Etik evrensel bir kavramdır. Ahlaktan farklıdır. Çok defa ahlak ile karıştırılır. Ahlak kuralları toplumdan topluma, kültürden kültüre değişebilir. Bir kültürün ahlaksızlık olarak baktığına başka bir kültür hoşgörü ile bakabilir. Bir kültürde cezalandırılması muhtemel bir davranış başka bir kültürde ödüllendirilebilir. Etik ahlaktan çok daha fazlasıdır. Yaşadığımız gezegenin her yerinde ve her durumda geçerli kurallardan oluşur. Antropoloji, ekonomi, siyaset, sosyoloji, hukuk, kriminoloji, psikoloji, biyoloji, ekoloji, sağlık, ilaç, medya ve daha birçok alanın kendine özgü etik kuralları vardır. Etik davranabilmek ve etik kavramları özümsemek sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü etik düşünebilmek ve etik davranabilmek için öncelikle buna uygun bir eğitimden geçmiş olmak gerekir. Etik bir felsefe alanıdır; düşünmeyi bilme, okuduğunu anlama ve kendini doğru ifade etme becerisi gerektirir. Tam da bu nedenle etik eğitimi gıpta ile bakılan ve kapağı atmak için can atılan ülkelerde aileden başlar; sonrasında ilkokuldan itibaren eğitimin içindedir. Gelişmiş ülkeler etiğin anlamını bilen, kurallara uyulmadığında sonuçlarını kestirebilen bireyler yetiştirir. Etiğin önemini kavramış toplumlarda demokrasi vardır, hukuk adaleti sağlar, siyaset şeffaf, hesap verebilirdir, bilim iklimi vardır, açlık ve çaresizlik yoktur; insanlar daha mutludur. Etik kavramının toplumsal yaşamda vücut bulmuş bir hali de eskilerin deyimi ile “adabı muaşeret kaideleri” yani “görgü kurallarıdır”.

Bizde geniş toplum kesimleri için etik çok fazla bir şey ifade etmez. Daha çok bölgeden bölgeye, mahalleden mahalleye, kültürden kültüre değişebilen ahlak kuralları günlük yaşantımızdaki ilişkileri ve toplumsal hassasiyetleri belirler. Adalet, hizmet alımı veya satımı, medya, siyaset ve hatta bilim sesi daha fazla çıkan, daha kalabalık ya da daha güçlü olanlar tarafından ahlaki bir kılıfa sokularak yönlendirilir ya da yönetilir. Bu sistem işine gelmeyenler ya terki diyar eder ya da susup durumu idare eder. İşine gelenler ise fırsattan istifade eder. Durumdan istifade edenler için sistem nasırlarına basmadığı sürece herhangi bir sorun yoktur. Diğerleri en fazla hakkını helal etmez. Umut dünyasında daha insanca yaşayacakları bir ülkenin hayalini kurmalarında da bir sakınca yoktur. Etiğin çok iyi anlaşılmadığı kültürlerde durum aşağı yukarı budur.

Bizde Üniversite düzeyine gelen öğrencilere birçok programda meslek etiği ve deontoloji dersleri okutulur. Bunlar öğrenci için geçmesi kolay, not yükseltme dersleridir. Genellikle bu alanda uzman olmayan kafasını mesleki ilişkilere takmış hocalar tarafından verilir.  İşin felsefesine, özüne fazla dokunulmaz. “Şu şöyle yapılmalı”, “bu böyle yapılmalı” denir, geçilir. Ortalama bir üniversite mezununun bu nedenle etik konusunu duymuşluğu vardır. Ancak hangi meslek alanındaysa o alana özgü mevzuat onun için çok daha önemlidir. Eczacılık alanında etik, eczane işletmeciliği ve buna benzer konular içine yedirilir. Eğitimde bazen mevzuat, işletme, deontoloji ve etik birbirine karışır.  Unutmadan, deontolojinin de bir mesleği uygularken mutlaka uyulması gereken ahlaki değer ve etik kurallar olarak tanımlandığını da ifade edeyim. Deontolojiye kısaca meslek etiği de diyebiliriz.  

Diyeceksiniz ki, “Hoca kürsüden bu kadar uzun bir etik muhabbetini niye yapıyor? Deontoloji ve etik şurada kalsın; biz şu anda çok önemli ve gerçek sorunlarla boğuşuyoruz. İlaç Fiyat Kararnamesi hala halledilmedi…, Protokolden bizi mutlu edecek bir sonuç çıkmayacak gibi görünüyor… Durum düzelmez ise birçok eczane kapanma tehlikesi ile karşı karşıya… Sağlıkta şiddet her geçen gün artıyor, biz de nasibimizi ziyadesiyle almaya başladık… Yardımcı eczacılık ayrı bir dert… Eczanede satışı yapılması gereken ürünlerin satılmadığı yer neredeyse yok… Eczacıya da eczaneye de saygı yok… Yeni mezun eczacılar işsizlikle riski ile burun buruna, yetmezmiş gibi ha bire yeni fakülte açılıyor…” Evet bunların hepsi sorun, hem de ciddi sorun. Öğrencileri dinlerseniz onlar büyüklerinden daha dertli. Ancak küçük bir sorun var. Koşulların kötü olduğunun altı sürekli çizilmesine ve “eczacılık artık can çekişiyor” denmesine rağmen yeni açılan eczacılık fakülteleri anında doluyor ve kapıdan adım atan öğrencilerin neredeyse tamamı eczane açma derdinde. Sonuç olarak bazılarına göre eczacılık can çekişmekte olsa da eczane açma hala oldukça revaçta. Bunun için Ukrayna, Bulgaristan ve benzeri başka ülkelere gidip içi kof sağlık programlarına kayıt yaptırıp hülle yoluyla üniversite sınavına girmeksizin Türkiye’deki eczacılık hatta tıp fakültelerine geçen hatırı sayılır bir güruh var. Böyle giderse Türkiye’de eczacılığın geleceği pek parlak görünmüyor. En azından sorunlar katlanarak artacak, yardımcı eczacılık gibi pansuman uygulamalar da buna çare olmayacak gibi duruyor. Neden bu kadar çok fakülte açıldığını ve bizi nelerin beklediğini daha önceki yazımda ayrıntılı bir şekilde ele almıştım. O nedenle daha fazla uzatmadan sadede geleyim.

İster ülke genelinde ister meslek özelinde yaşadığımız sorunların önemli bir bölümünün nedeni etik. Etik hassasiyetlerin olmaması, mahalle adabına uygun ahlaki kuralların etik yerine kullanılması, oyun oynanırken sürekli kural değişmesi, adaletsizlik, bürokrasinin vurdumduymazlığı, siyasetin popülizmi, sorunların artarak büyümesi ve sonuç: Kimsenin durumdan memnun olmaması, sorunların devam etmesi. Bu sonucu girişteki iki paragrafı tekrar okuyup değerlendirirseniz ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Bu “Kürsü” Eczacının Sesi’nde olduğuna göre, başka meslek mensupların da kendi kapısının önünü süpüreceğini umarak, yazıyı eczacılığın etik sorunları ile sınırlayalım.

Haklı olarak diyebilirsiniz ki, “Seni seçip Merkez Heyeti’ne gönderdik. Artık çözüm makamındasın. Mazeret üretme hakkın yok! Sorunlara çözüm getirmelisin.”  Yerden göğe kadar haklısınız, ben de bana yüklenen misyonun ve beklentilerin farkındayım. Eczacılığın çözüm bekleyen bu kadar ağır sorunları için ne yapabilirim diye kara kara düşünüyorum. Açıkçası ne benim ne de seçilen diğer üyelerin elinde herkesi memnun edecek hızlı çözümler sağlayacak ve tüm beklentileri karşılayacak sihirli bir değnek yok. Herkes iyi niyetle bir şeylerin bir kenarından tutmaya çalışıyor. İyi haber, nelerin sorun olduğu konusunda eczacılık meslek siyasetinin muhalefeti ile iktidarı kesinlikle aynı fikirde. Peki, sorunlar konusunda bu kadar büyük bir uzlaşı varken neden bunların hiç değilse en azından bir tanesini kalıcı şekilde çözemiyoruz? Belki tebessüm edeceksiniz ama ben çözümsüzlüklerin nedeninin hem mesleğimizdeki hem de meslek siyasetindeki yozlaşma ve etik değerlere sahip çıkmama olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda birleşik kaplar örneğinde olduğu gibi her alandaki kirlenmeden, kalitesizlikten, popülist yaklaşımlardan ve şark kurnazlığından eczacılık eğitimi ve mesleği de ziyadesiyle nasibini aldı. Kirli suda sağlıklı ve büyük balık avlanmıyor. Ağır metal taşıyan av, onu yiyenleri ağır ağır zehirliyor.

Diyoruz ki, eczacı halkın bir numaralı ilaç danışmanıdır. Öyleyse soralım şimdi: Eczaneye gelen hasta ile doğrudan ve onu bilgisi ile tatmin edecek şekilde ilgilenmeyen eczacılar var mı? Hasta ile hiç irtibat kurmayan ve halkın ilaç danışmanlığı rolünü teknisyene devreden eczacılar var mı? Meslek etiği umurunda olmayanların sayısı sizce ne kadar? Artıyor mu, azalıyor mu? Eskinin mirasını tüketen alt yapısı ve kadrosu yeterli 8-10 eczacılık fakültesi dışında kalan ve sayıları kırklı rakamlara ulaşan programlarda nasıl bir eczacı profili yetişiyor?  Yeni nesil eczacıların deontoloji ve etik umurunda mı? Bu eğitimi kimlerden ve nasıl alıyorlar? Meslek etiğine ve meslek değerlerine sahip çıkmayan eczacılar alttan gelen gençler için nasıl bir rol model oluşturuyor? İyi niyetli ve mesleğine aşık gençler için teşvik edici neler var? “İlaç Fiyat Kararnamesi” ve “Protokol” gibi gündemin ağır toplarının yanında bu soruların çok da önemi yok gibi duruyor, ancak birileri bu soruların yanıtlarını samimiyetle ve gerçeğe yakın bir şekilde verebilirse ve ardından çözüm odaklı samimi projeler üretilmeye başlanırsa bazı sorunların köklü çözümü için an itibarı ile küçük ama gelecek için çok büyük bir adım atmış oluruz. Aksi halde eczacılık havanında su dövmeye devam edeceğiz. Merkez Heyetleri değişecek ancak eczacının makus talihi değişmeyecek. Uygulanmasını öteleyebildiğimiz kararnameler ve protokol görüşmelerinde bizi tatmin etmese de alacağımız bir iki puanlık fazla artış gibi kazanımlar bizi birazcık mutlu etse de “mesleki tatmin” ve “mesleki duruş” adına pek bir şey elde edemeyeceğiz.

Eczacılık mesleğine sahip çıkması gerekenler eczacılardan başkası değil. Sahip çıkılmadığı takdirde başkaları sizi düzeltmeye çalışır ki bugün yaşanan sorunların bazılarının kökünde bu vardır. Türk Eczacıları Birliği’ni daha dinamik ve etkili çalıştırmanın yolu da meslek siyasetine daha fazla eczacının ilgi duymasıdır. Sürekli eleştirmek yerine elini taşın altına sokmak gerekir. Bulunulan nokta bunu gerektiriyor. Oda seçimlerine daha fazla sayıda katılım, rekabete dayalı somut projelerin yarıştığı çok listeli yarışlar daha dinamik ve çözüm odaklı yönetimlerin yolunu açacaktır. Katılımın neredeyse aday olan asil ve yedek üyelerle sağlanabildiği tek listeli seçimlerin ürünü olan delege sisteminden de daha statükocu ve durumu idare eden bir yapı ortaya çıkar.

Sonuç olarak derdimiz çok. Kalıcı bir derman bulmak için yapılması gereken iki önemli şey var: Etik farkındalık ve şikâyet etmek yerine seçimlere meslek siyasetine müdahil olacak şekilde daha büyük bir katılım.  Bu ikisi ile bir ucundan başlayabilirsek gerisi gelecektir. Aksi halde havanda su dövmeye devam.



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat