‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.’

Ecz. Neşe Köysüren

'Çağının yarı entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere'nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek başına sıkıntılı günler geçirdiği, şair olma hayallerinin de suya düştüğü bir sırada, gizemli milyoner Conchis ile tanışır…'

Bu cümlelerle başlayan kitap tanıtım yazısı oldukça ilgimi çekti. Uzun süredir okumak istediğim İngiliz yazar John Fowles’ın yazım aşaması on yıldan fazla süren ‘Büyücü’ isimli romanını okumaya başladım.

688 sayfalık kitabı okurken çoğu zaman ‘ Ben ne okuyorum?’, ‘Bu nedir böyle?’ sorularını sıklıkla sordum. Çünkü kitap hem baş karakteri hem de okuyucuyu oldukça ilginç bir psikolojik deneyin içine çekiyordu. ‘Büyücü insan zihninin labirentlerinde dolaşan metafizik bir eğlence trenidir adeta.’ diyordu tanıtımın devamında. Gerçekten o trene binmiştim ama bunu romanı bitirince fark etmiştim. Kitabı bitirene kadar türlü gelgitler yaşasam da bitirince kitapta anlatılan deneyin amacını biraz anlar gibi oldum.

Romanda denek olarak seçilen Nicholas Urfe'ye baktığımızda  aslında kendisini tanımayan ve ne istediğini bilmeyen bir kişi olduğunu görmekteyiz. Buna rağmen kararlarında ve davranışlarında özgür olduğunu düşünmektedir. İçine çekildiği deney esnasında gerçek olanla olmayanı ayırt edememekte, gerçek yüzüyle yüzleşmekte çok zorlanmaktadır. Yani 1950’lerde yazılan romanda bahsedilen sıkıntılar günümüzde yaşanan pek çok sıkıntı ile paralellik göstermektedir.

Romanda bir yerde bu kurgulanan psikolojik deney için  Heisenberg İlkelerinin kullanıldığından bahsedilmektedir. Alman fizikçi Werner Heisenberg tarafından yaratılan ve kuantum mekaniğinin en temel prensibi kabul edilen ilkeye 'Belirsizlik İlkesi' de denmektedir. Bu ilkeye göre  bir parçacığın  hızını ve konumunu aynı anda belirlemek mümkün değildir. Maddenin en küçük yapı taşlarından biri olan elektronlar, hem dalga hem de parçacık fonksiyonlarını taşımaktadır. Eğer elektronlar izlenirse ortaya bir parçacık davranışı çıkmakta, izlemezse elektronlar bir dalga gibi davranmaktadır. Yani ortamda gözlemci olması elektronun davranışı değiştirmektedir. Buna süperpozisyon ya da üst üste binme adı verilmiştir. Romanda da bir gözlemci (Conchis) ve bir gözlenen (Nicholas Urfe)  bulunmaktadır.

Bu ilke son yılların en çok izlenen dizisi Breaking Bad’de de karşımıza çıkmıştı. Dizide baş karakter Walter White’ın sıradan hatta silik denebilecek karakterde bir öğretmen ve aile babalığından uyuşturucu-suç dünyasında  acımasız liderliğine dönüşümünü izledik.  Walter iyi bir aile babası mıydı yoksa bir katil ve suçlu muydu?  Bu karakterin iyi mi kötü mü olduğuna karar veremedik. Zaten karakterin de dizideki takma ismi ‘Heisenberg’ olarak seçilmişti. Bu belirsizlikler nedeniyle o bir kuantum karakterdi. Aynı ‘Büyücü’deki Nicholas gibi.

Bu belirsiz karakterler diğer bir yandan bizi Jung’un persona arketipine götürdü. Carl Jung’a göre persona, topluma karşı taktığımız maskedir. Kendimizi, dünyaya sunuş biçimimizdir. Örneğin, ailemize karşı farklı, arkadaşlarımıza karşı farklı davranırız. Yani maske değiştiririz. İşte bu personamızdır. Bulunduğumuz sosyal ortamda kabul edilmek veya dışlanmamak için bunu sık sık yaparız. Personayı fazla özümseme yada hayatımızdaki yerini dengeleyememe sonucunda kişilik bozulmaları ortaya çıkabilir.Bu konuyu Ingmar Bergman, takmak zorunda kaldığı maskenin ağırlığını taşıyamayan bir oyuncunun yaşadıklarını anlattığı kült filmi ‘Persona’da etkileyici bir şekilde işlemiştir. Biz de bunu en son maalesef gencecik yaşta hayatını sonlandıran Enis Kara ile gördük. Enis toplumun ona dayattığı persona ile daha fazla hayatını sürdürmek istemedi.

 

Sanki artık personalar hayatımızda daha fazla ve önemli bir şekilde yer almaya başladı. Günümüz insanı kendisini daha az tanıyor ve ne istediğini daha az biliyor. Kişisel olarak bunlarla mücadele zor. Gündemimiz çok yoğun, olaylar çok hızlı. Genelde gerginlik ve belirsizliğin hakim olduğu bir ortamda sanki yaşamıyor da sürükleniyoruz. Gerçek olanla olmayanı ayırt etmenin daha zor olduğu zamanlardayız. Ama yine de çabada olmalıyız. Öğrenmek için, okumak için, sevmek için, hoşgörü için… Olmalıyız ki okyanusta bir damla bile olsa bu çaba, geleceğe bırakacağımız kolektif bilinçaltı için damla damla güzellik biriktirelim.

Ve hayatımızdaki personalarımızla ilgili dengeyi kurabilmek için Hz. Mevlana'nın şu sözünü hep hatırımızda tutalım:

 ‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.'

 

Ecz. Neşe Köysüren

kutlunese@hotmail.com

Kaynaklar:

https://evrimagaci.org/icimizdeki-canavar-kahramanlar-evrimsel-psikolojide-carl-gustav-jungun-arketipleri-8262

https://tr.wikipedia.org/wiki/Belirsizlik_ilkesi

https://medium.com/t%C3%BCrkiye/beli%CC%87rsi%CC%87zli%CC%87k-i%CC%87lkesi%CC%87-gelece%C4%9Fi-bilemeyiz-%C3%A7%C3%BCnk%C3%BC-%C5%9Fimdiyi-bilmiyoruz-28e5060ccab4

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1247589

 

 

 



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat