Ecz. İrfan DEMİRCİ

Gaziantep Eczacı Odası Başkanı

 

Salgın günleri ilerledikçe sağlıkla ilgili endişelerimiz, korkularımız üzerine kısıtlamaların sonucu oluşan ekonomik sorunların eklenmesiyle katmerleniyor. COVİD’le, salgınla başlayan konuşmalarımızın içine hemen ekonomik kaygılarda giriveriyor. Sağlık ve ekonomi etki- tepki, neden- sonuç ilişkisi gibi iç içe oldular.

Evde kalın söylemi ile dışarı çıkmayan milyonlarca insan işsiz kalma tedirginliğinde. Korona virüs dünyanın krizini sağlığımızı tehlikeye sokarak başlattı ama öyle görünüyor ki yaşadığımız kriz, tek başına salgının bitişiyle durmayacak; sonrasında ekonomik zorluklarla epeyce bir süre boğuşup duracağız.

Bilim insanları Çin’de başlayan korona virüs salgınının bu kadar büyüyeceğini bilemediler, dünyayı yöneten politikacılar da işin bu noktaya varacağını öngöremediler. En büyüğü 0.3 mikron olan virüs herkesi yanılttı.

Bu süreci öngöremeyen bilim insanları, politikacılar dışında gazeteciler, düşünürler, STK’lar ve sıradan insanlar şimdi hepsi bir ağızdan sürecin sonunda dünyadaki yaşam biçimi, ülkelerin birbirleriyle olan ilişkileri, insan olarak bizlerin alışkanlıkları değişecek diyorlar ve bir söylemi öngörüyorlar; “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak“.

Eskisi gibi olmayacak. Sağlıktan eğitime, ekonomiden uluslararası ilişkilere kadar dünyayı ve insan yaşamını etkileyen her türlü işleyiş ve düzen değişecek. Böyle tahmin ediliyor.  

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi bir tahmin mi yoksa iyi dilek mi, ya da gerçekleşirse insanlığın yararına mı zararına mı olacak? Yaşayıp göreceğiz.

Bu soruların ötesinde ilginçtir; yaşadıklarımızdan küçükte olsa olumlu yansımalar ortaya çıkıyor. İnsanoğlu zamanının çoğunu evde geçirip, sokağa çıkamayınca, dünyayı karış karış dolaşmayınca yeryüzünü birlikte paylaştığımız diğer canlılar ve doğa, “ nihayet , oh be dünya varmış “ Der gibi yaptı. Venedik’te kanallara balık ve ördekler geldi, insanların olmadıkları yerlere geyikler, ayılar gelirken, İstanbul Beşiktaş sahilinde yunus sürüsü görüldü, tüm dünyada hava kirliliği neredeyse yarı oranda azaldı.

“Hiçbir eskisi gibi olmayacak” diyenlerin “eski” kelimesi ile kastettiği 1980’lerde kapitalizmce yaratılan küreselleşme olgusunun, yani yeni dünya düzeninin yarattığı yaşam biçimimizin değişmesi isteği olsa gerek. Çok zengin olanların artan üretimlerini pazarlamak ve gelirden daha çok pay almak yolunda teşvik ettikleri tüketim arzusunu karşılamak için insanları borçlandırarak oluşturdukları kısır döngü; gelir adaletsizliğinin dünyada geldiği uçurum artık dayanılmaz boyutta.

80’lerden bu yana küreselleşmenin eğitime, sağlığa, çevreye, insan yaşamına çare olmadığını, iyileştirmediğini, katmanlar arasındaki farklılığı artırdığını gördük. Dünyanın kaynakları artık birkaç bin ultra zengine ve onların oluşturdukları fonlara ve ülkelerine artık yetmiyor, öyle ki şimdi de yeni kaynak arayışlarını dünyanın ötesine uzaya kadar çevirdiler.

Tarih bize dünyanın yaşadığı olağanüstü olaylardan sonra mutlaka bir şeylerin değiştiğini söyler. İşte bu yüzden dile getirilen “koronadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi tarihte dünyanın yaşadıklarından elde edilen bir deneyim. Tarihsel hafızamız bize bir sonuç çıkacağını söylüyor ama bir de bizlerin de sonuçlarla ilgili beklentileri var. Bunlar da dünyanın daha iyi yaşanabilir olmasına ilişkin özlemler.

Mesela, dünyanın gelirinin silaha değil, insanın sağlığına ve eğitimine harcanabilmesi. Bunların doğuştan kazanılmış haklar olarak görülmesi.

Mesela, doğaya saygılı, çevreyi koruyan, iklim değişikliğine dur diyen tedbirler alabilen ülkeler olması.

Mesela, insanların düşüncelerini korkmadan özgürce söyleyebilip, haykırabilmesi.

Mesela, demokrasinin evrensel kurallarının tüm dünyada hukukun üstünlüğü ile birlikte sağlıklı olarak işleyebilmesi

Yani, gelirin eşit olmasa da adil bir biçimde bölüşüldüğü bir dünya hiçbir şey eskisi gibi olmayacak söyleminin beklentilerinin içeriğini oluşturuyor.

Peki, değişim olacaksa nereden başlanmalı?

Bugün dünyayı çevreleyen kriz, bir virüs yüzünden yani sağlık sorunlarından başladı. Öyleyse zihinlerimizi, yaşamımızı değiştirmeye de buradan başlamalıyız.

Korona virüsle ilgili kurtuluş reçetesi; aşının geliştirilmesi arkasından da tedavi için ilaç seçeneklerinin keşfedilmesi biçiminde olacaktır.

Şu anda korona virüs ile ilgili tüm patent başvurularının sayısı 500’ü bulmuş durumda. Bütün başvuruların yüzde 66’sı ise üç ülke tarafından yapılmış: Çin, ABD ve Güney Kore... İngiltere 60, Fransa 56, Rusya 52, Tayvan 41, Almanya 38, Kanada 36, Belçika 31, İspanya 27, İtalya 26, Singapur 24, Avusturya 19, İsviçre 18 müracaat gerçekleştirmiş.

Aşı üretildiğinde kim ne kadara alacak, bize kadar ulaşacak mı, bilmiyoruz...

İlaç bulunduğunda ne kadar süre ilacı bulan firmanın bu ilacı üretip milyar dolarlar kazanmasını bekleyeceğiz, bilmiyoruz.

Biz beklerken, kaç kişi ölecek, onu da bilmiyoruz.

Marie Curie dünyanın tanıdığı en müthiş bilim insanlarından biridir. İnanılmaz zor koşullarda yaşarken, tonlarca toprak yığını ve balçığın arasından eşi Pierre Curie’yle birlikte keşfettikleri Radyumun patentini almayı reddettiler. Şunu söylediler; “Radyum dünyaya ait bir elementtir, nasıl bir kişiye ait olabilir ki ? Oysa Curieler radyumun bir gramı ile bile çok daha iyi bir yaşam koşullarına sahip olabilirlerdi.

İnsan ve hayvanlarda bilinen en eski hastalıklardan biri olan şarbon 2001 yılında ABD’de görüldüğünde, COVİD-19’a çok benzer biçimde, biyoterör saldırısı olarak yorumlanmıştı. Sonra öyle olmadığı, hayvanlardan insanlara binyıllardır geçen bir hastalığın ABD’de uzun zaman sonra ilk kez görüldüğü ortaya çıktı. Oysa Robert Koch (1876) hastalığın etkenini bulmuş ve Pasteur (1881) ise bu hastalığa karşı ilk bakteriyel aşıyı hazırlamıştı çoktan...

21.yüz yılda insanoğlu binlerce yıllık geçmişi içindeki en geniş olanaklara ve refaha sahip olduğu dönemi yaşıyor. Bu seviyeyi de bilim ve teknolojiyi getirdiği düzey sayesinde geldi. Özellikle sanayi devrimiyle birlikte bilim insanlarının dünyaya kattıkları ve özverileri gelinen noktanın en önemli nedenlerinden

Günümüzde bilim ve teknoloji çok daha hızlı ilerliyor çünkü çok ciddi bir şekilde kar da yaratıyor. Çoğunlukla insan ihtiyaçlarına yanıt veriyor, evet. Ama bazen de insan ihtiyaçları bilim ve teknolojiye göre şekilleniyor. Tarihte sanayi devrimi değil de, bugün tahayyül edemeyeceğimiz başka bir kırılma yaşasaydık da, bilimsel gelişmenin yönü çok farklı olabilirdi.

Öyle görünüyor ki eninde sonunda korona virüsü insanlık bilimde geldiği noktayla yenecek. Çözüm, aşı, ilaç ya da sağlıklı kişilerden alınan plazma tedavisi olabilir, ama bu virüsü bir biçimde yeneceğiz. Bilim bunun yöntemini hastaların, insanların yararlanması için bizim önümüze mutlaka koyacaktır.

Curieler gittikleri bir davetlerde kadınların kollarında boyunlarında taşıdıkları mücevherlerdeki elmaslardan kaç tane laboratuvar kurulur bunu hesaplama oyunu oynarlarmış. İki kez Nobel almış birisi bunu kendisi için değil insanlık için hesaplıyor.

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”! Eğer yarınımız için bu söylemin peşindeysek sağlıkçılar ve onların yetiştiği tıp, eczacılık, veterinerlik, genetik gibi daha birçok direkt insana dokunan bilim alanı dünyanın değişiminin sağlıktan başlamasına ön ayak olmalı. Değişimi yalnızca politikacılardan, bizleri yönetenlerden, para kaynaklarını yönetenlerden beklemeyeceğiz. Kendi zihinlerimizde başlamalıyız.

Ülkelerin sağlık politikaları değişmeli, sağlığa genel bütçelerden daha çok kaynak aktarılmalı.

7 milyar insan sağlık hizmetlerine eşit, nitelikli ve ücretsiz ulaşabilmeli.

Bilim insanları ve ülkeler yaşadığımız bu felaketten sonra insanlığı bu beladan kurtaracak çözümün kendilerine zenginlik katmasına izin vermemeli ve korona virüs aşı ya da tedavi yöntemleri patent dışında tutularak tüm dünyayla paylaşılmalı.

Dünyanın ayakta alkışladığı sağlıkçılar ve bilim insanları yeni bir dünyanın anlayışını buradan başlatmalı. 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat