Çöpten Çıkardığı Atıklar ile Resim Yapan Bir Sanatçı; Deniz Sağdıç

Cam ustası bir babanın kızı olarak dünyaya gelen Deniz Sağdıç bir 'geri dönüşüm' sanatçısı. Bizim işe yaramayacağını düşünüp çöpe attığımız nesneler onun çalışmalarının en önemli malzemesi. Küçükken babasının cam atölyesinde vitray yapmayı öğrenen, henüz 10-11 yaşlarında halalarının terzi atölyesinde artan kumaş parçalarından çantalar yapıp çevresindekilere satarak kendi harçlığını çıkartmaya başlayan bir sanatçı. Yaratıcılık gerektiren bir mesleğe sahip olacağına küçük yaşlarda karar veren Sağdıç, yetenek sınavıyla bir güzel sanatlar fakültesini kazanıyor ve resim bölümünde okumaya başlıyor. Mezuniyetten sonra İstanbul'a taşınıp kendi atölyesini kuruyor ve çalışmalarını atölyesinde sürdürmeye başlıyor. İlk dönemlerde kadının toplumdaki yerini mesele edinen Sağdıç, burslu olarak kabul edildiği resim yüksek lisans derecesini kadının medya ve toplumdaki yerini imgeler aracılığıyla inceleyen araştırma tezi ile alıyor.

'Geri dönüşüm sanatı' tam olarak nedir? Çalışmalarınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Çalışmalarım, esasında 'sürdürülebilirlik' kavramı çatısı altında değerlendirilebilir. Çünkü sadece atık haldeki malzemeleri sanat zemininde geri dönüştürerek değil, kimi obje ve nesneyi oldukları halleriyle kullanarak 'ileri dönüşüm' yaklaşımı çerçevesinde çalışmalar da yapıyorum. Çalışmalarımdaki temel motivasyonum izleyenlere 'tüketim' olarak isimlendirilen kavramın hatlarını yeniden sorgulamaya teşvik etmek. Öte yandan sanat eserini meydana getiren teknik yapının özel bir bilgi gerektirmeden, herkesin günlük hayatta kullandığı, yakından tanıdığı malzemelerle gerçekleştirmenin sanat ile insan arasındaki mesafeleri ortadan kaldırmak adına oldukça etkili bir yöntem olduğuna inanarak üretiyorum.

İşlerinizde hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?

Belirli bir kütlesi ve formu bulunan her şey benim çalışmalarıma malzeme veya konu olabiliyor. Elbette denim (kot) başta olmak üzere tüm tekstil ürünleri benim için özel bir heyecan konusudur. Anadolu, insanlık tarihinde dokuma tekniklerinin ilk defa ortaya çıktığı bir coğrafya. Öte yandan diğer tüm tüketim ürünlerinden ayrışan yanıyla tekstil, kültür ve geleneğin en önemli imge ve bellek taşıyıcılarından biri. Dolayısıyla bu coğrafyada yetişmiş ve yaşayan bir sanatçı olarak tekstile oldukça derin ve duygusal anlamlar yüklemeden yapamıyorum. Diğer yandan denim gibi, medeniyet tarihi boyunca pek az konuda görebildiğimiz biçimde, evrensel beğeni ve kabul görmüş bir tekstil ürünüyle çalışmak benim için sonu gelmez bir heyecan alanı.

Sizi geri dönüşüm sanatına yönlendiren dönüm noktası neydi? Herkesin tüketim odaklı olduğu bu çağda tüketilenden üretim yapmak nasıl aklınıza geldi? İlham kaynağınız var mı?

Çoğu zaman ilk akla gelen nedenlerin aksine atık malzemelerle çalışmaya başlamam, son derece sanat kuramsal bir zeminde kendini gösterdi. 2010’lu yılların başında ülkemiz sanat çevresinde 'kavramsal sanat' popülerliğinin zirvesine yaklaştıkça tartışmaların da şiddeti artmaya başlamıştı. Aynı dönem yine popülerliğinin zirvesindeki bienallerin de etkisiyle izleyiciye, sanatta kavramın yalnızca kavramsal sanatla tesis edilebileceğini söyleyen bir dil hakim olmuştu. Tekniği fark etmeksizin, kavram olmadan zaten sanatın mümkün olamayacağını ifade edebilmek adına 'Ready-ReMade' ismini verdiğim ve hazır nesnelere sanatın klasik yöntemleriyle müdahalelerde bulunduğum proje serimin ilk çalışmalarını gerçekleştirmeye başlamıştım. Bu projenin belirli bir döneminde bu hazır nesneler, bir kenara terk edilmiş, atık kabul edilerek çöpe atılmış parçaları da kapsamaya başladığında sürdürülebilirlik kavramının çerçevesinde değerlendirilebilecek dinamik ve bağlam oluşturmaya başladı.

Her şeyin hızla tüketildiği bir tüketim çağında üreten ve üretken bir sanatçı olmayı nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanat yapma eyleminin, gerçeğin peşinde olmak, onu aramak, bulup ortaya çıkarma çabası olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu, güncel gerçeklikten öte hakikatin görünürleştirilmesi, yeniden hatırlanması çabası. Genellikle gerçeklikle ilişkisi en uzak olanın sanat olduğu düşünülür. Örneğin "Picasso kübizminde gerçeklik nerededir?" sorusu akla gelebilir. Ancak en basit ifadesiyle aslında doğada perspektif olmadığını hatırladığımızda bu eserlerdeki gerçeğin ne olduğunu idrak etmeye başlarız. Ve belki böylece minyatür sanatçılarının teknik anlamda yetersizlikten değil, bir üslup olarak perspektif kullanmadıklarını anlamış oluruz. Tüketimin sınırlarını çizebilmek için de esasında kim olduğumuzu, insanın ne olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Bunu hatırladığımızda nelere, ne ölçüde ihtiyacımız olduğunu yeniden değerlendirebilir, doğaya dost ve sürdürülebilir bir yaşamın zeminini oluşturabiliriz. Ben çalışmalarımla insan olma gerçeğini bu yönüyle hatırlayabilmemiz için çabalıyorum.


Tüketilenden üretim yapma 'tüketim' odaklı bir çağa protesto diyebilir miyiz? Yoksa 'kötülük'te olan güzelliği görebilme gibi bir yaklaşım mı söz konusu?

Karşıtıyla yaklaşmanın, hatta bir metot olarak 'saldırma'nın, sanata atfedilmesine alıştırılmış olmamıza rağmen belki de çoğu zaman sanatçı için özerkliği de aşarak bir konfor alanına dönüşen bir etki yarattığını gözlemliyorum. Sanatın insan olma durumuyla eş anlamlı olduğuna inanan bir sanatçı olarak; istisnai vakalarda, tekil birey ya da kurumlar dışında toplumsal ve kitlesel eğilimlere yönelik totaliter bir karşıtlık dilinin, sanatın yapıcı bir yöntemi olduğunu düşünmüyorum. Çalışmalarımla 'protesto etmek' şöyle dursun "Gelin, hep beraber yeniden değerlendirelim" çağrısını seslendirmeye çabalıyorum.


Röportajlarınızda boya kullanmadığınızı özellikle belirtiyorsunuz. Boyaya karşı olma sebebiniz nedir?

Sanat bir yanıyla bir 'meydan okuma' alanı. Elbette bu meydan okuma sanatçının kendi kendisiyle, kendi ürettikleriyle bir mücadelesi. Üretimlerimin yaklaşık ilk 10 yılı her tür boya ve imgelem tekniğinin deneyimlenmesiyle sürdü. Her yeni eserinizi sınırlarınızı zorlama, sonunu öngöremediğiniz bir deryaya dalma imkân ve deneyim alanı olarak görmeyi prensip edindiğinizde boyanın sunduğu sınırsız imkân ve konfordan iyiden iyiye uzaklaşmaya başlıyorsunuz. Yoksa temelde bir ressam olarak beni bugünlere hazırlayan boyaya toz kondurmam mümkün değil.


Daha çok portre çalışmalarınız var. Bunun sebebi nedir?

Bakmak, fiziksel olmamasına karşın bakılan kişide etkiler yaratabilen bir eylem. Gözlerle yapılan bu eyleme yüzdeki diğer organ ve mimik gibi unsurların eşlik etmesiyle ortaya çıkan ifadenin insan olma durumuyla ilgili son derece anlamlı ve derin ipuçları barındırdığını düşünüyorum. Bu yanıyla insan yüzü, bir mesele, duygu veya düşünceyi aktarabilmek için kusursuz platform haline gelebiliyor. Yaşamın gündelik karmaşası içinde önemini çoğu zaman unutuyor olsak da bakmayı ama gerçek anlamıyla bakmayı hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum.

Sanat dünyasına ve pandemiyle tekrar şekillenen hayata, üretime bakış açınız nedir?

Sanat, türlü meselelere kafa yoran, hakkında üretimler yapan bir eylem olsa da pandemiyle birlikte sürdürülebilirlikle ilgili en derin zafiyeti yine günümüz sanat alışkanlıklarının gösterdiği su yüzüne çıktı. Toplumun belirli bir kesimiyle özdeşleştirilmeyi sevmiş, sanat kurumlarının yüksek duvarları arasında sıkıştırılmasını prestij ve konfor alanı olarak benimsemiş bir sanat yaklaşımının pandemi önlemleriyle birlikte adeta kendi fişini çektiğine şahit olduk. Yıllardır mücadelesini verdiğim biçimde her alanı, her etkinlik ve platformu sanatı insanla buluşturmak için bir fırsat ve imkân olarak görmemiz gerektiğini bu süreçte umarım hep birlikte yeniden hatırlamışızdır. İnsana özgü bir eylem olan sanatın, insandan uzaklaştıkça anlamsızlaşacağını, varmış gibi yaparak 'var' olamayacağını son dönemdeki deneyimlerimizle ümit ediyorum ki çok daha iyi kavramışızdır.

Kaynakça

  • https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/hepsini-copten-cikardi-anadolu-ilk-kez-dogdugu-cografya-6602554


Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat