Bu olumsuzlukları düzeltmeye 50 yıl yetmedi, bana yetişmedi, canım sağ olsun.
En büyük endişem geleceğimiz gençler. Ben hangi gence nasıl el vereceğim?
Bu eczacılık yok olacak. İlaçmatikler, yapay zekalılar bizim yaptığımız eczacılığı çok daha ucuza, çok daha kolaya yapacaklar.
Yapılan bütün çalışmalar, sekreterler, avukatlar, muhasebeciler tarafından sürdürülebilirdi. Bu kadar başkanın emeği, eczanedeki eczacıların görev ve haklarının belirsizliği gibi güme gitti.
Başkanlar artık günlük, yüzdelik sorunlarla değil, beş, on, elli yıl sonraki eczane ve eczacılar ile ilgili olmalı.
Birinci önceliğimiz bilim insanı yetiştirmek olmalı.
Tıp kolları kadar uzmanlaşmış, yeni ve gelecek gıdalara kolları sıvamış, sıfır atık’a hedeflenmiş, biyoteknoloji, nanoteknoloji, sağlık hukuku, sağlık turizmi, sağlık basını vs. gibi pek çok alan ilgi bekliyor.
Bütün bunlar bir iki kişi ile olmaz. Uzun yıllardır elini taşın altından çekmeyen, ne kadar eleştirsek dellenmeyen, küsmeyen, sahadan çekilmeyen, hala ne dedi, ne diyecek diye merak edilen bir Sayın Mehmet Domaç ile olmaz.
Düşünce, tasarım, plan, proje, deney gerekli.
Risk almak gerekli. Geniş zamanlarda, kesintisiz çalışmalar gerekli.
Her odanın araştırma merkezi gibi çalışması gerekli.
Yasayı büyükler yapsın diye değil, her oda her yıl yeniledikleri düşüncelerini, nasıl bir yasa ile hayata geçirebileceklerini ilan etmeli, tartışmaya açmalı.
Bir şeyler düzelmiyorsa, yolunda gitmiyorsa, onların derin köklerinde derin çürükler, derin yaralar vardır.
XXX
Bilimsiz, çalışmasız, tasarımsız, taslaksız, projesiz, stratejisiz, iddiasız, kamu, hasta, eczacı üçgenine yararlı, gelecek eczacıları korumuş, kollamış, kucaklamış yasasız bir yere varılamıyor.
Özendiğimiz küçük Amerika olamadık. Yolumuz borç bataklığına çıktı.
Kibar, çıkarcı Avrupa’ya ayak uyduramadık, arkadaş, gerçek dost olamadık, dahil olamadık, kötü, sevimsiz kullanıldık.
Bundan sonra bari iki gözümüzün, iki kulağımızın birini Amerika’ya kafa atan, kafa tutan Çin’e açalım, dikelim.
Komşularımızla iyi geçinelim.
Ülkemizde, komşularımızda, dünyada yapılacak iş o kadar çok ki, bilimsel, ciddi, çalışkan olsak, ülkemizdeki eczacılık fakülteleri AB düzeyinde olsa, yüz milyona koşan ülkemizde, 500 bin sağlık çalışanı içinde 30 bin eczacı (bunların da 10 bini eczacılığı unutmuş eczacı) hiçbir şey değil.
Tek yapılacak şey “Diploma Çıplak” diyerek diplomanın krallığına son vermek.
Diplomanın adını, anlamını “eczacılığı bitirdi” diye değil, “eczacılığa başladı” şeklinde anlamalı, yorumlamalı. 2000 yılına kadar diplomayı alana kadar çok çalışıyorduk, ondan sonra yan gelip yatıyorduk. Artık diplomaya iş değil, eczacıya iş düşünmeliyiz. Bilginin anası pratikmiş unutmamalıyız.
Diploma almak, bulmak kolaylaştı, sonra çalışmak zorlaştı, bundan sonra çok ama çok çalışmak, eczacılığı iyi anlamak, doğru yorumlamak gerekecek.
Her reçeteye, her ilaca eczacı bir şey verebilmeli ve bir hak almalıyız.
Diplomayı, eczaneyi değil eczacıyı odak alarak yapılacakları netleştirmeliyiz.
Sayın, saygılı, sevgili başkanlarımız, hepiniz başımız üstünesiniz.
Gözümüz, kulağımız sizlerde.
Bahtınız, yollarınız açık ve kolay olsun.
Hepinizi çok dinliyor, sayıyoruz, seviyoruz.
Çin Atasözü: “Liderin dudağından çıkan söze değil, ayağından çıkan ize bakılır.”
İzlerinizi izliyoruz, sözlerinizi saymıyoruz.
İzleriniz silinmesin, doğru düzgün kalıplı olsun, yamuk olmasın diye duacıyız.
Ecz. Süleyman ARSLANTÜRK